Paylaş
Türkiye-İsrail ilişkilerinde gözlemlediğimiz inişler ve çıkışlar İsrail-Filistin ilişkilerinin gelişimine büyük ölçüde bağlı olmuştur. Bu durumun temelinde Türk kamuoyunun hemen her kesiminde Filistinlilere duyulan yaygın sempati ve verilen destek bulunmaktadır.
Esasen baktığımızda temelde Türkiye’nin Filistin konusundaki görüşleri Filistin sorununun nasıl çözümleneceği konusundaki uluslararası toplumun beklentilerinden farklı değildir. Bu bugün için de geçerlidir. Türkiye, Filistin sorununun “iki devletli çözümle”, İsrail’le barış içinde yaşayacak bir Filistin Devletinin kurulmasıyla, barış masasında çözümlenmesini istemekte, bu Filistin Devleti’nin 1967 savaşı öncesi sınırlar içinde kurulmasını ve başkentinin Doğu Kudüs olmasını istemektedir.
“İki Devletli Çözüm” Batı Avrupa ülkelerinin ve (Trump Yönetimine kadar) ABD’nin de desteklediği bir hal tarzıdır. Arap ülkeleri de (2002 yılında kabul edilen Arap Ligi Planı’yla) “iki devletli çözümü” desteklemektedir. Bu çerçevede Türkiye’nin Filistin sorununun çözümü konusundaki tutumu ile Batı Avrupa ülkeleri ve (Trump Yönetimi’nin İktidara gelmesine kadar) ABD’nin görüşleri arasında temelde farklılık bulunmamaktadır.
Bugün Filistin sorununun çözümünde karşılaşılan en büyük engel (son on yıla yakın bir dönemde) Netanyahu Başbakanlığındaki İsrail Hükümetlerinin (uluslararası beklentileri hiçe sayarak) gerçek bir “iki devletli çözümden” uzaklaşmaları ve (adil bir çözüm yerine) Batı Şeria’da (İsrail) genişleme politikalarını uygulamaya ağırlık vermeleridir. Son olarak Filistin sorununun yine uluslararası gündemin ön planına taşıyan gelişme ise Trump Yönetiminin (kendisinden önceki ABD Yönetimlerinin uyguladığı politikalardan ayrılarak) Başbakan Netanyahu’nun uzlaşmaz ve çözümü bir kenara bırakarak genişlemeyi (toprak kazanmayı) ön plana çıkartan politikalarını desteklemek için harekete geçmesi olmuştur.
Başkan Trump’ın Kudüs “kararını” açıklamasından sonra Başbakan Netanyahu “alelacele” (AB yetkilileriyle görüşmek amacıyla) Brüksel ile (AB’nin iki önemli üyesinin başkentleri) Paris ve Berlin’i ziyaret etmiş, Avrupa ülkelerinin de Tel Aviv’deki Büyükelçiliklerini Kudüs’e taşımalarını (Kudüs’ün statüsünü değiştirmeye yönelik Trump Yönetimi kararlarını desteklemelerini) istemiş, ancak ret cevabı almıştır. AB yetkilileri gibi Almanya ve Fransa liderleri de Netanyahu’ya “iki devletli çözümü” ve 1967 öncesi sınırlarda başkenti Doğu Kudüs olacak bir Filistin Devletini desteklediklerini söylemişlerdir.
Filistin sorununun nasıl çözümlenmesi gerektiği konusunda Ankara ile Batı Avrupa başkentleri arasında temelde önemli bir fark bulunmamasına rağmen, İsrail’in uzlaşmaz tutumuna ve Filistinlilere uyguladığı (katliamlara dönüşen) şiddete karşı gösterilen tepkide farklar olduğu da açıktır. Ankara, İsrail’in Filistinlilere karşı uyguladığı şiddete, (işgali altında tuttuğu) Batı Şeria’da Filistin halkına karşı uluslararası hukuka aykırı olarak yaptığı uygulamalara ve Gazze’yi (yine uluslararası hukuka aykırı olarak) bir açık hava cezaevine çevirmesine en sert ve sesli tepkiyi gösteren başkentler arasında yer almaktadır.
AB ve Batı Avrupa (“iki devletli çözümü” desteklemekle beraber) İsrail’in barışçı (ve masa başında varılacak bir çözümden) giderek uzaklaşmasına, Filistin halkına karşı uyguladığı şiddete tepkisiz (pasif) kalırken, Türkiye bu gelişmelere sert ve sesli tepkiler vermeye devam etmektedir. Ankara, (özellikle son dönemlerde) İsrail politika ve uygulamalarının tekrar gerçek bir “iki devletli çözüme “ doğru çekilebilmesi, İsrail’in Filistinlilere karşı uyguladığı şiddete son vermesi için İsrail üzerinde uluslararası baskı uygulanması ve uluslararası toplumun harekete geçirilmesi yönünde de önde bir rol oynamaya başlamıştır.
Türkiye’nin ilişkileri 1948 yılında, İsrail Devleti’nin ilanından bir müddet sonra başlamış, Türkiye İsrail’i tanıyan ilk bölge ülkesi (ve nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ilk ülke) olmuştur. 1947 yılındaki Birleşmiş Milletlerin Filistin’i taksi planına olumsuz oy kullanan 13 ülke arasında olmasına rağmen Türkiye’nin (kısa bir süre sonra) İsrail’i tanıması, İsrail’le diplomatik, siyasi ve ekonomik ilişkiler kurması, o dönemde Türkiye’nin Batı Dünya’sı ile iyi ilişkiler kurma gayretlerinin bir parçasıdır. Nitekim Ankara’nın İsrail’i tanıma kararının Türk Dışişleri Bakanı’nın 1948 yılı ikinci yarısında Vaşington’a yaptığı ziyaretten sadece birkaç hafta öncesinde gelmesi, Türkiye’nin de ABD ile ilişkileri ve İsrail konusunda bir bağlantı kurduğunu göstermiştir.
Soğuk Savaş döneminde 1950 ve 1960’lı yıllarda Türk Dış Politikası ABD’nin Sovyetler Birliği’nin çevrelemesi ve komünist ideolojinin yayılmasının engellenmesi politikalarından etkilenmiş, Ankara Orta Doğu’da da Sovyetler Birliği karşıtı siyasi ve askeri “güvenlik” paktları kurulması yönündeki gayretlerin ön planında yer almıştır. Bağdat Paktı Ankara’nın bu yöndeki çalışmalarının bir sonucudur. Ankara bu dönemde, İsrail’i kendi güvenlikleri için en büyük tehdit olarak gören, Arap ülkelerini Batı yanlısı siyasi ve askeri ittifaklara sokmakta büyük bir zorlukla karşılaşmış, Arap ülkeleri içinde sadece Irak’ı 1955 yılında kurulan Bağdat Paktı’na girmeye ikna edilebilmiştir.Kraliyet rejiminin 1958 yılında kanlı bir darbeyle yıkılmasından sonra Irak da Bağdat Paktı’ndan çekilmiş, 1979 yılında İran’daki rejim değişikliğine kadar CENTO adıyla bölgesel bir askeri ittifak olarak devam etmiştir. 1970’lı yıllar Türk dış politikasında da temel değişikliklerin olduğu bir dönemdir.
Türkiye 1967 Arap-İsrail Savaşı sırasında, ülkesindeki ABD üslerinin (İsrail’e yardım amacıyla) kullanılamayacağını açıklamış ve tarafsız kalmış, ancak kuvvet kullanımıyla toprak kazanılmasına karşı olduğunu açıklamıştır. Ankara, 1973 Arap-İsrail Savaşı’nda da Türkiye’deki üslerin (İncirlik Hava Üssünün) kullanılamayacağını açıklamakla beraber, bu kez tutumunu daha fazla Arap ülkelerinden yana kaydırmış, ABD’nin (İsrail’e yardım için Türkiye’deki üsleri kullanmasını engellerken, Sovyetler Birliği’nin Türkiye hava sahasını kullanarak Arap ülkelerine silah ve malzeme sevkiyatında bulunmasına izin vermiştir.
Türkiye’nin Araplara yaklaşan tutumu Birleşmiş Milletler’de Filistin konusunda yapılan bütün oylamalarda da görülmektedir. Türkiye 1960’lı yıllardan başlayarak BM’lerde (Filistin Sorunu konusunda) yapılan oylamalarda daima Araplarla birlikte oy kullanmıştır. Türkiye’nin olumlu oy kullandığı BM kararları arasında 1975 yılında BM Genel Kurulunda (72 olumlu, 35 olumsuz ve 32 çekimser oyla) kabul edilen Siyonizm’i ırkçılık olarak kabul eden 3379 sayılı karar da bulunmaktadır. İsrail ve ABD’de büyük tepki yaratan bu karar (aradan geçen 25 yıldan) sonra 1991 yılında (ABD’nin büyük baskısı altında) BM Genel Kurulu’nda (111 olumlu, 25 olumsuz, 13 çekimser oyla) alınan bir kararla kaldırılmış, Türkiye bu kez de (Arap ülkelerinin bazılarıyla birlikte) çekimser oy kullanmıştır.
Türkiye’nin Orta Doğu ve Filistin Sorunu konusundaki iki önemli kararı 1970’lı yılların hemen başında gelmiştir. Bu kararlardan ilki Türkiye’nin 1972 yılında İslam Konferansı Örgütü’ne (şimdiki İslam İşbirliği Teşkilatı) katılmasıdır. Türkiye kısa sürede İKÖ’nün en aktif üyelerinden biri haline gelmiş, yedinci İKÖ Dışişleri Bakanları toplantısı da 1976 yılında İstanbul’da yapılmıştır. Esasında İKÖ’nün kurulmasına yol açan gelişmeler de Haram-i Şerif ‘teki olaylarla başlamıştır. 1969 yılında Avusturyalı bir Yahudi’nin Mescid-i Aksa Camii’ni kundaklama girişimi ve çıkan yangın üzerine İslam Dünyası’nda oluşan tepki sonucu, aynı yılın Fas’ta bir İslam Ülkeleri Zirvesi toplanmış, Türkiye’de bu Zirve’de Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil ile temsil edilmiştir. Türkiye bu Zirve’de İKÖ’nün kurulması yönünde alınan kararları da desteklemiştir.
Türkiye’nin Filistinlilerle olan ilişkilerinde de 1970’lı yılların ikinci yarısında hareketlilik yaşanmaya başlamıştır. Türkiye’nin Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile temasları 1969 İslam Ülkeleri Zirvesi’nde başlamıştır. 1975 yılında (o dönemde İsrail ve ABD tarafından terörist örgüt sayılan) FKÖ Siyasi Büro Şefi Faruk Kaddumi Ankara’ya gelmiş, Türkiye 1976 yılında İstanbul’da yapılan İKÖ Dışişleri Bakanları toplantısında FKÖ’nün Ankara’da temsilcilik açmasına izin vermiş, FKÖ lideri Arafat 1979 Ocak ayında Ankara’yı ziyaret ederek Başbakan Bülent Ecevit’le görüşmüş, Ankara’daki FKÖ temsilciliği de aynı yıl açılmıştır.
Türkiye-İsrail ilişkilerinde olumsuz yönde bir şok 1980 yılında İsrail’in Doğu Kudüs’ü ilhak ederek, birleşik Kudüs şehrini İsrail’in “bölünmez ve ebedi” başkenti ilan etmesiyle yaşanmıştır. Türkiye, bu kararı ve Kudüs’ün yasal statüsüyle ilgili (uluslararası hukuka aykırı) İsrail emrivakilerini tanımayacağını, Tel Aviv’deki maslahatgüzarını geri çektiğini ve İsrail’le diplomatik ilişkilerin en alt düzeye (ikinci katip seviyesine) indirildiğini açıklamıştır.
Türkiye-İsrail ilişkileri ancak 1990’lı yıllarda tekrar düzelme ve “normalleşme” eğilimine girebilmiştir. İki ülke ilişkilerdeki bu düzelmenin bir sebebi uluslararası ortamdaki (Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı’nın yıkılması, Sovyetler Birliğinin bölünmesi) büyük değişimdir. Ancak Ankara’nın İsrail’le ilişkilerinde esas rahatlamayı getiren gelişmeler 1990 Madrid Konferansı, Oslo Süreci ve 1993 Oslo Anlaşmalarıdır. Filistin (Geçici) Yönetimi’nin kurulduğu, “iki devletli çözüm” temelinde İsrail-Filistin barış görüşmelerinin başladığı bir ortamda Türkiye-İsrail ilişkileri de hızlı bir şekilde genişlemiştir. Türkiye-Suriye ilişkilerinin (PKK nedeniyle) çok kötü bir düzeyde olduğu o dönemlerde, Türkiye-İsrail ilişkileri (iki ülke ilişkileri tarihindeki) en üst seviyesine taşınmıştır.
Bu yıllar Türkiye’nin iki tarafla da (İsrail ve Filistinlilerle) iyi ilişkilerini kullanarak İsrail-Filistin müzakere sürecine de yardımcı olmaya çalıştığı dönemlerdir. Aynı şekilde Ankara (Şam’la ilişkilerinin düzelmesinden sonra) Suriye ile İsrail arasında da (toprak karşılığı barış ilkesi çerçevesinde) arabuluculuk rolünü üstlenmiş ve bölge barışına katkı yapmaya çalışmıştır.
Ancak İsrail’in “iki devletli” çözümden uzaklaştığı yönündeki işaretlerin çoğalması, Batı Şeria ve Gazze üzerindeki İsrail baskısı ile Gazze’de yaşayan Filistinlilere karşı kullanılan şiddetin giderek artması nedeniyle Türkiye-İsrail ilişkileri de etkilenmeye başlamış, Netanyahu’nun Başbakan olmasından sonra Türkiye-İsrail ilişkileri bir “krizler dönemine” girmiştir. İki ülkenin (İsrail’in Mavi Marmara olayıyla ilgili Ankara taleplerini karşılamasından sonra) siyasi ilişkileri normalleştirme gayretlerine rağmen (son gelişmelerin çok açık bir şekilde ortaya koyduğu şekilde), Filistin sorunu Türkiye-İsrail ilişkilerini her yönden etkilemeye devam etmektedir.
Paylaş