Paylaş
KİK, Basra Körfezindeki 6 zengin Arap ülkesinin siyasi ve ekonomik işbirliğini geliştirmek amacıyla kurudukları bir örgüt. Üyeleri Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Bahreyn, Umman ve Katar. Son döneme kadar KİK başarılı bölgesel bir kuruluş olarak biliniyordu. Ama 6 üyesi arasındaki görüş ayrılıkları ve çatışma artık tamamen gözler önüne serilmiş bir durumda. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn ile Katar arasında ciddi bir çatışma yaşanıyor. Kuveyt ile Umman ise bu çatışmada açıkça taraf almıyor. Hatta Kuveyt çatışmada arabulucu ve çatışmayı durdurmaya amaçlayan bir rol oynamaya çalışıyor.
Geçen sene Kuveyt’te yapılan 38. Zirve erken kapanmış, KİK ülkeleri arasındaki anlaşmazlıklar sebebiyle Zirvenin başarısız olduğu yorumları basın-yayın organlarında geniş şekilde yer almıştı. Bu yıl Riyad’da yapılan Zirve ise başlangıçta Suudi Arabistan Kralı Salman’ın Katar Emirini Zirveye davetiyle gündeme geldi. Suudi Arabistan ve Katar arasındaki tüm ilişkiler 2017 yılı Haziran ayından bu yana tamamen kesilmiş olduğundan, bu daveti Katar krizinde bir açılım olarak değerlendirenler oldu.
Sonuçta Katar Emiri Tamim bin Hamad Al Thani Zirve için Riyad’a gitmedi. Katar’ı KİK Zirvesinde Dışişlerinden görevli Devlet Bakanı Sultan bin Saad Al Muraikhi temsil etti. KİK Zirvesinde, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile Katar arasındaki çatışmada bir yumuşama olacağı yönünde bir gelişme de izlenmedi.
KİK, üyesi ülkeler arasında sermaye ve iş gücünün serbest dolaşımını hedef alıyor, siyasi ve askeri yakın işbirliğini amaçlıyor. Buna rağmen 3 KİK üyesi ülkenin (Suudi Arabistan, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri) diğer bir KİK üyesine (Katar) karşı ambargo ve (deniz, hava ve karadan) abluka uygulamasının KİK’inin kurulma prensipleriyle taban tabana ters olduğu açık. Konuyla ilgili daha önceki yazılarımda da değindiğim gibi Riyad ve müttefiklerinin Katar’a karşı yönelttikleri suçlamaları bölgede “statükocu” ülkelerle “yenilikçi” ülkeler arasındaki rekabetin bir göstergesi olarak değerlendirenler de oldukça çok.
Son günlerde Suudi Arabistan’ın Kaşıkçı cinayeti nedeniyle dış politikasında zor bir döneme girdiği, Riyad’ın Batı ülkeleriyle ilişkilerinde ciddi sorunlar yaşanmaya başlandığı basın-yayın organlarında geniş şekilde işleniyor. ABD Kongresi’nde Suudi Arabistan’ı ve Suudi rejimini destekleyen Trump Yönetimini endişelendiren gelişmeler olduğu da açık. ABD Kongresi’nin Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’ı Kaşıkçı cinayetiyle ilişkilendiren ve ABD’nin Yemen savaşına katkısını kesen karar tasarılarının geçmesinin bir yandan Suudi Arabistan, diğer yandan Suudi Arabistan’a destek veren Trump Yönetimi üzerindeki baskıyı arttırdığı görülüyor.
ABD Kongresi’ndeki Suudi Arabistan karşıtı giderek büyüyen girişimler sonucu ortaya çıkan karar tasarılarının sonuçta Başkan Trump’ın masasına kadar gelip gelmeyeceği ve ABD-Suudi Arabistan ilişkilerine (fiiliyatta) ne kadar etki yapacağı henüz belli değil. Ama buna rağmen Riyad’ın Vaşington ve diğer Batı ülkeleri başkentlerinde (Kaşıkçı cinayetine, Yemen’deki insani krize ve Katarı yalnız bırakma girişimlerine karşı) giderek artan tepkilerden rahatsız ve tedirgin olduğu ve dış politikasında daha ılımlı bir tutum içine girdiği belirtiliyor. ABD Senatosu’nun Prens Salman’ı Kaşıkçı cinayetinden sorumlu tutan karar tasarısını oybirliği ile kabul etmesi çok dikkat çekici. Bu durumun Riyad’ın dikkatinden kaçmayacağını tahmin etmek zor değil.
Suudi Arabistan’ın Katar Emirini KİK Zirvesine davetinin, Stokholm’de (BM ve İsveç gözetiminde) yapılan Yemen barış görüşmelerinde ciddi bazı ilerlemeler sağlanmasının (Suudi Arabistan’ın, Prens Salman tarafından tasarlanan ve uygulamaya konulan sertlik yanlısı politikalardan bir ölçüde de olsa ayrılmasının) arka planında Riyad’ın Dünya’da aleyhine dönen havayı anlamasının bulunduğuna işaret edenler çoğunlukta.
Suudi Arabistan ile Katar arasındaki sorunlar yeni değil. Tarihi bir derinliği bulunan bu sorunların 2014 yılında da patladığı ve son anda Doha’nın Suudi Arabistan’ın bazı taleplerini kabul etmesiyle krize dönmesinin engellendiği hatırlarda. Bununla birlikte 2017 yılı Haziran ayında tekrar patlak veren Suudi Arabistan-Katar krizinin Körfezdeki Arap işbirliği ve Orta Doğu’daki dengeler açısından önemli sonuçlar ortaya çıkarttığı da açık.
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn ile Katar arasındaki krizin Körfezde dengeleri İran lehine değiştirdiğine işaret ediliyor. Başlangıçta Riyad’ı desteklemesine rağmen Trump Yönetiminin artık KİK ülkeleri arasındaki çatışmadan memnun olmadığı belirtiliyor. ABD’nin ülke dışındaki en büyük askeri hava üssü Katar’da bulunuyor. Vaşington’un KİK ülkeleri arasında bir askeri ittifak kurulmasını, böylece Körfezdeki askeri dengenin (İran karşıtı) Arap ülkeleri lehine döndürmesini istediği anlaşılıyor.
KİK üyesi 6 ülke arasında kurulacak ve Orta Doğu Stratejik İttifakı (MESA) adı verilecek bu ittifak için Trump Yönetiminin KİK ülkelerine NATO’yu örnek gösterdiği ifade ediliyor. Doğal olarak Suudi Arabistan-Katar çatışması devam ettiği sürece böyle bir askeri ittifakın gerçekleştirilemeyeceğini gören Vaşington’un Riyad ile Doha arasında yakınlaşma (çatışmanın bitmesini) istediği de ortaya çıkıyor.
Suudi Arabistan ile müttefiklerinin Katar’a karşı başlattıkları (soğuk) “savaşın” önemli bir sonucu daha var. O da Katar’ın Türkiye ile olan ilişkilerini daha da genişletmesi. Esasen Doha ile Ankara arasındaki ilişkilerin geçmişi daha eskilere gidiyor. Ama son dönemlerde bu ilişkilerin “stratejik bir ortaklığa” dönüştüğüne işaret ediliyor. Türkiye nüfusu, yüz ölçümü, sert ve yumuşak gücüyle bölgesinde, hatta (giderek artan ölçülerde) uluslararası alanda rolü büyüyen bir ülke. Küresel ağırlığı artan bölgesel bir güç. Katar’ın ise (Dünya’nın en büyük doğal gaz ihracatçısı ülkeler arasında yer alması sebebiyle) büyük mali imkanları, finansal gücü var. Ankara-Doha işbirliği Orta Doğu’da giderek önem kazanıyor. Bunda Suudi Arabistan’ın (ve Birleşik Arap Emirliklerinin) Türkiye’ye karşı izlediği yanlış politikaların da izleri görülüyor.
Türkiye-Katar ekonomik ilişkileri son zamanlarda hızlı bir gelişme gösteriyor. Katar’ın Türkiye’deki yatırımları 20 milyar doları aşmış ve Katar Türkiye’deki en büyük 2. dış yatırımcı olmuş durumda. Katar’ın önümüzdeki dönemde de Türkiye’de 15 milyar dolar daha yatırım yapması bekleniyor.
Türkiye ile Katar’ın birbirlerine sağladıkları siyasi destek de önemli. Suudi Arabistan ve müttefiklerinin uyguladıkları ağır ambargo ve ablukadan Katar’ın fazla bir zarar almadan çıkmasında Türkiye’nin (ve İran’ın) Katar’a sağladığı destek ciddi bir rol oynamıştır. Katar da Ankara’nın ABD ile ciddi sorunlar yaşadığı bir sırada Türkiye’ye destek sağlamış, Ankara-Doha “ittifakının” işlediğini göstermiştir.
Ankara ile Doha arasında karşılıklı ziyaretler artarak devam etmektedir. Türkiye Dışişleri ve Maliye Bakanları uluslararası bir toplantıya (Doha Forum) katılmak amacıyla bu hafta sonunda Katar’daydı. Katar’da olan diğer dikkat çekici bir “misafir” de İran Dışişleri Bakanı Cevap Zarif idi. Katar Emiri ile Katarlı yetkililerin de sık sık Türkiye’yi ziyaret ettiği biliniyor.
Ancak, Türkiye-Katar ilişkilerinde en dikkat çeken husus iki ülkenin askeri alandaki işbirliğidir. Daha önceki yazılarımda da değindiğim bu işbirliği sonucu Türkiye Katar’da askeri bir üs kurmuştur. Kara unsurlarının bulunduğu bu üssün yakın zamanda deniz ve hava unsurlarıyla da destekleneceği basında yer alan haberlerden anlaşılmaktadır. Türkiye-Katar işbirliğinin askeri boyutunun daha da genişleyeceği yönündeki işaretler giderek artıyor.
Geçen hafta Türk dış politikası için en önemli konu yine Suriye idi. Türkiye ile ABD’nin Suriye’de giderek daha fazla karşı karşıya gelebilecekleri yönündeki işaretler arttı. Ankara’dan gelen açıklamalar Fırat’ın doğusunda askeri bir operasyon beklentilerini arttırdı. Ankara’dan gelen açıklamalar Türkiye’nin ABD-PYD/YPG işbirliğinin devamından ve daha da önemlisi ABD’nin PYD/YPG’yi Türkiye’den “korumak” için harekete geçmesinden son derece rahatsız olduğunu gösteriyor.
ABD’den gelen farklı açıklamalara rağmen, ABD-PYD/YPG işbirliği ile Türkiye sınırında kurulan “gözlem noktalarının” ne anlama geldiği konusunda hemen herkes hem fikir. Ankara, ABD’nin bir terör örgütünü NATO müttefikine karşı korumak için harekete geçmesini gerçekten kabul edilemeyecek çok ciddi bir durum olarak görüyor.
Ankara’yı endişelendiren diğer bir durum da DEAŞ tehlikesinin ortadan kalkmasına rağmen ABD’nin PYD/YPG ile işbirliğini artarak devam ettirme kararı. ABD Genel Kurmay Başkanının ABD’nin 40 bin kişilik bir YPG ordusu kurmakta kararlı olduğunu ortaya koyan açıklamasının Ankara tarafından başka bir şekilde değerlendirilmesi imkanı da yok. Ankara için Suriye’deki ABD-PYD/YPG işbirliğinin ne yönde gittiği ve hedefleri artık oldukça açık.
Esasen Türkiye’nin Orta Doğu sınırlarının güneyinde (bu kez ABD’nin desteğiyle) devam eden PKK tehdidine karşı askeri operasyonları devam ediyor. Türkiye’nin (Rusya’nın işbirliğiyle tamamlanan) Afrin operasyonunun esasen Vaşington’unun PYD/YPG planlarına bir darbe olduğunu düşünenlerin sayısı giderek artıyor. Türkiye’nin hem Fırat Kalkanı hem de Zeytin Dalı askeri operasyonları ile Fırat’ın batısında PYD/YPG kontrolüne ve genişlemesine son vermesinin Vaşington’da (en azından bazı kuruluşlarda) yapılan Orta Doğu haritasını değiştirme planlarına ağır bir darbe olduğuna inanlar zaten çoğunlukta.
Fırat’ın doğusunda askeri bir operasyonun Ankara tarafından dikkate alınması gereken çeşitli yönleri olduğu bulunuyor. Burada 500 kilometre kadar uzunluğunda bir sınır var. Askeri operasyonun nerede başlayacağı bilinmiyor. Düz bölge coğrafyası (Afrinle karşılaştırıldığında) askeri bir operasyonu daha kolaylaştırıyor. Bölgede sayıları 4 bin olarak tahmin edilen ABD askerleri varlığı ise Türkiye’nin askeri operasyonunu karmaşık hale getiriyor. Ama aklı başında herkes (Pentagon dahil) Vaşington’nun bir terör örgütünü korumak amacıyla NATO müttefiki bir ülke ile karşı karşıya gelmek istemeyeceğini tahmin ediyor.
Türkiye’nin Irak’da Sincar ve Karacak Dağı’nda geçen hafta gerçekleştirdiği hava operasyonları Ankara’nın PKK ile mücadele alanındaki kararlılığını ortaya koydu. Sincan bölgesi sınıra 85, Karacak Dağı bölgesi ise 165 km kadar uzaklıkta. Bu iki bölge de Irak ile Suriye arasında PKK’nin ikmal yolları üzerinde bulunuyor. Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda Suriye’de yapacağı askeri bir operasyon esasen PKK’nin (dış yardımıyla kurduğu) Irak ile Suriye arasındaki bu ikmal yollarının kesilmesini de gerektiriyor.
Türkiye Suriye’nin doğusunda askeri operasyon söylemini ve hazırlıklarını arttırırken, diğer yandan da Suriye konusunda Ankara ile Vaşington arasında diyalog devam ediyor. Geçen hafta Cumhurbaşkanı, Dışişleri Bakanı ve Genel Kurmay Başkanı ABD’li karşıtlarıyla görüştüler. İki ülke arasında temel görüş ayrılıkları var. Bir sorun da Vaşington’un diyalogu (Menbiç’te görüldüğü gibi) bir oyalama taktiği olarak kullanması.
Paylaş