Paylaş
Başkan Trump iktidara geldiğinden beri Orta Doğu’da tüm dengeleri değiştirici kararlar alıyor. Bu kararların Trump Yönetimi’nin Orta Doğu’ya bakışını giderek İsrail Başbakanı Netanyahu’nun görüşleri paraleline çektiği yönündeki görüşler de ağırlık kazanıyor.
Trump Yönetimi’nin Orta Doğu ile ilgili aldığı son karar UNRWA’yı ilgilendiriyor. UNWRA Orta Doğu’da (Gaza ve Batı Şeria ile Lübnan, Ürdün ve Suriye’de) yaşayan Filistinli mültecilere yardım için kurulmuş, Filistinli mültecilere eğitim, sağlık ve sosyal servisler alanında yardımcı olan bir BM kuruluşu. UNWRA Filistinli mültecilerin yaşamında ve Filistin mülteci kamplarında günlük yaşamın sürdürülmesinde önemli bir rol oynuyor.
Trump Yönetimi bu hafta başında ABD’nin UNRWA’ya yaptığı yıllık 350 milyon dolar civarındaki katkıyı tamamen durdurduğunu açıkladı. ABD katkısı bu kuruluşun yıllık bütçesinin %30 kadarını oluşturuyor. Vaşington bu kararını açıklarken UNRWA’nın “düzeltilemeyecek kadar sorunlu” bir kuruluş olduğunu ve İsrail ile Filistinliler arasındaki “barış arayışına” da yardımcı olmadığını ileri sürdü.
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun uzun bir süreden beri UNRWA’ ya karşı olduğu, bu kuruluşun Filistin mülteciler sorununu “kalıcı” hale getirdiğini ve Filistinli mültecilerin İsrail’e geri döneceği gibi “yanlış” bir fikri hakim kılarak, Filistinlilerin İsrail karşısındaki tutumunun “sertleşmesine” neden olduğunu düşündüğü biliniyor. Trump Yönetimi UNRWA’ya katkısını keserek bir kez daha Başbakan Netanyahu’nun yanında yer almış ve (onun sert ve uzlaşmaz tutumunu) desteklemiş oldu.
UNRWA 1948 Yahudi-Arap savaşından ve İsrail’in kurulmasından hemen sonra 1949 yılı Aralık ayında Birleşmiş Milletler tarafından, savaşın ortaya çıkarttığı 700 binin üzerindeki Filistinli mültecinin (evlerine dönüşleri sağlanıncaya kadar) acil ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla kurulmuştur. 1948 Savaşının yarattığı bu Filistinli mültecilere, 1967 İsrail-Arap Savaşı sırasında 300 bin kadar Filistinli mülteci daha katılmıştır.
Bugün UNWRA yardım ve servislerinden yararlanan (Gaza ve Batı Şeria ile Ürdün, Lübnan ve Suriye’de yaşayan) Filistinli mülteci sayısının 5 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. UNRWA’nın merkezi Gaza ve Amman’da bulunmakta, kuruluşun başında İsviçreli bir yetkili (Genel Komiser) görev görmektedir. ABD’nin kuruluşa katkısını kesmesinin (58 UNWRA kampında bulunan) Filistinli mültecilerin zaten çok zor olan yaşam şartlarını daha da kötüleştirmesinden, karardan UNRWA okul ve acil gıda servislerinden yararlanan 500 bin Filistinli çocuk ile 1 milyon Filistinlinin olumsuz şekilde etkilenmesinden korkulmaktadır.
Vaşington’un bu kararına ilk tepkiler (bekleneceği gibi) Filistin Yönetimi ve (sürpriz bir şekilde) Almanya’dan gelmiştir. Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas Trump Yönetiminin kararını eleştirerek, UNRWA’nin mali bir krize sürüklenmesinin bölgedeki istikrarsızlığı arttıracağı uyarısında bulunmuş, ülkesinin bu BM kuruluşuna yaptığı yardımı arttıracağını açıklayarak, diğer AB ülkelerini de aynı şekilde hareket etmeye çağırmıştır.
Türkiye’de (Dışişleri Bakanlığı) konuyla ilgili bir açıklama yaparak ABD kararından duyulan “hayalkırıklığını” ifade etmiş, UNRWA faaliyetlerinin kesintisiz bir şekilde devamının gerektiği vurgulanmıştır. Açıklamada Türkiye’nin UNRWA Danışma Komisyonu Başkanlığını yürüttüğüne atıf yapılarak, konunun 27 Eylül tarihinde New York’ta Türkiye, Ürdün, Japonya, İsveç ve AB’nin eş ev sahipliğinde BM Genel Sekreteri ve UNRWA Genel Komiseri’nin katılacağı bir toplantıda ayrıntılı şekilde ele alınmasının öngörüldüğü bildirilmiştir.
Uluslararası toplumun birlikte hareket ederek ABD’nin UNRWA’ya desteğini kesme kararının olumsuz etkilerini ortadan kaldırması mümkündür. Almanya’nın bu yönde atmakta olduğu adım da yapıcıdır. 27 Eylülde BM Genel Kurulu marjında New York’ta yapılacak UNRWA toplantısından da bu kuruluşu destekleyecek kararlar çıkması beklenmektedir.
Ancak Trump Yönetimi’nin UNRWA ile ilgili bu son kararı, Vaşington’un Orta Doğu’da ne yapmak istediği, Başkan Trump’ın ABD’nin bugüne kadar izlediği politikalardan ayrılarak, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun sert, uzlaşmaz ve yayılmacı politikalarını niye desteklediği hususunda birçok soru işaretinin daha da kuvvetlenmesine yol açmıştır.
Gerçekten bakıldığında Vaşington’da yönetime geldiğinden bu yana Başkan Trump’ın Orta Doğu’yla ilgili aldığı kararlar birçok soru işaretini de beraberinde getirmektedir. Bu kararlardan hiçbiri ABD’nin geleneksel (Avrupalı) müttefikleri tarafından desteklenmemiş, tam tersine Vaşington’un dış politika alanında biraz daha yalnızlaşmasına ve ABD ile Avrupa ülkeleri arasında bağların daha da zayıflamasına neden olmuştur.
Trump Yönetimi ilk olarak aldığı ABD Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararı olumsuz etkilerini bugün bile sürdürmektedir. Trump Yönetiminin bu kararı nedeniyle ABD İsrail-Filistin barış müzakerelerindeki arabulucu rolünü de büyük ölçüde kaybetmiştir. İsrail-Filistin barış müzakereleri esasen Başbakan Netanyahu’nun uzlaşmaz tutumu nedeniyle zaten uzun bir süreden beri çıkmaza girmiş durumdadır.
Trump Yönetimi’nin Başbakan Netanyahu’yu tamamen destekleyen politikaları İsrail-Filistin sorununa masa başında kalıcı ve adil bir çözüm bulunmasının önünü tıkarken, Başbakan Netanyahu Batı Şeria’da yayılmacı politikalarına hız vermekte, İsrail Filistinlilerle masa başında varılacak gerçek “ iki devletli” bir çözümden giderek uzaklaşmaktadır.
Esasen Trump Yönetimi’nin Filistin sorununu masa başında görüşmeler yoluyla çözmek konusunda (Başbakan Netanyahu gibi) fazla istekli de olmadığı, Trump Yönetiminin Filistinlilere bir “çözümün” zorla kabul ettirilesini amaçladığı, bu yönde Trump Yönetimi tarafından (tamamen Başbakan Netanyahu’nun görüşleri doğrultusunda) bir “çözüm planının” da hazırlandığı bir müddetten beri konuşulmaktadır.
Başkan Trump’ın, Orta Doğu sorununda danışmanlığını da yürüten, damadı Jared Kusher tarafından hazırlandığı anlaşılan bu plan henüz açıklanmamıştır. Ancak planın Batı Şeria’nın önemli bir bölümünü İsrail’e bırakılacağı ve buna karşılık Sina Yarımadasındaki kurak bazı toprakların Mısır tarafından kurulacak Filistin “Devletine” verileceği yönündeki “bilgiler” basında yer almaktadır. Başkan Trump’ın “asrın çözümünü” kendisinin başaracağı, (Kudüs kararıyla) Kudüs konusunu görüşme masasından “kaldırdığı” yönündeki ifadeleri de bu plana ve bir çözümün Filistinlilere empoze edilmeye çalışılacağına işaret etmektedir.
Böyle bir planın mevcut Filistin Yönetimi tarafından kabul edilmesi imkanı bulunmadığı dikkate alındığında, Başkan Trump’ın (Başbakan Netanyahu ile birlikte) mevcut Filistin Yönetimi içindeki üst kadroyu değiştirmek istediği, Filistin Yönetimini “ikna etmeleri” için Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri üzerinde ağır bir baskı oluşturduğu da basında yaygın bir şekilde yer alan haber ve bilgiler arasındadır. Trump Yönetimi’nin son UNRWA kararını da bu çerçevede değerlendirenler çoğunlukta olacaktır.
Filistin Yönetimi’nden yapılan açıklamalar Trump Yönetiminin Doğu Kudüs dahil Batı Şeria’daki topraklarının önemli bir bölümünü İsrail’e bırakmayı kabul ettikten sonra kurulacak Filistin Devleti’nin Ürdün’le bir “federasyon” veya “konfederasyon” kurmasını istediğine de işaret etmektedir. Böylece Trump Yönetimi 1967 Savaşı öncesinde İsrail’in savunduğu Ürdün’ün (esasen) Filistin Devleti olduğu görüşüne tekrar geri dönmekte, İsrail’in Doğu Kudüs ile Batı Şeria’nın bir bölümünü elinde tutması için zemin hazırlamaya çalışmaktadır.
Jared Kushner tarafından Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Ürdün Kralı Abdullah’a iletildiği anlaşılan “federasyon” veya “konfederasyon” önerisi hem Filistinliler hem de Ürdün tarafından reddedilmiştir. Ancak artık bütün işaretler Trump Yönetimi’nin AB ülkeleri dahil bütün Dünya’nın desteklediği (İsrail ve Filistin Devletlerinin bir arada ve barış içinde yan yana yaşayacakları) “gerçek” iki devletli bir çözümü sağlamanın değil, Başbakan Netanyahu’nun İsrail’i Batı Şeria’da genişletmeyi ve Filistinlileri tamamen kontrol altında tutmayı amaçlayan “çözüm planlarının” peşinden gittiğini göstermektedir.
Trump Yönetimi Orta Doğu’yla ilgili diğer önemli kararını ABD’yi İran Nükleer Anlaşmasından çekerek almıştır. Başkan Trump’ın bu kararı da Berlin ve Paris gibi önemli Avrupa başkentlerinde ciddi bir tedirginlik yaratmış, ABD’nin Avrupa ile ilişkilerinde ciddi bir sorun daha ortaya çıkartmıştır. ABD’nin daha sonra İran’a karşı tek taraflı ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlaması ve Avrupa ülkelerinden de bu yaptırımlara uymalarını beklemesi Avrupa başkentlerindeki tedirginliği arttırmış görünmektedir. Vaşington’un İran’a karşı getirdiği yaptırımların bir bölümü geçtiğimiz ay yürürlüğe girmiş olup, ekonomik yaptırımların önemli bir bölümü de Kasım ayı içinde uygulamaya konulacaktır.
Hatırlanacağı gibi İran Nükleer Anlaşmasına en geniş tepki (Başkan Obama döneminde imzalandığında) Başbakan Netanyahu’dan gelmiştir. Trump Yönetimi bu konuda da Başbakan Netanyahu’nun tutumunu izler bir görünüm vermektedir. Trump Yönetimi’nin esas amacının İran’da rejim değişikliği olduğu konusundaki görüş artık birçok kişi tarafından paylaşılmaktadır.
Trump Yönetimi İran konusunu Orta Doğu politikası içinde ön plana çıkarmıştır. Bu konuda İsrail Başbakanı Netanyahu yanında Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerinin de Başkan Trump’ı “sertliğe” yönlendirdiği izlenmektedir. Başkan Trump ve Orta Doğulu “müttefikleri” ile İran arasındaki çatışma ekonomik alan ve yaptırımlar yanında Suriye, Irak ve Yemen’de sıcak silahlı çatışmalar olarak, Lübnan ve Bahreyn’de ise siyasi mücadele şeklinde devam etmekte, Orta Doğu ciddi bir belirsizlik ve istikrarsızlığa sürüklenmiş gözükmektedir.
Paylaş