Paylaş
Bu yazımda da zaten gündemde bulunan veya gündeme gelme olasılığı yüksek olan sorunlara bakmaya devam ediyorum.
Yeni Hükümetin ve Dışişleri Bakanın dış politikada (acil) önceliklerinin (baktığım gibi) Orta Doğu kaynaklı sorunlar olacağı yönünde işaretler şimdiden ortadadır. Salı günü yayımlanan yazımdaki konular yanında, (İran Nükleer Anlaşmasından çekilen) ABD’nin İran karşıtı politikalarının nasıl bir şekil alacağı hususunun Ankara tarafından çok yakından izlenmesi gerekmektedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (Rusya vetosu nedeniyle)İran’a (İran Nükleer programını başlatmadığı sürece) yeni ekonomik yaptırımlar uygulaması zor görülmektedir.
Bununla birlikte, Trump Yönetiminin İran’a tek yanlı olarak (tekrar) uygulamaya başladığı ekonomik yaptırımlara AB ülkesi ülkelerin ve (içinde Türkiye’nin de bulunduğu) NATO müttefiklerinin de destek vermesi yönündeki baskısının artması olasılığı her zaman mevcuttur. Vaşington’un İran’a yönelik olarak (bu konuda daha istekli İsrail ve Suudi Arabistan’ın teşvikiyle) askeri tedbirlere başvurması ve İran nükleer kapasitesinin yok edilmesi için (veya daha da geniş amaçlı olarak İran rejiminin zor yoluyla devrilmesi yönünde) askeri maceralara girişmesi de ihtimal dışı bulunmamaktadır.
Trump Yönetimi’nin (İsrail ve Suudi Arabistan ile birlikte) İran’la nasıl “baş etmeye” karar vereceği henüz açık değildir. Ancak, Trump Yönetimi’nin İran’a karşı (Obama Yönetiminden ve Avrupalı müttefiklerinden farklı olarak) uzlaşma yerine çatışma yöntemlerini tercih edeceği artık ortadadır. İran konusu önümüzdeki dönemde Türkiye için sorun yaratacak ve Ankara’yı zor tercihlere yönlendirecek durumlar ortaya çıkartabilecek gibi görünmektedir. Türkiye, BM dışındaki ekonomik yaptırımları dikkate almayacağını (esasen) açıklamış olmakla beraber, (İran konusundaki) gelişmeler karşısında AB’nin ve Rusya’nın nasıl tutum alacakları (Ankara kadar) diğer ülkeler için de önem taşıyacaktır.
Yeni Türk Hükümeti ve Dışişleri Bakanı için ABD ile ilişkilerin sorunsuz ve (mümkün olduğu kadar) çalkantısız bir şekilde yürütülmesi (her zaman olduğu gibi) önem taşımaktadır. Ankara ile Vaşington arasında ilişkilerde “güvensizlik” yaratan sorunlar zaten ortadadır. Menbiç Anlaşmasıyla Suriye’de olumlu yönde ciddi bir adım atılmıştır. Menbiç Anlaşması Ankara kadar Vaşington’un da ilişkileri tamir etmek isteğini göstermesi bakımından da önemlidir. Ancak Vaşington’da (sayısı son dönemde artan) Türkiye aleyhtarı çevre ve lobilerin (özellikle Kongre üzerinde) faaliyetlerini arttırdıkları yönünde işaretler de bulunmaktadır.
Ankara ve Vaşington’un önünde Menbiç Anlaşmasının sahada uygulanmasının sağlanması, PYD/YPG’nin kontrolü altında bulunan (Fırat Nehrinin doğusunda) Doğu Suriye’de de (Menbiç yol haritası örnek alınarak) düzenlemelere gidilmesi gibi konular bulunmaktadır. ABD’nin F-35 savaş uçaklarının Türkiye’ye teslimi konusunda atacağı yanlış adımlar iki ülke arasında daha ciddi sorunlara (güvensizlik ortamının büyümesine) yol açabilecek potansiyeli taşımaktadır.
Trump Yönetiminin (tamamen İsrail Başbakanı Netanyahu’nun istekleri doğrultusunda hazırlandığı ifade edilen) Filistin “çözüm” planını açıklaması, bu planı kabul ettirmek için Filistinliler üzerinde (Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır gibi ülkeler zorlanarak) kurulacak (aşırı) bir baskı, İran’a karşı politikalarda (ekonomik ve askeri yöntemlerde) hızlı tırmanma bütün bölge (Orta Doğu) için sonuçlar yaratacağı gibi, (iyi yönetilemediği takdirde) Ankara-Vaşington hattında da (yeni ve büyük) çalkantılara yol açabilecektir.
Türkiye’nin, Trump Yönetiminin uluslararası ilişkiler ve özellikle ABD’nin (Çin yanında) Transatlantik müttefikleriyle (başta Almanya ve Kanada olmak üzere) ilişkilerinde önemli sorunlar yaratan dış politikasını kendi lehine çevirebilecek yollar bulması önem taşımaktadır. Ankara’nın, Başkan Trump (ve çevresindeki yetkililerin) Dünya’yı algılamalarının (daha önceki ABD Başkanlarından) çok farklı nitelikler taşıdığını değerlendirmesi ve Başkan Trump ve (çevresindekilerle) ilişkilerin buna göre şekillendirilmesi önemlidir.
Yeni Hükümetin ve Dışişleri Bakanının (dış politika gündeminde) zamanının önemli bir bölümünü alması beklenen diğer bir alanda (Balkanlar ve Kafkasya’da) komşularla ilişkiler olacaktır. Burada Yunanistan’ın (ikili ilişkilerde sorun çıkma olasılığı en yüksek komşu olması nedeniyle) ön plana çıkması beklenmelidir. Nitekim (içinde bulunduğu ekonomik krizden çıkma yolunda olduğu bildirilen) Yunanistan’ın Türkiye ile ilişkilerde (eski dönemleri hatırlatan şekilde) daha “maceracı” ve “çatışmacı” olması ihtimal dışı değildir.
Türkiye ile Yunanistan son yıllarda yapıcı ve (iki ülke için de) yararlı bir işbirliği içerisine girebilmiş, 1991 yılında başlayan “Deprem Diplomasisinin” olumlu etkileri son dönemlere kadar sürdürülebilmiş, kurulan ve devam ettirilebilen “iyi ilişkiler” özellikle ekonomik alanda sonuç verici olmuştur. Bu “iyi” ilişkiler ve “işbirliği” döneminin temelinde iki ülke arasında var olan sorunların (bir yandan çözümüne çalışılırken) dondurulması (sıcak krizlere dönüşmesine izin verilmemesi) yatmaktadır. Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi’nde (birbiriyle bağlantılı) birçok sorun bulunmaktadır. Geçmişte bu sorunlar Türkiye ile Yunanistan’ı (Kardak krizinde görüldüğü gibi) sıcak bir çatışmanın eşiğine kadar getirmiştir. Yunanistan’da bu sorunları tekrar istismar etmek isteyenlerin (Savunma Bakan Kammenos gibi) etkilerini arttırdığı izlenmektedir.
Ankara ile Atina’nın 1990’lardan bu yana yaşadığı iyi ilişkiler döneminin devamının bir şartı da iki ülkenin birbirlerinin hassasiyetlerine saygı göstermeleri ve bu hassasiyetleri dikkate almalarıdır. Yunanistan’ın son dönemlerde Türkiye’deki askeri darbe girişimine karışarak Yunanistan’a kaçanlarla ilgili aldığı kararlar Ankara’da ciddi endişe yaratmıştır. Yunanistan’ı (geçmişi hatırlatan bir şekilde) darbecileri ve teröristleri koruyan bir tutuma sokan bu kararlar, Atina’da Ankara ile ilişkileri yine çatışmacı, gergin eski dönemlere geri götürmek isteyen çevrelerin etkilerini arttırdığına işaret etmektedir.
Atina, Ankara’nın hassasiyetlerini dikkate almadığı ve Yunanlı politikacılar (iki ülke arasındaki) sorunları istismar etmeye devam ettikleri takdirde, Türkiye ile Yunanistan arasındaki işbirliği ortamını sürdürmek giderek zorlaşacaktır. Yunanistan Başbakanı Çipras’ın Ankara-Yunanistan ilişkilerinin iyi bir düzeyde devamının Atina için önemini anladığı ve (iki ülke arasında) işbirliğinin devamını istediği yönünde işaretler hala mevcuttur. Ancak, Yunanistan’da (maceracı) aşırı sağın güçlenmesi Atina’yla ilişkiler konusunda Türkiye’nin ihtiyatlı (ve müteyakkız) olmasını gerektirmektedir.
Diğer yandan Kıbrıs sorununu (görüşmeler yoluyla) çözmenin (her geçen gün) biraz daha zorlaştığı, Kıbrıs Rum tarafının Ada’da Türk tarafının gerçek eşitliğini tanımaya (iktidarı Kıbrıslı Türklerle eşit bir şekilde paylaşmaya) yanaşmasının çok zor olduğu ortaya çıkmaktadır. Anastasiadis’in uzlaşmaz ve katı tutumu Kıbrıs Türk tarafı (ve Türkiye) için hayal kırıklığı yaratmıştır. Kıbrıs sorunun geçmişi dikkate alındığında Kıbrıs Türk tarafının (ve Türkiye’nin) Kıbrıs Rum tarafına güvenmesi imkanı bulunmamaktadır. Bütün işaretler Kıbrıs Rum tarafının (hala) Kıbrıs Türklerini (adada iktidarı paylaşacakları) eşit bir ortak değil, (hizaya sokulacak) bir azınlık olarak görme eğiliminde olduğunu göstermektedir.
Çok uzun bir zamandan beri devam eden görüşme süreci Kıbrıs’ta nasıl bir çözümün gerçekçi olduğunu ortaya çıkartmıştır. Bu çözümü kabul etmesi için Kıbrıs Rum tarafı üzerinde ciddi bir uluslararası baskı uygulanması gerekmektedir. Bu baskıyı uygulayacak güçler Avrupa Birliği, ABD ve (bir ölçüde) Rusya’dır. Ancak ne AB, ne ABD, ne de Rusya’nın (değişik sebeplerle de olsa) Kıbrıs Rum Yönetimi üzerinde bu baskıyı uygulama isteği ve niyeti olmadığı artık çok açık olarak ortadadır. Hatta bu üç küresel gücün (değişik sebeplerle) Kıbrıs sorununun çözümünü istemediğine işaret edenlerin de sayısı oldukça çoktur.
Kıbrıs sorununun çözümünün Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının çıkarılması ve Türkiye ile ekonomik ilişkiler kurulması dahil doğuracağı olumlu sonuçların Kıbrıslı Rumlar için yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda Kıbrıs sorunun masa başında görüşmeler yoluyla çözümü konusunda iyimser olmak için bir sebep bulunmamaktadır. Bölünmüş Kıbrıs’ın AB’ye alınması, Kıbrıs Türk tarafına uygulanan uluslararası haksız yaptırım ve kısıtlamaların (izolasyonların) ise devamı da dikkate alındığında, Türkiye için Kıbrıs konusunda (Maraş’ın iskana açılması ve Türkiye ile konfederasyon gibi) cesaretli bazı adımların ciddi bir şekilde tartışmaya açılması zamanı gelmiş gibi gözükmektedir.
Yeni Hükümetin ve Dışişleri Bakanı’nın masasında (acil bir konu olarak) Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon enerji kaynakları konusunda Kıbrıs Rum tarafının giriştiği tek taraflı girişimlerin önlenmesi konusu da bulunacaktır. Türkiye’nin bu konuda (Kıbrıs Rum tarafını) önleyici politikalarından artık bu enerji kaynaklarını kendisi çıkartmak yönünde harekete geçmesi ve adımları atması gerekmektedir.
Yeni Hükümetin ve Dışişleri Bakanının ilgilenmek durumunda kalacağı (en) öncelikli konular arasında AB ile ilişkilerin bulunduğu açıktır. Bu konuda da, mevcut şartlar ve Avrupa’da yükselen (yabancı ve İslam düşmanlığına paralel şekilde büyüyen) Türkiye karşıtlığı dikkate alındığında iyimser olmak zor gözükmektedir. Önümüzdeki 6 ay içinde popülist aşırı sağın iktidarda bulunduğu Avusturya’nın AB dönem başkanı olacağını dikkate almak bile bu konudaki zorlukları ortaya koymaktadır. AB’nin önde gelen ülkelerinin (Almanya, Fransa) Türkiye’yi (bırakın ortak ve müttefik) rakip ve hatta (Rusya gibi) hasım olarak algıladıklarının daha açık bir şekilde ortaya çıktığı bir ortamda (iki taraf içinde yararlı sonuçlar verecek) Gümrük Birliğinin yenilenmesi ve genişletilmesi müzakerelerinin başlatılabilmesi bile çok zor görünmektedir.
Yeni Hükümetin Dışişleri Bakanının katılacağı ilk uluslararası toplantının 11 ve 12 Temmuz tarihlerinde Brüksel’de yapılacak NATO Zirvesi olması muhtemeldir. Başkan Trump’ı (G-7 Zirvesinde kamuoyu önünde atıştığı) Transatlantik müttefiklerinin liderleriyle bir araya getirecek bu Zirve, NATO içi çekişmeler bakımından olduğu kadar, Türkiye’nin ABD ve Avrupalı ülkelerle ilişkileri açısından da önem taşıyacaktır. Zirve sırasında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ve (heyetinde yer alacak) Dışişleri Bakanı’nın (ABD dahil) NATO üyesi ülkelerdeki karşıtlarıyla ikili görüşmeler gerçekleştirmesi beklenmektedir.
Paylaş