Paylaş
PYD/YPG’nin Fırat Nehrinin batısına geçmemesi Türkiye’nin uzun bir zamandan beri ortaya koyduğu bir istekti. Türkiye’nin bu talebinin arkasında (Kuzey Suriye’deki) PYD/YPG kontrolünün Akdeniz’e doğru genişlemesinin ve (ABD desteği altında) Kuzey Suriye’deki PYD/YPG yapılanmasının devletleşme yönünde gelişmesinin önlenmesi endişesi yatıyordu.
Türkiye askeri gücünü ve diplomasisini başarılı bir şekilde kullanarak amaçlarına ulaşma yönünde önemli ilerleme sağlamış görünmektedir. Bir süre önce Cerablus-Bab bölgesinin, kısa bir süre önce Afrin’in ve şimdi de (birkaç ay içinde) Menbiç’in PYD/YPG’den temizlenmesi Ankara’nın askeri ve diplomasi gücünü (bir arada) başarılı bir şekilde kullanmasının bir sonucudur.
Türkiye, PYD/YPG’nin (büyük ölçüde ABD ve bir ölçüde Fransa’nın askeri desteğiyle) Suriye’deki genişlemesini ve kontrolünü önleyebilmek amacıyla iki büyük askeri operasyon yapmak zorunda kalmıştır. Bu askeri operasyonlardan ilki (Fırat Kalkanı Operasyonu) PYD/YPG’nin Cerablus ve El-Bab’ı ele geçirerek kontrolü altındaki bölgeleri (Fırat Nehrinin batısında Türkiye’nin Hatay sınırındaki Afrin’e kadar) genişletmesini ve (Hatay’a kadar) Türkiye-Suriye sınırının hemen tamamının PYD/YPG kontrolüne girmesini önlemiştir. Türkiye’nin DEAŞ’a karşı yürüttüğü bu operasyonun PYD/YPG kadar Vaşington ve Paris gibi (Batı) başkentlerinde de (en azından bu başkentlerdeki bazı çevrelerde) şaşkınlık (ve hatta kızgınlık) yarattığını söylemek mümkündür.
Fırat Kalkanı Operasyonu bir yandan Türkiye’nin PYD/YPG konusunda kararlılığını ortaya koymuş, diğer yandan Türkiye’nin Suriye’nin geleceği konusunda rol oynama isteğini ve Türkiyesiz Suriye sorununu çözmenin imkansızlığını göstermiştir. Fırat Kalkanı Operasyonu’ndan sonra Türkiye ile Rusya arasında Suriye konusundaki işbirliğinin ve Moskova’nın (Suriye’de) Türkiye’nin rolüne verdiği önemin arttığı izlenmektedir. Ancak bu askeri operasyondan sonra da (Suriye politikasını Pentagon’a bıraktığı izlenimini veren) Vaşington’un hala PYD/YPG konusunun, Suriye sınırının güvenliğinin ve Suriye’nin geleceğinin Ankara için önemini anladığı yönünde işaretler ortaya çıkmamıştır.
Bu dönemde Vaşington’dan gelen Suriye’den çekileceğiz çekilmeyeceğiz çelişkili açıklamalarının, PYD/YPG’ye verilen ağır silahların, ABD’nin Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliği konusundaki çelişkili tutumunun Ankara’dan tedirginlikle izlendiği açıktır. Vaşington’un, (DEAŞ’la mücadele gerekçesiyle PYD/YPG Fırat’ın batısına geçirilerek Menbiç’i ele geçirmesi sağlanırken) Türkiye’ye verdiği sözleri yerine getirilmemesi Ankara’da büyük hayal kırıklığı yaratmıştır. Ankara ile Vaşington arasında (Suriye bağlamında) ciddi bir güven bunalımı ortaya çıkmış, bir Pentagon sözcüsünün PYD/YPG’ye (amacının ne olduğu anlaşılmayan) bir sınır gücü (ordusu) kurdurulacağını açıklaması Ankara’da (adeta) bardağı taşıran son damla olmuştur.
Türkiye’nin Suriye’deki ikinci askeri operasyonu (bu kez uzun bir sürenden beri) PYD/YPG’nin elinde bulunan Afrin bölgesinde gerçekleştirilmiş, bölge kısa bir sürede PYD/YPG’den temizlenmiş ve Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) kontrolüne geçmiştir. Böylece (daha önce) ÖSO’nun kontrolünde bulunan Azez’e Cerablus-Bab bölgesi ile Afrin de eklenmiş; Türkiye’nin desteklediği ÖSO Fırat’tan Hatay’ın güneyindeki (Şam rejiminin kontrolündeki) bölgeye kadar Fırat Nehri’nin batısındaki tüm Türkiye-Suriye sınırını kontrol etmeye başlamıştır. Bugün Suriye’nin kuzeyinde büyük bir alan (Afrin, Azez, Cerablus, El Bab) ÖSO’nun kontrolü altındadır.
Afrin operasyonunun oldukça kısa bir zamanda, kayıplar büyümeden başarıyla bitirilmesinin Suriye politikalarını PYD/YPG’ye bağlayan Vaşington ve Paris gibi bazı başkentlerdeki bazı çevrelerde şaşkınlık yarattığı izlenmiştir. Afrin operasyonu bir yandan Türkiye-Suriye sınırının güvenliğini büyük ölçüde arttırırken, PKK’lı teröristlerin (oldukça dağlık bir bölge olan) Afrin’den Türkiye’ye (Hatay ilimize) sızmalarının önlenmesine de büyük katkı sağlamış; diğer yandan Türkiye’nin Suriye’deki kararlılığını ve oynadığı rolü de açıkça ortaya çıkartmıştır. Afrin operasyonunun diğer önemli bir sonucu da Ankara ile Moskova arasında (Suriye bağlamında) artan askeri ve siyasi işbirliği ve eşgüdüm olmuştur.
Türkiye’nin İdlib çatışmasızlık bölgesinde oynadığı rol, kurduğu gözlem noktaları ve askeri varlığı da dikkate alınınca, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde olan (askeri) mevcudiyetinin boyutları daha da büyümektedir. Bu durumun (sahadaki varlığının) Türkiye’ye (karmaşık) Suriye sorununun görüşmelerle siyasi çözümü konusunda daha fazla rol oynamak imkanı tanıdığı, Türkiye’nin (Suriye’de siyasi çözümde) elini güçlendirdiği açıktır. Türkiye bugün Suriye konusunda devam eden iki siyasi çözüm sürecinde de (Cenevre ve Astana) aktif rol oynamaktadır.
Afrin askeri harekatı sırasında Vaşington’dan Ankara’nın fazla duymak istemediği bazı sesler gelmesine rağmen; Türkiye’nin Afrin harekatını başarıyla sonuçlandırmasının Vaşington’da, (Suriye krizinin başında birlikte hareket ettiği NATO müttefiki) Türkiye ile Suriye’de yollarını bu ölçüde (Menbiç’te çatışma noktasına gelininceye kadar) ayırmasının, (Suriye’de alanda) Vaşington için yarattığı çarpıklığın daha iyi görünmesine yardımcı olduğu ortaya çıkmaktadır.
Trump Yönetiminin iktidara gelmesinden sonra ABD dış politikasında (Batılı müttefikler, Çin ve Rusya ile ilişkiler dahil) ortaya çıkan bütün sorunların Türkiye-ABD ilişkilerinde ve ABD’nin Suriye politikasında da görüldüğü izlenmektedir. Bununla beraber (eski) ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’un 15 Şubat tarihlerinde Ankara’ya yaptığı ziyaret sırasında (Suriye bağlamında) iki ülke arasında işbirliğine yeniden gidilmesini sağlayacak ve (en önemlisi) iki başkent arasında güven ortamını yeniden tesis edecek bazı kararların alınması imkan dahiline girmiştir. Ankara’da üzerinde genel mutabakat sağlanan hususların anlaşmaya dönüştürülmesi her ne kadar Tillerson’un (Ankara ziyaretinden bir süre sonra) Başkan Trump tarafından görevden alınması nedeniyle mümkün olamadıysa da (Suriye konusundaki) Türkiye-ABD teknik görüşmeleri sürmüştür.
Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlunu’nun 4 Haziran tarihinde (yeni) ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ile Vaşington’da yaptığı görüşmeden çıkan mütabakat Menbiç konusunda (bir yol haritasını da içeren) anlaşmanın kısa zaman içinde uygulanacağını göstermektedir. Eğer tam olarak uygulanabilirse (Menbiç’te yerel bir yönetim oluşturulmasını, PYD/YPG’nin silahları alınarak Menbiç’ten çekilmesini ve bölgede Türkiye ve ABD’nin birlikte güvenliği sağlamasını öngören) bu anlaşma Suriye’nin doğu bölgeleri için de örnek olabilecek bir düzenlemeyi ortaya çıkartabilecektir.
Türkiye ve ABD’nin Menbiç’te bir uzlaşı ortaya çıkartmalarının en önemli sonucu Ankara ile Vaşington arasında Suriye’de yaşanan güven bunalımının (görüşmeler ve diplomasi yoluyla en azından bu aşamada) ortadan kaldırılması yönünde ciddi bir ilerleme sağlanabilmesidir. Türkiye açısından Doğu Suriye’deki (Fırat Nehri’nin doğusundaki) PYD/YPG varlığının ne olacağı, PYD/YPG’nin (sadece Menbiç’te değil) kontrolü altında tuttuğu Tel Abyad, Rakka ve Der el Zor gibi (geçmişte nüfusunun büyük çoğunluğu Arap olan) şehirlerde giriştiği demografik yapıyı değiştirme faaliyetleri ve (her şeyden önemlisi) Suriye’nin iç savaştan siyasi birliğini ve toprak bütünlüğünü koruyarak çıkması önemini korumaktadır. Ankara’nın bütün bu konu ve sorunları Vaşington’la konuşmak, (Menbiç’te varılan uzlaşıyı da model olarak kullanarak) çözmek istediği görülmektedir.
Türkiye açısından güney sınırlarının güvenliğinin sağlanması sadece Suriye bağlamında çözümlenebilecek bir konu değildir. Ankara PKK ile mücadele ve güney sınırlarının güvenliği açısından Suriye ve Irak’a bir bütün olarak bakmak durumundadır. Suriye’deki PYD/YPG varlığı Irak’a taşmakta, Sincar bölgesi (yeni bir Kandil olabilme özelliğiyle) Türkiye’de endişe yaratmaktadır.
PKK’nın Kuzey Irak’ta yerleşmesi esasen Türkiye açısında çok daha eskilere giden ve Türkiye-Irak sınırının topoğrafik yapısı nedeniyle çözümünde zorluklarla karşılaşılan bir sorundur. PKK’nin (Kuzey Irak’ta) Türkiye-Irak sınırının Irak tarafında (irili ufaklı) bir çok kampı bulunduğu, Türkiye’nin geçmişten beri Irak’taki PKK kamplarını (çoğunlukla) havadan ve (zaman zaman) karadan yapılan askeri harekatlarla hedef aldığı bilinmektedir. PKK’nin (Türkiye’ye 100-150 km kadar mesafedeki) Kandil Dağı’na yerleşmesi, PKK üst düzey yönetiminin burada bulunması ve Kandil Dağı’ndaki PKK kampları Ankara için uzun bir zamandan beri sorun olmayı sürdürmektedir.
Irak-İran sınırında bulunması, dağın batı yakasının Irak’ta, doğu yakasının İran’da bulunması, yüksek yerleşim alanları sağlaması dışında oldukça geniş bir alana yayılması Kandil’i, buradaki terörist faaliyetlerle mücadele bağlamında, Ankara için (uzun bir zamandan beri) başa çıkılması, çözümlenmesi gerekli bir sorun olarak ortaya çıkartmıştır. Türk yetkililerden gelen Kandil’e karadan askeri bir harekat açıklamaları, Ankara’nın artık Kandil konusunu (bu kez tamamen) çözme konusunda hareket etmeyi planladığını ortaya koymaktadır.
Türkiye’nin Irak’ta PKK ile mücadelede stratejisini de değiştirdiği, PKK ile mücadelenin (dağlık ve zor koşullarına rağmen) gerekirse kalıcı bir şekilde Irak içinde yapılacağı, PKK’nın Türkiye’ye sızma yollarının Irak içinde kapatılacağı anlaşılmaktadır. Hakkari’nin (Türkiye-Irak sınırının) hemen güneyinde (sınıra 20-25 km mesafede) Hakurt bölgesinde dört haftadır devam eden askeri operasyon bunu göstermektedir. Sincar ve Kandil’e karadan yapılacak askeri operasyonlar da bu yeni stratejinin önemli birer parçası olacaktır.
Irak’ta uygulanan yeni stratejinin (askeri operasyonların) başarısı, aynen son dönemde Suriye’de PKK’ya karşı yapılan mücadelede olduğu gibi, Türkiye’nin askeri ve diplomatik gücünün birlikte kullanılmasını gerektirmektedir. Irak’ta PKK ile mücadelenin askeri güç kullanımı yanında (Bağdat, Erbil, Süleymaniye, Tahran ve Vaşington’u kapsayan) diplomatik bir yönü bulunduğu açıktır.
Paylaş