Paylaş
Aralarında Başkan Trump’ın da bulunduğu çok sayıda devlet ve hükümet başkanı bu Zirve için Brüksel’de. NATO Zirvesinde Türkiye’yi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başkanlığında bir heyet temsil ediyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan yeniden seçilmesinden ve Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişinden sonra yurt dışına (Azerbaycan ve KKTC’ye) yaptığı ilk (geleneksel ikili) ziyaretlerden sonra NATO Zirvesine katılmak için Brüksel’e geldi.
Türkiye 66 yıldan bu yana NATO üyesidir. NATO 2. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra 1949 yılında (o dönemde) Sovyetler Birliğinin Avrupa’da doğurduğu güvenlik tehdidine karşı 12 Transatlantik ülkesi tarafından kurulmuştur. Türkiye’de (yine aynı sebeple, kuruluşundan sadece 4 yıl kadar sonra, Yunanistan’la beraber) 1952 yılında NATO İttifakına üye olmuştur.
Ankara’nın NATO üyesi olmak için 2. Dünya Savaşı’ndan sonra gösterdiği yoğun çabanın temelinde Sovyetler Birliği’nin (o dönemde) Türkiye için yarattığı açık tehdidin bulunduğu görülmektedir. Savaştan sonra (Bulgaristan dahil) Doğu Avrupa ülkelerinin komünist güçlerin kontrolüne (ve Sovyetler Birliği işgali altına) girmesi, Moskova’nın Yunan iç savaşında oynadığı rol ve (her şeyden önemlisi) Sovyetler Birliği’nin Türk Boğazları konusundaki istekleri ve Türkiye’ye yönelttiği (açık ve kapalı) toprak talepleri Ankara’da ciddi endişe yaratmıştır.
Türkiye de bu dönemde (Batı Avrupa ülkeleri gibi Sovyetler Birliği’nin yarattığı tehdide karşı) güvenlik arayışında (ABD ile artan ilişkileri ve) NATO’yu odak noktası olarak görmüş, Türkiye’nin tam üyeliğine karşı NATO’nun Avrupalı bazı üyelerinden gelen başlangıçtaki bazı itirazların aşılmasından sonra (Yunanistan ile birlikte) NATO ittifakına alınmıştır.
Türkiye (ve Yunanistan’ın) NATO üyeliğine kabulü NATO’nun Avrupa’daki ilk genişlemesidir. NATO üye sayısı 12’den 14’de çıkmış, bundan sonraki genişleme 1955 yılında Batı Almanya’nın NATO’ya alınmasıyla gerçekleşmiştir. Sovyetler Birliğinin (ve Varşova paktının) dağılmasından sonra NATO ittifakının genişlemesi hızlanmış, NATO üye sayısı (bugün) 29’a yükselmiştir.
NATO’nun Doğu Avrupa’da (hemen sınırlarında) genişlemesinin Moskova’da ciddi bir rahatsızlık yarattığı, bu rahatsızlığın özellikle Ukrayna ve Gürcistan konusunda giderek arttığı ve Moskova’nın bu iki ülkeye yaptığı müdahalelerin arkasında Batı’nın (NATO ve AB olarak Rusya’ya doğru) genişlemesinin yattığı açıkça görülmektedir. Bugün Batı ile Rusya arasındaki yeni çatışmadan en fazla etkilenen ülkeler de Ukrayna ve Gürcistan olarak ön plana çıkmaktadır.
NATO 66 yıldan bu yana Türkiye ile Batı Dünyasını bağlayan en önemli kurum olmuştur. Türkiye “Soğuk Savaş” döneminde NATO’nun ön planda rol oynayan ülkelerinden biri durumuna gelmiş, Batı Dünyasındaki rolü giderek artmıştır. Ancak Soğuk Savaşın bitmesinden sonra Türkiye Batı ilişkilerinde “sorunlar” kamuoyunun önüne çıkmaya ve Türkiye ile Batı arasında “bir şeylerin iyi gitmediği” daha fazla görülmeye başlanmıştır.
Bu durumun temelinde (geçmişte Sovyetler Birliğinin ve şimdi Rusya’nın dengelenmesi için) Türkiye’nin NATO üyeliğinden “memnun gözüken” Batı’nın iş ekonomik ve siyasi bütünleşmeye gelince farklı davranması ve Türkiye’ye karşı “çifte standartlar” uygulaması yattığına inananların sayısı giderek artmaktadır. Türkiye’nin AB üyeliği (şu veya bu sebep ve gerekçelerle) yıllardan beri sürüncemede bırakılırken ve AB’nin esas amacının Türkiye’nin üyeliği değil, AB kapısında bekletilmesi olduğu açıkça ortaya çıkarken, (aralarında eski Varşova Paktı üyeleri ve bölünmüş Kıbrıs’ın da bulunduğu) birçok Avrupa ülkesinin alelacele AB’ye kabulünün Ankara’da yarattığı hayal kırıklığı ve Türk kamuoyunda ortaya çıkarttığı kızgınlığın (AB’ni yöneten) Avrupa başkentlerinde dikkate alındığını gösteren bir işaret bulunmamaktadır.
Tam tersine, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un bir konuşmasında vurguladığı gibi, AB’nin önde gelen ülkelerinin Türkiye’yi (bırakın NATO içinde bir “müttefik” ve AB içinde “ortak” ve potansiyel bir üye) Balkanlar gibi bölgelerde önü kesilmesi gereken bir “rakip” ve hatta (Rusya gibi) bir “hasım” olarak gördüklerini gösteren işaretler artmaktadır. Avrupa’da artan “yabancı düşmanlığı”, “İslamofobi” gibi sosyal hastalıkların Avrupalı popülist politikacıların da katkısıyla Türkiye düşmanlığına dönüştürüldüğünü düşünenler giderek artmaktadır.
Brüksel’de 11-12 Temmuz tarihlerinde yapılan NATO Zirvesinden hemen önce ABD’nin NATO Büyükelçisinin bir Amerikan televizyon kanalında yayınlanan mülakatı çok ilginçtir. Eski bir senatör olan Büyükelçi Kay Bailey Hutchison bu mülakatta Rusya’yı Türkiye’yi NATO’dan koparmaya çalışmakla suçlamakta, ancak Rusya’nın Türkiye’yi NATO’dan ayrılmasının mümkün olmayacağını, Türkiye ile NATO arasındaki bağların güçlü olduğunu vurgulamaktadır. Bu mülakattan kısa bir süre önce de Fransa Cumhurbaşkanı Makron yine bir konuşmasında Türkiye ile Rusya arasındaki bağları zayıflatmaktan bahsetmiştir. Batı’nın Türkiye’nin Rusya ile artan ekonomik bağlarından ve siyasi işbirliğinden rahatsızlık duyduğunu gösteren işaretler artmakta, ABD’nin Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi almasına gösterdiği tepki (Vaşington’da özellikle Kongre üzerinde etkili malum Türkiye aleyhtarı çevre ve lobilerin de harekete geçmesi ve teşvikiyle) yanlış yönlere sürüklenmek istenmektedir.
Türkiye ile Rusya arasındaki ekonomik işbirliğinin geliştiği bir gerçektir. Bunun temel sebebi iki ülke ekonomilerinin birbirlerini tamamlaması ve ekonomik işbirliğinin iki ülke için de yararlı olmasıdır. Rusya ile ekonomik işbirliği yapan (ve bu işbirliğini arttırmak isteyen) tek ülke de Türkiye değildir. Türkiye’nin Suriye’de Rusya ile yürüttüğü siyasi işbirliğinin temelinde de ABD’nin kapsamlı bir Suriye stratejisi ortaya koyamaması ve (son dönemde DEAŞ’la mücadele gerekçesi altında) PKK’nın Suriye uzantısı bir örgütle girdiği işbirliğinin bulunduğu herhalde (Irak’tan sonra şimdi de Suriye’de ciddi hatalar yapan) Vaşington’da (dış politika konularına hakim) birçok çevre tarafından da bilinmektedir.
Geçmişe baktığımızda Batı’nın Türkiye’ye yönelik “çifte standartları” ve “ayrımcılığı” birçok örnekte kendini göstermektedir. Türkiye kalkınması için gerekli demir-çelik ve alüminyum sanayilerini kurmak istediğinde (“Soğuk Savaşın” bütün hızıyla sürdüğü bir dönemde bile) Batı ülkelerinden destek bulamamış, Türkiye’de bu fabrikaların kurulması ancak Sovyetler Birliği’nin sağladığı kredi ve destekle mümkün olabilmiştir. Yine benzer bir şekilde Türkiye Fırat ve Dicle Nehirleri üzerinde önemli projelerini açıkladığında ve barajlar yapmak istediğinde Batı’dan kredi sağlamakta ciddi sorunlarla karşılaşmış, sonuçta bu barajların çoğunu kendi imkanlarıyla tamamlamak zorunda kalmıştır.
Bugün Nükleer enerji konusundaki durum da (geçmişten) çok farklı değildir. Türkiye Akkuyu Nükleer Santralı’nı yapmak için Batı’dan destek bulamadığı için başka alternatiflere gitmek ve başka seçenekler aramak zorunda bırakılmıştır. S-400 Savunma Sistemi konusunda da benzer bir durumla karşılaşılmaktadır. Burada da Batının Türkiye’nin ihtiyaçlarına ilgisizliği ve işbirliğinden kaçınması Türkiye’yi alternatif çözümler aramaya iten başlıca sebep olarak ortaya çıkmaktadır. Vaşington’da F-35 uçaklarıyla ilgili Türkiye’ye yöneltilen tehditlerin Ankara’da yarattığı olumsuz etkilerin (Türkiye’ye husumetleri tamamen başka nedenlerden kaynaklanan çevre ve lobilerin etkisinde hareket ettiği anlaşılan) Kongre’ye anlatılması görevi (en başta) Trump Yönetimine düşmektedir.
Türkiye’nin geçmişte ABD’nin silah ambargosu uyguladığı tek NATO üyesi ülke olduğu ve bu ambargonun Türkiye-ABD ve Türkiye-Batı ilişkileri üzerinde bıraktığı çok olumsuz sonuçlar kesinlikle unutulmamalıdır. Her ne kadar bu silah ambargosunun da etkisiyle, Türkiye oldukça başarılı bir savunma sanayi kurma yoluna yöneldiyse de, Batı’daki (ABD ve Almanya’daki) her yeni silah ambargosu söylemi ve (Türkiye’ye yöneltilen) baskı Ankara’nın ve (daha da önemlisi) Türk kamuoyunun Batı’ya güvenini büyük ölçüde zedelemektedir.
Türkiye’den bakıldığında da NATO’nun önemi devam etmektedir. NATO hala Türkiye’yi Batı Dünyasına bağlayan temel kurum durumundadır. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in Türkiye-NATO ilişkilerinin sorunsuz bir şekilde sürdürülmesindeki tutumu (Danimarka Başbakanı olduğu dönemlerden çok farklı bir şekilde) şimdiye kadar oldukça yapıcı olmuştur. Türkiye NATO ilişkilerinin sorunsuz bir şekilde devamı (son olarak ABD’nin NATO Büyükelçisinin haklı bir şekilde ifade ettiği şekilde) hem Türkiye hem de Batının çıkarınadır. Türkiye NATO çerçevesinde üzerine düşen görevleri yerine getireceğini daima göstermiştir.
Ancak, NATO Türkiye’nin Batıyla ilişkilerinin önemli olmakla beraber (sadece) bir “yanını” oluşturmaktadır. Türkiye’nin Batı’yla ilişkilerinde temel sorun AB’nin lider ülkelerinin Türkiye’yi Avrupa’nın ekonomik ve siyasi bütünleşmesinin dışında tutma yönünde hareket etmeleridir. Türkiye’nin Batının güvenlik mekanizmalarının (NATO) içinde bulunması, buna karşılık AB’nin Türkiye’yi Avrupa’nın ekonomik ve siyasi yapılanması (AB) dışında tutmak istemesi çelişkili (ve uzun dönemde sürdürülmesi zor) bir durumu (çarpıklığı) ortaya çıkartmaktadır.
AB’nin Türkiye’yi sadece güvenlik konularında ve sığınmacıların Avrupa’ya akımının engellenmesinde işbirliği yapılacak bir ülke olarak görmeyi ve Türkiye ile ilişkilerinde bu yönde davranmayı durdurması, Türkiye’nin uzattığı eli geri çevirmemesi, Türkiye Avrupa bağlarının güçlendirilmesi yönünde gayret göstermesi gerekmektedir.
Trump Yönetimi Menbiç Anlaşması’yla Türkiye’yle ilişkilerin yeniden düzene konulması ve Ankara ile Vaşington arasında güven ortamının tekrar kurulması yönünde ciddi bir adım atmıştır. Şimdi Ankara ile ilişkilerin önünü açma yönünde adımların AB’den gelmesi Türkiye Batı ilişkilerinin doğru yöne çevrilmesi konusunda önemli bir katkı sağlayacaktır. Avrupa’daki mevcut şartlar dikkate alındığında bu adımların, Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliğinin güncellenmesi ve genişletilmesi müzakerelerinin başlatılması, Türk vatandaşlarına vize kolaylıklarının sağlanması gibi konularda gelmesi daha gerçekçi gözükmektedir.
Brüksel Zirvesi sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aralarında ABD Başkanı, Fransa Cumhurbaşkanı, İngiltere ve Almanya Başbakanlarının da bulunduğu liderler ile AB Konsey, Komisyon ve Parlamento Başkanlarıyla görüşmelerinde tüm bu konuların gündeme gelmesi ve ele alınması beklenmektedir.
Paylaş