Suriye, Orta Doğu ve Obama, Trump yönetimleri

Geçen hafta sonu Obama Yönetimi’nin Suriye politikası konusunda Vaşington’dan gelen yeni bilgiler son derece ilginçti ve 2015 yılında Rusya’nın Suriye’ye doğrudan müdahalesine ışık tuttu.

Haberin Devamı

Obama Yönetimi döneminde ABD Savunma Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı görevinde bulunan Andrew Exum geçen hafta ABD Kongresi’nin Temsilciler Meclis kanadında yapılan bir toplantıya katıldı. Exum’um Obama Yönetimi’nin Suriye’de Beşar Esad rejiminin düşürülmesi politikasından vazgeçtiğini, Esad rejiminin düşmesi halinde ortaya çıkacak “belirsizliğin” Obama Yönetimini rahatsız ettiğini, bunun üzerine Rusya ile temasa geçildiğini açıkladı.

Andrew Exum’un verdiği bilgilerden Obama döneminde Beşar Esad rejiminin çökmesinin Suriye’de yaratacağı “belirsizliğin” Vaşington’da giderek artan ölçülerde “korkuya” neden olduğu, bu “korkunun” 2015 yılında en üst düzeye çıktığı ve ABD Savunma Bakanlığı’nın dönemin ABD Başkanı Barack Obama’nın doğrudan talimatı üzerine Rusya ile temasa geçtiği anlaşılıyor.

Haberin Devamı

Andrew Exum Rusya ile Suriye konusunda yapılan görüşmelerde neler konuşulduğunu açıklamadı. Ancak 2015 yılında Rusya’nın Suriye’ye doğrudan müdahale ettiği, Rusya’nın bu askeri müdahalesinin Beşar Esad rejimini düşmekten kurtardığı, bundan sonra Şam rejiminin güçlendiği ve Suriye’nin büyük bir bölümünde kontrolü ele geçirdiği biliniyor.

Bilinen diğer bir husus da Obama Yönetimi’nin Rusya’nın 2015 yılında Suriye’ye doğrudan askeri müdahalesine karşı çıkmadığı ve Rusya’nın bu müdahalesini hiçbir uluslararası karşı çıkma olmadan kolaylıkla gerçekleştirmiş olduğudur. Bu çerçevede bütün işaretler Obama Yönetimi’nin Rusya’yı Şam rejimini  “kurtarmak” amacıyla Suriye’ye müdahale etmeye “teşvik ettiğini” göstermektedir.

Andrew Exum’un Temsilciler Meclisi toplantısında verdiği bilgiler Obama Yönetimini Suriye’de politika “değiştirmeye” ve Beşar Esad rejiminin düşmemesi yönünde “gayret göstermeye” teşvik eden diğer hususun da “İsrail’in güvenliğinin tehlikeye atılmaması” olduğunu ortaya koymaktadır. Exum, Şam rejiminin “kurtarılması” için Rusya ile işbirliğine girildiğini, Esad rejiminin devrilmemesi için Rusya ile “temasa geçilmesi” talimatını doğrudan Başkan Barack Obama’nın verdiğini ifade etmiştir.

Haberin Devamı

Andrew Exum’un verdiği ilginç bir bilgi de 2015 yılından sonra ABD’nin Suriye’deki çıkarlarını yeniden tanımladığı ve önceliğin “İsrail’in güvenliğine ve DEAŞ’ın yenilmesine” verildiğini göstermektedir. Obama döneminin Savunma Bakan Yardımcısı Andrew Exum 2015’den sonra Vaşington’un Suriye’de uyguladığı politikayı “yıkıcı başarı” olarak değerlendirmekte ve Vaşington’un Suriye politikasının koordinasyonu için ABD kuruluşları arasında koordinasyonun bu tarihten sonra başladığını açıklamaktadır.

Andrew Exum’un ABD Temsilciler Meclisi’nde verdiği bilgiler ABD’nin 2015 yılında Suriye’de Rusya ile nasıl bir işbirliğine girdiğini ortaya koyması bakımından önemlidir.   Bilinmeyen bir diğer husus da Obama Yönetimi’nin Suriye’deki politika değişikliği konusunda Ankara dahil diğer müttefiklerine bilgi verip vermediğidir. “Belirsizliği” önlemek ve “İsrail’in güvenliğini kollamak” için Beşar Esad rejimini “kurtarmak” amacıyla Rusya ile “görüşmelere” ve “işbirliğine” giren Obama Yönetimi’nin, değişen Suriye politikasını bölgesel ve Avrupalı müttefikleri ile  “istişare ettiği” yönünde bir bilgi bulunmamaktadır.

Haberin Devamı

Şimdiye kadar elimizdeki bilgiler 2015 yılında Beşar Esad rejimini kurtarmak amacıyla İran’ın da Rusya ile temas kurduğuna, Rusya’nın Suriye’ye doğrudan müdahalesinin İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleyman’ın Moskova’ya yaptığı ziyaretten sonra geldiğine işaret etmekteydi. Esasen Şam rejimini kurtarmak amacıyla ilk dış müdahale İran’ın talimatıyla ( Lübnan’dan Suriye’ye geçen)  Hizbullah’tan gelmiş, bu yetmeyince İran kendi özel kuvvetleriyle Suriye savaşına müdahale etmişti. Bu da yeterli olmayınca Tahran’ın (Suriye’ye doğrudan askeri müdahalesini sağlamak için)) Moskova ile temas kurduğu bilinmekteydi.

Andrew Exum’un verdiği bilgiler Şam rejimini düşmekten “kurtarmak” amacıyla ABD ile Rusya arasında doğrudan bir “işbirliği” olduğunu göstermektedir. Bu bilgiler çerçevesinde, Beşar Esad rejiminin çökmemesinin ve güçlenerek ülkede tekrar kontrolünü sağlamasının Rusya, İran, ABD ve İsrail arasında “doğrudan” ve “dolaylı” işbirliği ile sağlandığını söylemek de artık mümkündür. Exum’un ifadeleri ABD’nin İran ve Rusya’nın Suriye Savaşı’na doğrudan askeri müdahalelerine niye karşılık vermediğini izah etmek bakımından önem taşımaktadır.

Haberin Devamı

Andrew Exum’un Obama Yönetimi’nin Suriye politikasına açıklık getiren ifadelerde bulunduğu bir dönemde bir ABD gazetesinde Şam rejiminin ülkedeki Şam rejimi hapishanelerinde  “işkence”  ve “ölümlerin” yaygın olduğu yönünde uzun ve ayrıntılı bir rapor yayınlaması da oldukça “ironikdir”. New York Times gazetesinde yayınlanan bu rapora göre Suriye’de rejim kontrolündeki hapishanelerde işkence rutin bir şekilde uygulanmakta, “her türlü işkence” yapılmakta, rejim muhalifleri rutin bir şekilde öldürülmektedir.

Uluslararası Af Örgütü de yayınladığı raporlarda bu duruma sıklıkla değinmektedir. Uluslararası Af Örgütü’nün kısa süre önce yayınladığı bir raporuna göre Şam’ın 30 km kadar kuzeyindeki Siydnaya Hapishanesi’nde rejim muhalifleri işkence görmekte ve öldürülmektedir. Örgütün tahminine göre Şam rejimi hapishanelerinde 2011 yılından bu yana gözaltına alınan 17.700 kişi hükümet gözetiminde öldürülmüştür.

Haberin Devamı

 Şam rejiminin kendi halkına karşı kimyasal silah da kullandığı hususu Vaşington tarafından geçmişte devamlı olarak işlenmiştir. Vaşington bugün dahi Şam rejiminin tüm “meşruluğunu” kaybettiğini ve Suriye’yi yönetemeyeceğini savunmaya devam etmektedir. Vaşington’a göre Şam rejimi kendi halkına karşı “savaş suçları” ve “insanlığa karşı suçlar” işlemiştir.

Suriye’nin yaşadığı bütün insani drama ve Vaşington’un bu durumdan Şam rejimini sorumlu tuttuğunu ifade etmesine rağmen Obama Yönetimi’nin (belirsizlik ve İsrail’in güvenlik ihtiyaçları gerekçeleriyle) bu rejimi ayakta tutabilmek için giriştiği “doğrudan” ve “dolaylı” ittifaklar akıllara kaçınılmaz olarak bir çok soruyu getirmekte, Obama dönemindeki ABD Orta Doğu politikalarını çok daha eleştirilir bir duruma sokmaktadır.

Bugün Suriye sorununun siyasi çözümünün ise giderek daha karmaşık bir durum aldığı müşahede edilmektedir. Son hafta içinde Şam rejiminin İdlib “Çatışmasızlık Bölgesi” üzerindeki askeri baskısı artmıştır. Bombalanan yerler arasında okul ve hastanelerin bulunması Şam rejiminin İdlib’deki asıl hedefinin sivil halk olduğunu göstermektedir. Şam rejiminin İdlib’deki saldırılarını Rusya’nın onayı ve desteği olmadan sürdüremeyeceği açıktır.

Hafta başında gerçekleşen Erdoğan-Putin telefon görüşmesinin önemli bir amacının İdlib’deki Şam rejimi saldırılarını durdurmak olduğu, iki Devlet Başkanının (diğer ikili ve uluslararası konular yanında) Suriye’deki siyasi çözüm sürecini ele aldıkları açıklanmıştır. Bu telefon görüşmesinden sonra Türkiye Savunma Bakanı Akar Rus meslektaşı Şoygu ile görüşmüştür. Şam rejimi güçlerinin İdlib’e yönelik “topyekün” bir saldırısı bu bölgede yaşanan insani krizin daha da büyümesine ve yeni bir sığınmacı krizine yol açacaktır.

Suriye sorununa siyasi bir çözüm bulunması için “ümitlerin bağlandığı”  Anayasa Komitesi bir seneyi aşan bir süreden beri kurulamamış, çalışmalarına başlayamamıştır. Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu hafta başında yaptığı açıklamada Anayasa Komitesinin kurulması için yapılan çalışmaların son aşamasına gelindiğini ifade etmiştir. Bu doğal olarak Suriye için iyi bir gelişmedir. Anayasa Komitesi kurulduktan sonra Suriye’de siyasi ve ekonomik reformları yansıtan yeni bir Anayasa’nın yapılması ve uygulanması (aralarında ABD ve AB’nin de bulunduğu) uluslararası toplumun Şam rejimi üzerinde ciddi bir baskısını gerektirecektir. Andrew Exum’un “itiraflarından” sonra ABD’nin Şam rejimi ve destekçileri üzerinde böyle bir baskıyı yapıp yapmayacağı “hayati” bir soru olarak ortaya çıkmaktadır.

Suriye’de ABD’nin önceliklerinin değiştiği artık açıktır. ABD’nin esas amacının (İsrail’in isteği yönünde) zayıf ve bölünmüş bir Suriye olduğu ortaya çıkmıştır. Obama’dan sonra gelen Trump Yönetimi’nin de daha demokratik, çoğulcu, halkın yönetime daha fazla katıldığı bir Suriye isteyip istemediği artık üzerinde ciddi olarak durulması gereken bir husustur.

Geçen hafta bir İsrail gazetesinin Trump Yönetimi tarafından hazırlanan Filistin sorununu çözme planını açıklaması dikkatleri bir kez daha bu plan üzerine çekmiştir.  Trump Yönetimi’nin “Asrın Çözümü” adını verdiği planı açıklayan Israel HaYom gazetesi Başbakan Netanyahu’ya yakınlığı ile bilinmektedir.  Gazetede yer aldığı şekliyle bu plan bile ABD Orta Doğu politikasının ne ölçülerde Başbakan Netanyahu’nun istekleri doğrultusunda şekillendiğini göstermektedir. Bu durumun Filistin sorunu kadar Vaşinton’un Suriye ve İran politikaları (tüm Orta Doğu) için de geçerli olduğuna inanların sayısı giderek artmaktadır.

İsrail gazetesinde açıklandığı şekliyle “Asrın Çözümü” ordusu olmayan, sınırları İsrail tarafından kontrol edilen, Batı Şeria ve Gazze’de bir Filistin Devleti kurulmasını öngörmektedir. Gazeteye göre kurulacak Devletin adı “Yeni Filistin” olacaktır. “Yeni Filistin Devletini” kuran Anlaşmanın İsrail, FKÖ ve Hamas tarafından imzalanacağı belirtilmektedir.

Gazeteye göre Kudüs bölünmeyecek ve İsrail yönetiminde kalacak, ancak Kudüs’ün bir kısmı (Doğu Kudüs olduğu anlaşılıyor) Yeni Filistin Devleti’nin başkenti “sayılacaktır”. (Doğu) Kudüs’te yaşayan Araplar Yeni Filistin Devleti’nin vatandaşı olacaktır. Doğu Kudüs’te İsraillilere ev satışı yasaklanacaktır. Kudüs’teki kutsal alanların bugün uygulanan statüsü aynen devam edecektir. Gazetede yer aldığı şekliyle Anlaşma’nın Kudüs’le ilgili maddelerinin uygulamada nasıl işleyeceği akla önemli bazı soruları getirmektedir.

Anlaşmaya göre Batı Şeria’da mevcut Yahudi yerleşim birimlerinin bulunduğu bölgeler İsrail’e bırakılmaktadır. Buna karşılık Mısır Sina Yarımadası’ndan Yeni Filistin Devletine (Havaalanı, fabrika yapılması, ticari birimler ve tarım için) toprak kiralayacak, ancak bu topraklara Filistinlilerin iskanına izin verilmeyecektir. Batı Şeria ile Gazze yeni yapılacak ve (İsrail üzerinden) havadan gidecek bir otoyolla birleştirilecek, 30 metre yüksekten inşa edilecek bu otoyolun yapım masrafının yarısı Çin, diğer yarısı Japonya, Güney Kore, Avusturalya, Kanada, AB ve ABD tarafından karşılanacaktır.

Anlaşma Yeni Filistin Devleti’nin ordusunun olmamasını, Filistin polisinin elinde ise sadece hafif silahlar bulunmasını öngörmektedir. Yeni Filistin Devleti ile Ürdün arasındaki sınırın kontrolü ise İsrail’e bırakılmaktadır. Böylece kurulacak olan Filistin Devleti’nin dışa karşı korunması da İsrail sorumluluğunda olmaktadır.

Israel HaYom gazetesinde yer aldığı şekliyle Asrın Çözümü, Anlaşma’nın doğuracağı bütün mali yükün (yeni Devlete 5 yıllık 30 milyar dolarlık bir bütçe oluşturulmasının) %70’inin zengin Körfez Arap ülkeleri, kalan %30’luk bölümün ise ABD ve AB tarafından karşılanmasını öngörmektedir. Bu durum Vaşington’un Körfez Arap ülkeleri hükümetlerinin (Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Katar ve Oman’ın) Asrın Çözümünü destekleyeceklerini kabul ettiğine işaret etmektedir.

Şu ana kadar Israel HaYom gazetesinde çıkan, çözüm planının maddeleri olduğu ileri sürülen, haberle ilgili olarak ABD, İsrail,  Filistin Yönetimi ve Arap ülkelerinden resmi bir açıklama gelmemiştir. Vaşington’dan bir yalanlama gelmemesinin gazete haberinin doğru olduğunu gösterdiği düşünülmektedir. Filistin Yönetimi şimdiye kadar bir çok kez Trump Yönetimi tarafından hazırlanan bir “Barış Planını” kabul etmeyeceğini esasen açıklamış bulunmaktadır. Hamas’ın bu barış planını kabul etmeyeceği de açık olarak ortadadır.

Filistin Çözüm Anlaşması’nın metninin Ramazan’dan sonra açıklanması beklenmektedir. İsrail gazetesinde çıkan haber “Asrın Çözümü” planının, zaten çok zor şartlar altından geçen, ABD-İran çatışmasının yeni bir savaş tehdidini bile ortaya çıkarttığı, Orta Doğu’da yeni gerginliklere ve tırmanmaya yol açması endişesini büyük ölçüde arttırmıştır.    

 

          

Yazarın Tüm Yazıları