Paylaş
Bunlar arasında en ilgi çekenlerden birisi Ukrayna Cumhurbaşkanı Poroşenko’nun İstanbul’a yaptığı ziyaret oldu. Cumhurbaşkanı Poroşenko kısa bir süre içinde 3. kez Türkiye’deydi. İstanbul’da bulunduğu sırada Fener Patrikhanesi’nde düzenlenen Ortodoks yeni yıl kutlama ayinine katıldı, Ukrayna Kilisesi’nin “bağımsızlık” belgesini Patrik Bartholomeos’dan aldı.
Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin Moskova Ortodoks Patrikhanesi’nden ayrılarak bağımsız bir statü kazanması süreci 2018 yılı yaz aylarından bu yana devam ediyor ve Dünya’nın ilgisini çekiyor. Ortadoks Kilisesi içinde yaşananlar son 100 yılın en önemli dini ayrışması olarak nitelendiriliyor. Cumhurbaşkanı Poroşenko’ya göre Ukrayna Kilisesi’nin Moskova Patrikhanesinden ayrılması Ukrayna’nın (Rusya’dan) bağımsızlığını tamamlayıcı bir gelişme.
Ancak Ukrayna’da herkes durumu bu şekilde görmüyor. Hala Moskova Patrikhanesi ile bağlarını devam ettiren Kiliseler var. Rusya yönetimi ile Moskova Patrikhanesi’nin gelişmelerden memnun olmadığı da açık olarak ortada. Moskova durumu Cumhurbaşkanı Poroşenko’nun 31 Mart 2019 tarihinde yapılması planlanan Ukrayna Cumhurbaşkanlığı seçimini tekrar kazanmak için “tezgahladığı” siyasi bir oyun olarak görüyor.
Ukrayna Kilisesi’nin “bağımsızlığını” tanıyan “Otosefali” belgesinin İstanbul Fener Ortodoks Patrikhanesi tarafından hazırlanması nedeniyle konunun Dünya’daki iki büyük Ortodoks Kilisesi arasındaki ilişkileri de ilgilendiren bir yönü var. Hıristiyan Ortodoks Dünyası’nda İstanbul Patrikhanesi “eşitler arasında birinci” sayılıyor, ruhani üstünlüğü diğer Ortodoks Kiliseleri tarafından da kabul ediliyor. İstanbul ve Moskova Ortodoks Patrikhaneleri arasındaki tarihi rekabet ve husumet ise gayet iyi biliniyor.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra İstanbul ve Moskova Patrikhaneleri arasında ilişkilerin “normalleştirilmesi” için özel bir gayret gösterildiği, Patrik Bartholomeos ile Patrik Kiril’in zaman zaman bir araya geldikleri ve iki Patrikhane arası “ilişkileri” görüştükleri hatırlanıyor. Moskova Patrikhanesinin Ukrayna Kilisesi’nin bağımsızlığını tanıyan İstanbul Patrikhanesi ile ilişkilerini tamamen keseceğini açıklaması (Ortodoks Dünyası’nın ruhani liderliğine soyunan) iki Patrikhane arasındaki husumetin geri dönmesi anlamına geliyor.
Moskova Patrikhanesi’nin gelişmelere tepkisi o kadar büyük ki, Moskova, İstanbul Patrikhanesi’ni Cumhurbaşkanı Poroşenko’dan büyük bir para almakla bile suçluyor. Patrik Bartholomeos bu suçlamaları geçen Pazar günü yapılan dini ayinde reddetti ve Cumhurbaşkanı Poroşenko’nun İstanbul Patrikhanesi’ne sadece çikolata verdiğini şaka olarak dile getirdi.
İstanbul ve Moskova Patrikhaneleri arasındaki rekabet ABD ve Rusya ile AB ve Rusya ilişkileri açısından da önemli. Dünya’da 300 milyonun üzerinde Ortodoks Hıristiyan’ın yaşadığı biliniyor. Vaşington başından beri İstanbul Ortodoks Patrikhanesi’nin “ekümeniklik” iddiasını desteklemektedir. Bu İstanbul Ortodoks Patrikhanesi’nin “evrensel” olma iddiasıyla alakalı bir durumdur. Ukrayna Kilisesi’nin bağımsızlığıyla ilgili süren gelişmeler Ortodoks Dünyası içindeki bölünmeler yanında, İstanbul ve Moskova Patrikhanelerinin (Ortodoks Dünyası içinde) oynamak istedikleri rolü göstermesi bakımından da dikkat çekicidir.
Cumhurbaşkanı Poroşenko İstanbul’da bulunduğu sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmüştür. Giderek bozulan Ukrayna-Rusya ilişkileri ile Karadeniz’de artan gerginliğin Türk dış politikası için önemli bir sorun yarattığı açıktır. Türkiye, Rusya’nın Kırım’ı ilhakını tanımamıştır. Kırım nüfusunun % 12 kadarını Tatarlar oluşturmaktadır. Tatarlar üzerindeki baskının arttığı yönündeki haberler Türkiye’de tedirginlik yaratmaktadır.
Türkiye hem Rusya hem Ukrayna ile iyi ilişkilerinin devamını istemekte, Karadeniz’de Rusya ile NATO arasında gerginliğin artmasından ve Montrö Sözleşmesi’nin gündeme getirilmesinden endişe etmektedir. Gürcistan’dan sonra Ukrayna’nın ABD ile AB ve Rusya arasında bir çatışma alanı haline gelmesinin Karadeniz’deki istikrarı tehdit ettiği açıktır.
Ortodoks Dünyası’nda geçen hafta içinde ilginç bir gelişme de Batı Şeria’da Bethlehem’de yaşanmıştır. Ortodoks yeni yılı için Bethlehem’e gelen Kudüs Ortodoks Patriği protestolarla karşılanmış, toplanan Hıristiyan Araplar Kilisenin İsrail’e toprak satmasını protesto ile karşılamışlardır. Hıristiyan Araplar Kudüs Ortodoks Kilisesinin elindeki geniş toprakları İsrail’e satarak uluslararası hukuk dışı Yahudi yerleşim birimlerinin Batı Şeria’da yayılmasına yardım ettiğini savunmaktadır.
Geçtiğimiz kısa dönem içinde Türkiye’ye gelen bir diğer misafir de Ürdün Başbakanı Ömer er-Rezzaz olmuştur. Ürdün Başbakanı Aralık ayı sonunda Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın misafiri olarak Ankara’ya gelmiş, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da kabul edilmiştir. Ürdün’de iktidar Kraliyet ailesinin elindedir. Dış politika da bu çerçevede Kral Abdullah tarafından yönlendirilmektedir. Kral Hüseyin de sık sık Türkiye’yi ziyaret etmektedir.
Ürdün, İsrail-Filistin sorunu ile İsrail-Arap ilişkilerinde hala önemli bir rol oynamaktadır. Ürdün’ün Haram-i Şerif’in (Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra) yönetiminde özel bir konumu bulunmaktadır. Ürdün Başbakanı ile yapılan görüşmelerde Filistin konusunun gündemde olacağını tahmin etmek zor değildir. Ürdün’ün Suriye sorununun çözümündeki rolü giderek azalmıştır. Ama Ürdün’de hala 1 milyona yakın Suriyeli sığınmacı yaşamaktadır.
ABD’nin Filistin sorununun çözümü konusunda hazırladığı bildirilen ve tamamen Başbakan Netanyahu’nun görüşleri doğrultusunda hazırlandığı anlaşılan “planın” açıklanması halinde Ürdün’ün alacağı tutum daha da önem kazanacaktır. ABD’nin Filistin Sorununun çözümünde giderek Başbakan Netanyahu’nun, Filistin Yönetimi’nin kabul etmeyeceğini şimdiden açıkladığı, görüşlerine kaymasının Amman’da rahatsızlık doğurduğu izlenmektedir. Başbakan er-Rezzaz’ın ülkesine döndükten sonra Ürdün ile Türkiye’nin Filistin Sorunu ve Kudüs konusunda benzer görüşleri savunduklarını açıklaması dikkat çekicidir.
Geçtiğimiz kısa dönemde Ankara’ya gelen diğer bir devlet adamı da Irak Cumhurbaşkanı Behram Salih olmuştur. Irak’ta üst düzey yönetim geçen sene içerisinde değişmiştir. ABD’nin Irak’a getirdiği 2005 Anayasası Irak Cumhurbaşkanının Kürtlerden, Irak Başbakanının Şii Müslümanlardan, Irak Meclis Başkanının ise Sünni Müslümanlardan seçilmesi geleneğini uygulamaya koymuştur.
Behram Salih Ankara’ya yabancı bir politikacı değildir. Ankara, Behram Salih’i (Kuzey Irak’taki 2 büyük Kürt partisinden biri olan) Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) yöneticiliği zamanından beri tanımaktadır. ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra Irak Kürt Bölgesi Başbakanlığı ve Irak Federal Hükümetinde (ekonomiden sorumlu) Başbakan Yardımcılığı gibi görevlerde bulunmuştur. Ankara’nın Bağdat’ta yeni göreve başlayan üst düzey kadro ile temaslarını arttırması önem taşımaktadır.
Irak Anayasası ülkenin yönetim sorumluluğunu Başbakan’a bırakmıştır. Hem İran hem de ABD’ye yakın olduğu tahmin edilen yeni Başbakan Adil Abdulmehdi ile de yakında temas imkanı aranması, hem ekonomik hem de güvenlik açısından Türkiye için önemli olan Irak’la ilişkilerin önümüzdeki dönemde iyi bir düzeyde sürdürülmesi için gereklidir. Ankara için, Bağdat merkezi yönetimi kadar, Irak Kürt Bölgesiyle de ilişkilerin düzene sokulması önem taşımaktadır. Bağımsızlık referandumu nedeniyle duran Erbil’le üst düzey temasların da yeniden başlatılması zamanı gelmiştir. Türkiye’nin Irak’ın ABD-İran kıskacından kurtulmasına yardımcı olması yararlı olacaktır.
ABD Başkanı Trump’ın Milli Güvenlik Danışmanı John Bolton’un bu hafta başında Ankara’ya yaptığı ziyaret ilgiyi tamamen üzerine toplamıştır. Bolton Ankara’ya yanında ABD Genel Kurmay Başkanı Dunfort ve ABD Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey ile gelmiştir. Bolton’un Türkiye’ye geliş sebebi ABD’nin Suriye’den çekilmesi sırasında Türkiye ile işbirliğinin sağlanması ve eşgüdüm olarak açıklanmıştır.
Ancak Bolton’un Türkiye’den önce gittiği İsrail’de Başbakan Netanyahu ile yaptığı basın toplantısı sırasında kullandığı ifadeler Ankara’da ciddi bir rahatsızlık ortaya çıkartmış ve ABD heyetinin (Türkiye) ziyareti bu ifadelerin gölgesi altında geçmiştir. Bolton, ABD’nin Suriye’den çekilmesini PYD/YPG’nin korunmasına bağlamış, Bolton’dan önce ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Suriye’de Kürtlerin (PYD/YPG’yi kastediyor) Türkiye tarafından katletmesini önlemeye çalıştıkları yönündeki sözleri Ankara’nın tepkisini daha da arttırmıştır.
Bolton ve Pompeo’nun Ankara’da nasıl bir tepki doğuracağını bilerek sarf ettikleri, gerçeklerle hiçbir ilgisi bulunmayan ve uygulanması imkanı olmayan sözlerinin arkasında Vaşington’un hala (Irak’tan sonra şimdi) Suriye’deki yanlış politikalarına devam etmek isteğinin (bu yöndeki ısrarının) yattığı açıktır. Bir terör örgütünü koruma gayreti içinde olan Vaşington’daki çevrelerin bu terör örgütünün daha 3-4 yıl kadar önce NATO müttefiki bir ülkenin Güneydoğusundaki şehirlerini Suriye ve Irak’a çevirmek istediğini, Türkiye’de giriştiği terör eylemlerini bilmemelerine imkan yoktur.
Bolton ve Pompeo’nun ifadelerine Türk yetkililerden gelen sert tepkiler bu sözlerin Ankara yarattığı kızgınlığı açıkça ortaya koymaktadır. ABD’nin bir kez daha PYD/YPG’nin koruyuculuğuna kalkışması, Başkan Trump’ın Suriye’den çekilme kararından sonra, Ankara ve Vaşington hattında Suriye bağlamında yeniden işbirliği imkanının oraya çıkabileceği yönündeki beklentilerin fazla mı iyimser olduğu sorusunu ortaya çıkartmıştır.
Bolton’un Ankara temasları iki tarafça da “olumlu ve yapıcı” olarak nitelendirilmiştir. Buna rağmen görüşmelerde bir çekilme takviminin ortaya çıktığı ve ABD çekilmesi sırasında Vaşington-Ankara eşgüdümünün nasıl yapılacağı konusunda somut bir ilerleme sağlandığı yönünde bir işarette bulunmamaktadır.
PYD/YPG’nin Türkiye için ortaya çıkarttığı güvenlik tehdidini görmezden gelen ve (Suriye’deki yerel “müttefiki” olarak nitelendirdiği) PYD/YPG’nin koruyuculuğuna devam etmek istediği anlaşılan Vaşington’un, (NATO müttefiki) Türkiye verdiği sözleri (Menbiç Mutabakatının uygulanması ve PYD/YPG’ye verilen ağır silahların toplanması) yerine getirip getirmeyeceği veya ne zaman yerine getireceğinin de “henüz” açıklığa kavuşmadığı izlenmektedir.
Bolton’un sonuçları henüz açık olmayan Ankara ziyaretinden hemen sonra, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo 8 Arap ülkesini kapsayan bir Orta Doğu turuna çıkmıştır. Pompeo, Ürdün’den başlayan bu tur çerçevesinde Mısır, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Suudi Arabistan, Oman ve Kuveyt’i ziyaret edecektir. Pompeo, Orta Doğu turunun ilk durağı olan Amman’da yaptığı basın toplantısında, İran’ı hedef almış ve ABD’nin İran üzerindeki baskısının artacağı mesajını vermiştir. Pompeo’nun 8 Arap başkentini kapsayan bu ziyareti ABD’nin şimdi de bir süreden beri üzerinde konuşulan Filistin çözüm planını açıklamaya mı hazırlandığı sorusunu akla getirmektedir.
Paylaş