Paylaş
Bu sene BM Genel Kurulu 74. olağan oturumunu düzenliyor. 17 Eylül’de (üye ülkelerin genel açılış konuşmalarıyla) başlayan BM Genel Kurul olağan toplantısı Aralık ayı sonuna kadar sürecek ve Aralık ayının son haftasında bitecek.
Genel Kurul açılış oturumlarının bitmesi ülkeler adına yapılan genel konuşmaların da sonuçlanması anlamına geliyor. BM Genel Kurul açılış konuşmalarını yapmak, BM ve ülkelerin kendilerince düzenlenen çeşitli etkinliklere katılmak için New York’a giden devlet ve hükümet başkanları ABD’den ayrıldılar bile.
Her üye ülke BM Genel Kurulu’nda kendisi adına açılış konuşmasını yapacak yetkiliyi kendisi seçiyor. Ülkeler daha görünür olmak, Genel Kurul marjında yapılan çok taraflı ve ikili temasları en üst düzeyde yürütmek için genelde BM Genel Kurul’u açılış oturumlarına devlet ve hükümet başkanları düzeyinde katılıyorlar.
Genel Kurul’a devlet ve hükümet başkanı düzeyinde katılmayan ülkelerin Genel Kurul açılış oturumlarındaki konuşmaları bakan düzeyinde veya BM nezdindeki büyükelçileri tarafından da yapılabiliyor. Bu çerçevede hangi ülkenin BM Genel Kurul’a devlet ve hükümet başkanı düzeyinde katılacağı da merak konusu oluyor, konuşuluyor.
Bu yıl BM Genel Kurulu 74. olağan toplantısına gelmeyen liderler arasında dikkat çekenler arasında Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Çi Jingpin ve Rusya Devlet Başkanı Putin de bulunuyor. Pekin’in, ABD’nin New York’ta Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde (Doğu Türkistan) Çin’in işlemeye devam ettiği insan hakları ihlalleri konusunda bir toplantı düzenlemesinden ve bu toplantıya 30 ülkenin katılmasından rahatsızlık duyduğu da anlaşılıyor.
Türkiye’yi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temsil ettiği BM Genel Kurulu 2019 yılı olağan açılış oturumu toplantılarına çok sayıda Dünya liderinin katıldığı izlendi. BM Genel Kurul toplantısı için bu yıl New York’a gelen liderler arasında ABD Başkanı Trump, Fransa Cumhurbaşkanı Macron, İran Cumhurbaşkanı Ruhani, İngiltere Başbakanı Johnson ve Almanya Başbakanı Merkel de yer aldı.
Türkiye’de kamuoyunun dikkati doğal olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma kadar, BM Genel Kurulu marjında katıldığı diğer toplantılar ve yaptığı ikili temaslar üzerindeydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Genel Kurul’da yaptığı konuşma, özellikle Filistin sorununa yapılan göndermeler ve çözümsüzlükte İsrail’in uzlaşmaz politikalarının çok açık olarak vurgulanması bakımından ilgi topladı, ulusal ve uluslararası basında yankı buldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında bu sene de BM’ye eleştiriler yöneltti ve BM Güvenlik Konseyi’nin Dünya barış ve istikrarını korumada yetersiz kaldığını vurguladı. Konuşmada BM Güvenlik Konseyi reform çalışmalarının hızlandırılması ve sonuçlandırılması isteği ve Konsey’in Dünya’daki mevcut güç dengesini yansıtan bir şekilde genişletilmesi talebi çok açıktı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan New York’ta bulunduğu sırada BM tarafından düzenlenen İklim Zirvesine de katıldı. Küresel ısınma ve iklim değişikliği günümüzde Dünya’nın karşılaştığı en önemli ve gelecek nesilleri etkileyen global bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Başkan Trump’ın ABD’yi iklim değişikliği sorununa küresel çözümler üretmek için imzalanan 2015 Paris Anlaşması’ndan çekmesi konuya olan siyasi ilgiyi daha da arttırma etkisi yapmıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York’ta ABD Müslüman ve soydaş grupları temsilcileri ve ABD Yahudi örgütleri temsilcileriyle yaptığı toplantılar ve New York’ta Türkiye-ABD İş Konseyi tarafından düzenlenen 10. Türkiye Yatırım Konferansı’nda yaptığı konuşma dikkat çekmiş, ilgiyi ABD-Türkiye ilişkileri üzerine yoğunlaştırmıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Trump’la beklenen yüz yüze görüşmesi gerçekleşmediyse de, Türkiye-ABD ilişkileri bakımından geçtiğimiz hafta önemli gelişmeler meydana gelmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Senatör Lindsey Graham ile görüşmesi ilgi çekicidir. Senatör Graham ile görüşmesi sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Başkan Trump ile bir telefon görüşmesi de yaptığı anlaşılmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan daha sonra Başkan Trump tarafından verilen bir davete de katılmış ve ayaküstü de olsa Erdoğan’la Trump arasında bir görüşme yapılmıştır.
Senatör Graham’ın Cumhuriyetçi Parti içinde dış politikanın oluşturulmasında oynadığı rol, Senato’daki ağırlığı ve Başkan Trump’a olan yakınlığı Erdoğan-Graham görüşmesini daha da önemli hale getirmektedir. Senatör Graham daha önce birkaç kere Türkiye’yi ziyaret etmiş ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da kabul edilmiştir. Graham’ın New York’taki görüşmeden sonra Türkiye-ABD
müttefiklik ilişkisine yaptığı atıflar ve Türkiye’nin F-35 projesine geri dönmesine çalışıldığı yönündeki ifadeleri önem taşımaktadır.
Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ekibi New York’a gitmeden önce, Ankara’daki ABD Büyükelçisinin Türkiye’ye ikili ilişkilerin birçok yönünü kapsayan ve Türkiye-ABD arasında 100 milyar dolarlık ticaret hacmi hedefine ulaşımını ve Türkiye’nin F-35 savaş uçakları projesine geri dönmesini sağlayacak bir paket önerdiği bildirilmiştir. Büyükelçi Satterfield tarafından Türk tarafına sözlü olarak aktarılan bu öneriler “paketinin” kısa sürede yazılı hale getirileceği belirtilmektedir.
Türk tarafının da New York’ta Amerikalılara Güvenli Bölge ile ilgili önemli bazı öneriler ilettiği bildirilmiştir. Türkiye Güvenli Bölge’yi sadece sınır güvenliği açısından görmemekte, kurulacak bu bölgeye 1 milyon Suriyeli sığınmacının yerleştirilmesini planlamaktadır. Türkiye’nin ABD’ye verdiği planın kurulacak Güvenli Bölge’de 200 bin konut inşa edilmesini öngördüğü Türk yetkililerce açıklanmıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York’tan ayrılmadan önce katıldığı 10. Türkiye Yatırım Konferansı’nda yaptığı konuşmada Türkiye-ABD ilişkilerinin zor bir dönemden geçtiğini, ancak iki müttefik arasındaki ilişkilerin en üst düzeydeki gayretlerle doğru yola sokulmakta olduğunu vurgulaması dikkat çekmiştir. Bu ifadeler Ankara-Vaşington arasındaki görüşme sürecinin iyi bir yönde “yürüdüğünü” ve New York’ta yapılan diplomatik temasların sonuç verici şekilde “geliştiğini” göstermektedir.
Geçen hafta Türkiye-ABD işbirliğiyle Türkiye-Suriye sınırında kurulmasına başlanılan “Güvenli Bölge” ile ilgili olarak ABD tarafının Türk önerilerini kabul ettiği yönünde bir haber New York’tan gelmemiştir. Sahadan ise hava ve kara devriyelerinin devam ettiği (işlerin iyi gittiği) haberleri gelmeye devam etmektedir.
ABD’nin Ankara’yı “Güvenli Bölge” konusunda da tatmin edici adımları atmakta olduğunu, Türkiye ile ABD arasında düzelmekte olan ilişkiler çerçevesinde, Ankara’nın (Eylül ayı sonu olarak verilen zaman sınırı da dikkate alındığında) Güvenli Bölge’yi ABD ile oluşturmaya devam etmeyi tercih edeceğini söylemek mümkündür. Ancak, Türk yetkililer (Türkiye’nin istediği şekilde bir Güvenli Bölge kurulması için) tek taraflı askeri operasyon seçeneğinin hala masada olduğunu ve bu operasyon için verilen zaman sınırlamasının devam ettiğini vurgulamayı sürdürmektedir.
New York’ta bulunduğu kısa süre içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan birçok devlet ve hükümet başkanı ile görüşmüştür. Bunlar arasında Almanya Başbakanı Merkel ve Yunanistan Başbakanı Mitsotakis de bulunmaktadır. Türkiye açısından AB ile ilişkilerin yumuşatılmasının yolunun Almanya’dan geçtiğini düşünenlerin sayısı oldukça fazladır.
Merkel’in, Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği’nin yenilenmesi ve genişletilmesi müzakerelerinin bir an önce başlatılması konusundaki, engelleyici tutumunu değiştirmesinin sağlanması önem kazanmaktadır. Merkel ile yapılan görüşmede Almanya’nın Türkiye’nin Güvenli Bölge planları konusunda bilgilendirildiğini ve Almanya’nın desteğinin istendiğini de anlaşılmaktadır.
İkili ilişkiler, uzun bir kara ve deniz sınırını da paylaştığımız için, hem Türkiye hem de Yunanistan için her zaman önemli olmuştur. Erdoğan-Mitsotakis görüşmesinde iki ülke arasındaki tüm sorunların (Kıbrıs ve Doğu Akdeniz de aralarında olmak üzere) masada olduğu anlaşılmaktadır.
Atina’nın sığınmacı konusunun Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlardan sadece biri olduğunu anlaması ve Türkiye ile ilişkilere daha genel bir önem vererek bakması gerekmektedir. Atina’nın bir yandan Türkiye’ye “işbirliği” mesajları gönderirken, diğer yandan Doğu Akdeniz’de Türkiye aleyhtarı bir cephe oluşturma gayretlerine devam etmesi yanlıştır ve ters tepecektir.
Genel Kurul açılış toplantıları Orta Doğu’da gerginliklerin ve bir sıcak çatışma ihtimalinin yükseldiği bir dönemde yapılmıştır. Suudi Arabistan’ın petrol tesislerine insansız hava araçları (ve roketlerle) gerçekleştirilen saldırıların bıraktığı olumsuz yansımaların da etkisiyle New York’ta Başkan Trump ile İran Cumhurbaşkanı Ruhani arasında bir görüşme, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un bütün gayretlerine rağmen, gerçekleşmemiştir.
İngiltere, Fransa ve Almanya üçlüsünün Suudi Arabistan petrol tesislerine yapılan saldırıdan İran’ı sorumlu tutan açıklamalarına karşılık İran konusunda ABD ile Avrupalı müttefikleri arasındaki görüş ayrılıklarının tamamen kapandığını söylemek çok zordur. Diğer yandan ABD ile İran arasındaki gerginlik de tırmanmaya devam etmektedir.
İran, ABD ile görüşmek için kendisine karşı uygulanan ekonomik yaptırımların kaldırılmasını istemekte, ABD ise yaptırımları kaldırmayı kabul etmemektedir. ABD’nin İran üzerindeki siyasi ve ekonomik baskısı artarken, Vaşington Körfez’deki askeri varlığını arttırmakta, Vaşington’dan Suudi Arabistan ve BAE ‘ne
yeni asker ve askeri teçhizat gönderilmekte olduğu yönünde açıklamalar gelmeye devam etmektedir.
Geçen hafta New York’ta üst düzey diplomasi devam ederken Başkan Trump ile ABD Kongresi’nin Temsilciler Meclisi kanadı arasındaki ilişkilerde hızlı gelişmeler meydana gelmiş; ABD ve Dünya kamuoyunun dikkatleri de ABD iç politikasındaki bu gelişmelere odaklanmıştır. Temsilciler Meclisi’nde çoğunluk Demokrat Partiye geçtiğinden ve Meclis Başkanlığına Nancy Pelosi’nin seçilmesinden bu yana süren bu gerginlik (24 Ocak 2019 tarihli ve “King Kong Godzilla’ya Karşı” başlıklı yazım) geçen hafta bir üst düzeye taşınmıştır.
Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin geçen hafta Başkan Trump’ın görevinden azledilmesi sürecinin başlatıldığını açıklaması ABD iç politikasındaki gerginliğin ne seviyeye ulaştığını göstermektedir. Temsilciler Meclisi’nin bu yola gitmesinin sebebi Başkan Trump’ın Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky ile yaptığı bir telefon görüşmesinde eski Başkan Yardımcısı Joe Biden’in Ukrayna’da çalışan oğlunun faaliyetlerinin soruşturulması için harekete geçilmesini istemesi ve Zelensky’e siyasi zorlamada bulunmasıdır.
Konuyla ilgili Vaşington’da çok sayıda haber ve iddia dolaşmaktadır. Joe Biden’in Demokrat Parti başkan adayları arasında en ön sırada bulunması konuyu önümüzdeki sene Kasım ayında yapılacak ABD Başkanlık seçimiyle doğrudan ilişkilendirmekte, bu seçimin çok zorlu ve çekişmeli geçeceğinin yeni bir işareti olmaktadır. ABD’de siyasi kutuplaşmanın hiçbir dönemde bu ölçülere varmadığına işaret edenlerin sayısı giderek artmaktadır.
Kongre’nin Temsilciler Meclisi kanadında Demokrat Parti çoğunlukta olmakla beraber, Senato kanadında çoğunluk Cumhuriyetçi Parti’dedir. Bu sebeple Temsilciler Meclisi’nde başlatılan azil sürecinin sonuçlanması ve Başkan Trump’ın görevinden alınmasına kadar gitmesi imkanı bulunmadığı görülmektedir.
Başkan Trump, Demokrat Parti’nin 2016 seçim sonuçlarını hala kabul edemediği ve intikam mentalitesiyle hareket ettiği suçlamasını ortaya koyarken, Demokrat Parti yönetimi de Trump’ın ABD tarihinde yönetime gelen en kutuplaştırıcı ve popülist Başkan olduğu suçlamasında bulunmaktadır. 3 Kasım 2020 ABD Başkanlık seçimlerine kadar önümüzde olan bir seneden biraz uzun sürenin ABD için çok “çalkantılı” geçeceği açıktır.
Paylaş