Paylaş
Türkiye’nin karadaki askeri harekatı Türkiye-Suriye sınırının 120 km kadarlık bir bölgesinde devam ediyor. Türkiye PYD/YPG’nin Suruç ve Nuseybin şehirlerimize yaptığı saldırılara da anında cevap veriyor. Roketler, havan topları ve makinalı tüfeklerle sürdürülen çatışmalar esasında Fırat Nehrinden Irak’a kadar PYD/YPG’nin kontrolündeki uzunluğu 550 km kadar sınırın hemen her bölgesine yayılmış durumda.
PKK’nın Suriye uzantısı olan PYD/YPG sınırın hemen yanındaki şehirlerimize roket ve havan mermileriyle saldırıyor, sivil halktan kayıplara neden oluyor, Türkiye’deki tepkiyi arttırıyor. Bu durum bile Türkiye’nin Güvenli Bölge kurmaktaki ısrarının ne kadar haklı olduğunu gözler önüne seriyor; sınırının hemen karşı tarafında bir terör örgütünün yerleşmesine izin vermek istememesinin sebeplerini çok açık şekilde gösteriyor.
Türkiye, sınırın 120 km kadarlık bir bölgesinde Tel Abyad-Resulayn arasında 30 ila 35 km kadar derinlikte Güvenli Bölge kurmak üzere başlattığı askeri harekatı daha sonra Fırat Nehrinden Irak sınırına kadar çok daha geniş bir bölgeyi kapsayacak şekilde genişletti. Türkiye’nin sınır güvenliği ihtiyaçlarının ancak bu şekilde karşılanacağı açıktır.
Ankara’nın sınır ötesi askeri harekatına devam ederken, Türkiye’nin bir yandan da, çoğu NATO içinde müttefiki olan bazı ülkelerin uluslararası alanda Türkiye aleyhine başlattıkları kampanyalarla ve konunun diplomasi tarafıyla uğraşmak zorunda bırakılmasının Türk kamuoyunda haklı bir tepkiye sebep olduğu da görülüyor.
Suriye sorunuyla başından beri çok da ilgilenmeyen, Suriye konusuna sadece sığınmacılar meselesi açısından baktığı izlenimi veren Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin askeri operasyonunu “kınamakta” ve Türkiye’yi askeri operasyonu durdurmaya çağırmakta gösterdiği “aceleciliğin” Türkiye’de Avrupa ülkelerine olan tepkiyi arttırdığını görmemek zor.
AB ülkelerinin burada da durmayıp Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni “acil” toplantıya çağırması Türk kamuoyunda haklı olarak bu ülkelerin PYD/YPG’yi koruma içgüdüsü olarak değerlendirildi. Güvenlik Konseyindeki AB ülkeleri (daimi üye olarak Fransa ve İngiltere, geçici üyeler olarak da Almanya, Polonya ve Belçika) geçen hafta BM Güvenlik Konseyi’nin acil olarak toplanmasını sağladılar ve BM yoluyla Türkiye’nin Suriye’deki askeri harekatını durdurmaya çalıştılar.
Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesi var. Şu anda bunlardan 5’inin AB üyesi olması bile 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan uluslararası düzenin ne kadar haksız ve Dünya’daki mevcut dengeleri yansıtmaktan uzak olduğunu gösteriyor. Buna rağmen başını (AB’ni yönlendiren iki ülke) Fransa ile Almanya’nın çektiği bu 5 ülkenin BM’yi Suriye’deki gelişmelere “karıştırma” girişiminin tam bir “başarısızlıkla” sonuçlanması ise konunun oldukça ilginç yanı.
Bu 5 ülke BM Güvenlik Konseyi’ne bir karar tasarısı sunamadıkları gibi, Konseyin konu hakkında “ortak” bir açıklama yapmasını bile sağlayamadılar. Eğer Konsey bu konuda bir karar tasarısı kabul etseydi, bu karar tasarısı bağlayıcı olacak ve Türkiye’yi oldukça güç bir duruma sokabilecekti.
Her ne kadar Konseyin ortak bir açıklama yapması, bir karar tasarısı kadar güçlü olmasa da, BM’nin bu konudaki ortak düşüncesini yansıttığından, Türkiye’nin yine istemediği bir gelişmeydi. AB üyesi 5 ülke (bırakın bir karar tasarısını) Konsey’den Türkiye’yi askeri operasyonu sebebiyle “kınayan” ve operasyonu durdurmaya çağıran (karar tasarısı gibi bağlayıcı da olmayan) bir açıklamayı çıkartmayı da başaramadılar.
Basında bu konuda yer alan haberler BM Güvenlik Konseyi’nin Türkiye’nin askeri operasyonunu “kınayan” ortak bir açıklama yapmasının Rusya ve ABD tarafından “engellendiğine” işaret etmektedir. Hemen hemen Suriye’de hiçbir konuda anlaşamadıkları görüntüsünü veren Güvenlik Konseyi’nin iki daimi üyesinin, Türkiye’yi güç duruma sokacak bir gelişmeyi engellemek için, aynı şekilde hareket etmesi son derece ilginçtir.
BM Güvenlik Konseyi’nden ortak bir açıklama bile çıkartmakta başarısızlığa uğrayan AB üyesi 5 ülke daha sonra kendileri bir açıklama yapmak zorunda kalmışlardır. Yaptıkları açıklama esasen AB’nin daha önce yaptığı açıklamanın bir benzeridir ve Ankara’dan bakıldığında bu 5 ülkenin PYD/YPG’nin “korumacılığına” soyundukları görüntüsünü güçlendirmektedir.
AB üyesi 5 ülkenin BM’de başlattığı girişim Türkiye’yi zor bir duruma sokacak bir yönde gelişmemekle beraber, doğal olarak akıllara AB’nin Suriye’de niye bu şekilde Türkiye aleyhtarı ve bir terör örgütünü koruyucu bir tutum takındığı sorusunu getirmektedir. Bu sorunun cevabı sadece Suriye konusuyla da sınırlı kalmamakta, Avrupa’da Türkiye aleyhine uzun zamandan beri estirilen rüzgarların ve AB’nin Türkiye-AB ilişkilerinde (Gümrük Birliği’nin yenilenmesi gibi) iki tarafın da lehine olacak hiçbir açılıma ve adıma yanaşmamasının da anlaşılmasını sağlayabilecektir.
Suriye konusu zaten karmaşıktır. Suriye sorununun ülkedeki dinamikler, ülkenin dini, etnik ve mezhepsel yapısı kadar, bölgesel ve küresel aktörlerin Suriye’deki çıkarları ile doğrudan ilişkili yanları bulunmaktadır. Suriye’de olup bitenleri anlamanın ve anlatmanın zorluğuna şimdi bir de Suriye konusunun ABD iç politikasına “malzeme” yapılması eklenmiştir.
Başkan Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı telefon görüşmesi ve Suriye’deki Türkiye askeri harekatının başlamasından bu yana attığı bütün “tweetler” Vaşington’daki Suriye konusundaki görüş ayrılıklarını, karmaşayı ve meselenin (ABD için) büyüyen iç politika boyutlarını göstermektedir.
Bu tweetlerden bazıları ilgi çekicidir. Trump’ın 2014 yılında Obama Yönetiminin Suriye’de PKK ile giriştiği işbirliğinin hata olduğunu vurgulayan “tweeti” esasen sorunun özünü ortaya çıkartmaktadır. Türkiye başından itibaren bir terör örgütüyle (DEAŞ) mücadelenin diğer bir terör örgütüyle (PKK) yapılmasının yanlışlığını çok kereler vurgulamıştır. ABD’nin Suriye politikasını PKK üzerinden yürütme kararı vermesi ve bu (PKK ile) işbirliğini vardırdığı boyut bugün Ankara ile Vaşington’un Suriye’de karşılaştıkları meselenin (karşı karşıya gelmenin) temelini oluşturmaktadır.
Bir iş adamı gibi düşünen ve Suriye konusuna da ABD’ye getirdiği maddi çıkarlar açısından bakan Başkan Trump Suriye’den çekilmek istemekte, ancak ABD Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarındaki (Irak’ın işgalinin de rol alan) bir kesimin yoğun direnişiyle karşılaşmaktadır. Başkan Trump’ın geçen hafta attığı “tweetlere” bakıldığında yine Suriye’den tamamen çekilmek istediği açıkça görülmektedir.
Ancak bu hafta ortaya çıkan tablo yine (Türkiye’nin istediği Güvenli Bölge’nin kurulmasını engellemek için harekete geçmemekle birlikte) ABD’nin Suriye’den tamamen çekilmeyeceğini, Güvenli Bölge’nin dışındaki Doğu Suriye topraklarında kalacağını ortaya koymaktadır. Vaşington içindeki mücadele ABD’nin Suriye politikasını daha da anlaşılması zor bir duruma sokmaktadır.
Burada, doğal olarak, Başkan Trump Suriye’den bu kadar çekilmek isterken, Savunma ve Dışişleri Bakanlığındaki kemikleşmiş bir kadronun Suriye’de neden “ısrarla” kalmayı savunduğu sorusu ortaya çıkmaktadır. Suriye’de kalmayı savunanların buna verdikleri yanıt DEAŞ ile mücadele ve bölgedeki (Suriye ve Irak’taki) İran etkisinin “engellenmeye” çalışılmasıdır.
İşte bu nedenle geçen hafta içinde DEAŞ ile mücadele, Doğu Suriye’de tutulan DEAŞ mensuplarının bundan sonra kimin sorumluğunda olacağı gibi konular suni olarak ön plana çıkartılmıştır. Batı ülkelerinde Türkiye’nin başlattığı “Barış Pınarı” operasyonunun DEAŞ ile mücadeleye zarar vereceği nakaratları da bu sebeple başlatılmıştır.
Doğal olarak Türk yetkiler de, durum gerçekten böyleyse, o zaman Batının Türkiye’nin Suriye’de DEAŞ’a karşı yürüttüğü ilk askeri operasyona (Fırat Kalkanı) niye karşı çıktığı sorusunu sormakta, bu soruya Batılı ülkelerden tatmin edici bir yanıt alınamamaktadır. Türkiye’de birçok kişinin inandığı, Batı ülkelerinin Fırat Kalkanı operasyonuna karşı çıkmasının gerçek sebebi, o dönemde Batı’nın PYD/YPG’nin Irak’tan Türkiye’nin Hatay iline kadar Türkiye-Suriye sınırını kontrol etmesini istemesidir.
Bu da kaçınılmaz olarak Vaşington ve Fransa’nın Suriye’de gerçekten ne yapmaya çalıştığı sorusunu ortaya çıkartmaktadır. Türkiye’de ABD ve Fransa politikalarının, DEAŞ ile mücadele kisvesi altında, Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini hedef aldığına inanlar büyük bir çoğunluktadır. Bazı Avrupa ülkeleri ile Vaşington’daki bazı güçlerin Suriye ve Irak’ı bölme ve bir Kürt Devleti yaratmaya çalıştıkları endişesi sadece Ankara’da değil Moskova’da da çok yaygın bir inançtır.
Batı’daki bazı güçlerin Orta Doğu’da esas yapmak istediklerinin mevcut sınırları değiştirmek olduğu, Orta Doğu’da yeni bir Sykes-Picot düzeni peşinde koşulduğu inancı akıllara ciddi şekilde yerleşmiştir. ABD’nin Irak’ı işgalinden bu yana Orta Doğu’da meydana gelen gelişmelerin bu inancı kuvvetlendirdiği izlenmektedir. Gerçek değilse, Batı ülkelerinin çok hızlı bir şekilde bu inancı kuvvetlendiren yanlış politikalarından vazgeçmesi zorunluluğu bulunmaktadır.
ABD’de bazı güçlerin Türkiye’nin Suriye’de PYD/YPG’ye karşı yürüttüğü askeri operasyonu ABD’de Başkan Trump’a karşı açılan siyasi mücadelenin bir parçası haline getirmeleri çok talihsiz bir gelişmedir. Bir Trump muhalifinin açık bir şekilde nihayet (Trump’ın kendi partisi) Cumhuriyetçi parti içinde bölünmeyi sağlayan ve Trump’a karşı muhalefeti arttıracak bir konu ve sorun bulmaktan ne kadar memnun olduklarını ABD basın-yayın organlarında anlatması durumu bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır.
Başkan Trump’ın Suriye’den çekilmesini engellemeye çalışan güçler, Batı kamuoylarını yanlarına çekebileceğini düşündükleri, Türkiye’nin son operasyonunun DEAŞ ile mücadeleyi zayıflatacağı tezini işlemeye ısrarla devam etmektedir. Diğer yandan bu güçlerin, artan ölçülerde DEAŞ ile mücadelede PYD/YPG’nin rolünü ön plana çıkartmaya özen gösterdikleri, Başkan Trump’ın DEAŞ ile mücadelede kendilerine yardım eden bir örgüte “arkasını döndüğü” ve “yalnız bıraktığı” inancını da ABD ve uluslararası kamuoyuna aktarmaya hız verdikleri görülmektedir.
Bu propaganda kampanyası içinde (doğal olarak) Türkiye’nin DEAŞ’a karşı yaptığı Fırat Kalkanı Operasyonuna, DEAŞ’ın Türkiye için ne kadar büyük bir tehdit oluşturduğuna, Türkiye’nin NATO’nun başarısı için 70 yıldır çalıştığına ve Soğuk Savaşın kazanılmasındaki ağırlıklı rolüne, PKK’nın Suriye kolu olan PYD/YPG’nin Türkiye içinde yaptığı terör eylemlerine yer verilmemektedir.
ABD’nin Suriye’de kalmasını isteyen ve Başkan Trump’ı yıpratmaya çalışan bu cephe Türkiye’nin Obama Yönetimi sırasında DEAŞ ile ortak mücadeleyi ve operasyonları önerdiğini ve bu önerinin Vaşington tarafından kabul edilmediğini de tabi ki bir kenara bırakmaktadır. Türkiye’den bakıldığında bu durum Batı’ya ve Batı’nın Suriye’de ne yapmak istediğine dair kaygı ve şüpheleri arttırmaktadır.
Türkiye’nin son askeri operasyonuna karşı oluşturulan kampanyada kullanılan bir argüman da PYD/YPG’nin şimdi Rusya ve Şam rejimine dönebileceği ve onlarla işbirliği yapabileceğidir. Türkiye’yi kaybetmekten ve Türkiye’nin Rusya ile siyasi ilişkilerinin daha da yakınlaşmasından, hatta Türkiye’nin Şam rejimi ile temas kurmasından hiçbir “tedirginlikleri” ve “çekinceleri” olmadığı anlaşılan bu cephenin, PYD/YPG’yi “kaybetmekten” duydukları “kaygıları” ortaya koymaları üzerinde durulması gereken çok ciddi bir durumu ortaya çıkartmaktadır.
Türkiye’nin Suriye sınırı boyunca Güvenli Bölge kurmak isteği haklı sebeplere dayanmaktadır. Eğer Vaşington, Paris ve Berlin gibi başkentlerdeki operasyona karşı çıkan çevreler konuyu gerçekten görüşme yoluyla çözmek istiyorlarsa, bu kez PKK (PYD/YPG) terör örgütünün sınırdan 30-35 km kadar güneye tamamen çekilmesi ve sınırda Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu Güvenli bir Bölgenin kurması için çalışmalıdır. Konunun çözümü Türkiye karşıtlığı ve Ankara’ya karşı yaptırımlar düşünmekten değil, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu Güvenli Bölge’nin biran önce kurulmasından geçmektedir.
Paylaş