AKP yargı önünde

TÜRKİYE aynı güne sığdırılan olayların sayısı yönünden herhalde eşi olmayan bir ülke.

Dün sabah Sosyal Güvenlik Kurumu ile ilgili yasal düzenleme gündemdeydi. Akşam saatlerinde karşımıza Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) "laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline geldiği" iddiasıyla kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne dava açması çıktı.

Önce belirtelim, bir demokraside siyasi parti kapatma, o demokrasinin iyi işlemediğinin ilk göstergesidir.

Türkiye bu açıdan hayli kabarık bir sabıkaya sahiptir.

Özellikle "parti kapatma" yetkisinin bir Sulh Ceza Mahkemesi kararıyla mümkün olduğu 1960 öncesi bu açıdan hiç de iyi olmayan örneklerle doludur. Kaderin cilvesi, Millet Partisi’ni bu şekilde kapattıran Demokrat Parti’nin de 27 Mayıs ihtilalinden üç ay sonra aynı şekilde bir Sulh Ceza Mahkemesi kararıyla tarihe karışmasıdır.

Ülkeyi yönetme yetki ve sorumluluğunu üstlenen partilerin daha ciddi güvencelere kavuşturulması ihtiyacı, onlarla ilgili davaların Anayasa Mahkemesi’nde görülmesini ve kapatma yetkisinin de sadece bu mahkemeye ait olmasını gerektirmiş ve bu güvence 1961 Anayasası sayesinde hukuk sistemimize girmiştir.

Ne var ki, 1969’dan sonra siyasi yaşamımızda "Anayasal düzene karşı" faaliyet yoğunlaşmış, bu da parti kapatma kararlarını yine sıkça karşılaştığımız bir sonuç olarak karşımıza çıkarmıştır.

Özellikle de Cumhuriyetin temel değerlerinden "laikliğe" karşı eylemler önce Milli Nizam Partisi’nin, sonra Milli Selamet Partisi’nin, onun ardından Refah Partisi’nin, daha sonra Fazilet Partisi’nin yine Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasına yol açmıştır.

Bu tablonun siyasi partilere yeterince özgür şekilde siyaset yapma olanağı vermediği, hatta onları kapatılma tehdidi altında tuttuğu gerekçesiyle, bilindiği gibi Anayasa’nın 69’uncu maddesine 2001’de bir cümle eklenmiş ve "bir siyasi partinin kapatılmasını gerektirecek eylemlerin odak noktasını oluşturduğunu" iddia edebilmek için, onun "büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar ve yönetim organları veya TBMM’deki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen (kapalı şekilde) veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılabileceği" hükmü eklenmiştir.

Şimdi AKP’nin eylemleri bu hükmün ışığında değerlendirilecektir.

Kuşkusuz yüksek yargının ne diyeceğine ilişkin kanaat ileri sürmek bizim -veya başkasının- hakkı ve haddi değildir.

Ancak Türkiye’de yaşanmış öteki örneklerin ve özellikle Refah Partisi’nin başına gelenlerin ışığında bir değerlendirme yapılacak olursa, "laik sistemle" oynamak, onu koruyormuş gibi görünüp sistemin altını oymaya çalışmak görülür ki hep aynı sonucu veriyor.

Son olarak Refah Partisi bu nedenle kapatılmasının haksız olduğunu ileri sürerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) de gitti ama kapatma kararının hukuka uygun olduğunu orada da gördü.


Not: Taha Akyol’la tartışmamıza ilişkin notu yarına erteliyorum. O.E.
Yazarın Tüm Yazıları