Paylaş
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi James Jeffrey 22 Temmuz’da Ankara’da idi. Türkiye ile ABD arasında Suriye konusunda görüşmeler, sahada önemli bir sonuç vermeden, uzun bir süreden beri devam ediyor. Münbiç konusunda varılan mutabakat hala uygulanmış değil. Vaşington’un verdiği bütün sözlere rağmen PKK’nin Suriye uzantısı PYD/YPG hala Münbiç’te, hala Fırat Nehri’nin doğusuna çekilmiş değil.
Münbiç üzerine şimdi bir de Ankara-Vaşington arasında, Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak için Türkiye-Suriye sınırına paralel Suriye topraklarında bir “Güvenli Bölge” oluşturulması konusunda sonuç vermeden “uzayan” görüşmeler eklenmiş durumda. “Güvenli Bölge” görüşmeleri de 6 aydan beri sonuç alınamadan sürüyor.
Esasen bakıldığında ABD süre konusunda söylediklerini yapmayan taraf durumunda bulunuyor. Münbiç mutabakatını uygulamıyor, “Güvenli Bölge” kurulması konusunda bir ilerleme sağlanmasına çalışmıyor, ABD Başkanının ağzından çıkan bütün sözlere rağmen, bırakın Suriye’den çekilmeyi, Suriye’deki askeri varlığını arttırıyor.
Ankara’dan bakıldığında ABD’nin artık Suriye’de Türkiye’yi “oyalama” taktiği içinde olduğu ortaya çıkıyor. Ankara için, Başkan Trump’ın ”Güvenli Bölge” kurulması yönündeki ifadeleri ABD’nin Suriye sınırı boyunca Türkiye’nin güvenliğinin sağlanması ihtiyacını kabul ettiği anlamına geliyor. Ancak, ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarının “Güvenli Bölgenin” sanki PYD/YPG’nin güvenliğini sağlanmak için kurulduğu gibi yanlış bir anlayış içinde hareket ettikleri görülüyor.
ABD’nin “Güvenli Bölge” fikrini Türkiye’nin sınır güvenliği ihtiyaçlarından çok Türkiye’nin sınır bölgesinde Doğu Suriye’de PYD/YPG’ye karşı askeri bir harekatını önlemek için ortaya attığı görüşü artık Ankara’da hakim. Büyükelçi Jeffrey’in son “başarısız” Ankara ziyaretinden sonra, Ankara’dan yine Türkiye’nin “sabrının” taştığı ve Doğu Suriye’de askeri operasyonun yakın olduğu “uyarıları” geliyor.
Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Büyükelçi Jeffrey’in Ankara’da yürüttüğü sonuçsuz görüşmelerden sonra yaptığı açıklamalar son derece açıktı.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, ABD Özel Temsilcisi Jeffrey’in Güvenli Bölge konusunda getirdiği “son önerilerin” Ankara’yı tatmin etmekten çok uzak olduğunu, Türkiye’nin bu durumda kendi sınır güvenliğini kendisinin sağlaması noktasına döndüğünü ifade etti.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Türkiye’nin “Güvenli Bölge” konusundaki beklentilerinin ne olduğunu da konuşmasında ABD’ye çok açık bir şekilde “tekrar” iletti. Türkiye’nin sınır güvenliğini sağlayacak derinlikte olacak “Güvenli Bölge’de” kontrol kesinlikle Türkiye’nin elinde olacak, PYD/YPG unsurları “Güvenli Bölge’den” çekilecek ve “Güvenli Bölge’de” buralarda yaşayan tüm halkın yerlerine geri dönmeleri için gerekli şartlar yaratılacak.
Türkiye’nin Münbiç Mutabakatının uygulanması ve PYD/YPG’ye verilen ağır silahların toplanması sözünün yerine getirilmesi beklentileri de devam ediyor. Gelinen noktada, Ankara’dan bakıldığında, ABD’nin Suriye bağlamında geçmişte Türkiye’ye verdiği sözleri yerine getirme ve Ankara’nın anladığı biçimde Türkiye-Suriye sınırında, Doğu Suriye’de bir “Güvenli Bölge” kurma konusunda harekete geçmeye pek niyetli olmadığı ortaya çıkıyor.
Bu durumda Türkiye’nin Doğu Suriye’de askeri bir operasyonu ciddi bir şekilde yine düşünmeye başladığı, sınıra asker ve malzeme sevkiyatının yine yoğunluk kazandığı anlaşılıyor. Durum Savunma Bakanı Akar tarafından ABD’li karşıtına da bütün açıklığıyla bildiriliyor. Türkiye'nin Doğu Suriye’deki ilk askeri operasyonunun Akçakale’nin karşısındaki Tel Abyad’a olabileceği, operasyonların bütün sınırda değil belirli bölgelerde yapılabileceği tahminleri artık sesli bir şekilde konuşuluyor.
Tel Abyad geçmişte (PYD/YPG’nin eline geçmeden) Arapların ve Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı bir bölge. PYD/YPG’nin Tel Abyad’daki demografik yapıyı bozduğu, buradaki Arap ve Türkmenleri evlerini terk etmeye zorladığı biliniyor. Tel Abyad ayrıca Kobani ile Kamışlı arasında stratejik bir bölgede yer alıyor.
Doğu Suriye’de yapılacak askeri bir operasyonun doğuracağı risklere ve yaratacağı siyasi yansımalara işaret edenler de var. ABD’nin bütün Suriye stratejisini yanlış bir şekilde yerel bir terör örgütüyle işbirliği üzerine kurması başından beri büyük bir hata olarak ortaya çıkıyor. ABD’nin verdiği sözleri yerine getirmemesi sebebiyle şimdi gelinen bu noktada Ankara’nın kendi sınır güvenliğini sağlamak için harekete geçmesinin, Türkiye ile ABD’nin bu kez Suriye’de askeri olarak karşı karşıya kalmasına sebep olacağı anlaşılıyor.
ABD’nin baştan yanlış kurulan ve ısrarla (hatta Başkan Trump’a rağmen) devam ettirilen Suriye politikasının Vaşington için yarattığı riskler ise sadece Türkiye ile de sınırlı kalmıyor. Basında verilen küçük bir haberde Suriye’yi ziyaret eden İran Devrim Muhafızları Ordusu’na bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin Deyrizor’a gittiği ve burada İran’a bağlı gruplara “ABD’ye karşı savaşa hazır olun” talimatı verdiği bildiriliyor. Deyrizor bölgesi ABD destekli PYD/YPG ile İran ve Şam rejimi destekli gruplar arasında çatışmalara sahne olan, Suriye’nin petrol ve doğal gaz yataklarının ve sahalarının bulunduğu bir bölgesi.
Çok yakın bir zamanda ABD’nin İran Devrim Muhafızları gücünü terörist örgütler listesine de aldığı hatırlarda. Ancak, İran Devrim Muhafızlarını ve Hizbullah’ı terörist örgüt kabul ederken Vaşington’un, PKK’nin Suriye uzantısı olan PYD/YPG ile işbirliği içinde olmasının ve PYD/YPG’yi “yerel ortak” olarak kabul etmesinin kendisi için doğurduğu “ikilemi” bile fazla “umursamadığı” izleniyor.
Bununla birlikte ABD’nin, Türkiye’yi kendi sınır güvenliğini kendisinin sağlamak ve Doğu Suriye’de bir askeri operasyon zorunluluğuyla karşı karşıya bırakması halinde, bunun Suriye-Irak sınırı ile Fırat Nehri’nin (Deyrizor dahil) Irak-Suriye sınırına yakın bölgelerinde doğuracağı sonuçları, ABD-Türkiye ilişkilerine yapacağı olumsuz etkiler yanında genel Suriye sorununda doğuracağı sonuçları birlikte ve acil bir şekilde değerlendirmesi gerekmektedir.
Suriye konusunda Ankara-Vaşington hattında gelişmeler olumsuz bir yönde gelişirken, S-400/F-35 sorunu da Vaşington tarafından adım adım daha da içinden çıkılmaz ve “tehlikeli” bir hale getirilmektedir. Başkan Trump’ın durumu daha açık bir şekilde gördüğü ve Türkiye’nin suçlanamayacağı yönündeki sözlerine rağmen S-400/F-35 sorunu gereksiz şekilde büyütülmekte; kısa, orta ve uzun dönemde Türkiye-ABD ilişkileri için “kaçınılmaz” bir “tehdit” durumuna sokulmaktadır.
Bazılarına göre Vaşington’da adeta bir “iyi polis kötü polis” oyunu oynanmakta, iyi polisin (Başkan Trump) bütün ifade ve açıklamalarına rağmen, ABD-Türkiye ilişkilerinin geleceği kötü polisin (Kongre, Savunma ve Dışişleri Bakanlıkları) eline bırakılmış bir görünüm kazanmaktadır. Vaşington’daki herkesin ABD-Türkiye ilişkilerinin “çok önemli” olduğu ve “korunması” gerektiği konusunda “anlaştıkları” izlenimi yaratılan bir ortamda bu ilişkilerin geleceğini “torpillemeye” çalışmak doğru bir davranış olarak görülmemektedir.
Basın geçen hafta içinde ABD’nin Türkiye’ye “ABD’nin Düşmanlarına Karşı Yaptırımlarla Karşı Koyma Yasası (CAATSA)” çerçevesinde yaptırım uygulayıp
uygulamayacağı konusuna odaklanmıştır. Halbuki Vaşington Türkiye’nin F-35 savaş uçakları projesinden çıkartılması sürecini zaten başlatmış, böylece sonuçları orta ve uzun dönemde Türkiye-ABD ilişkilerinde görülecek çok ciddi bir “krizi” başlatmıştır.
Türkiye S-400 Hava Savunma Sistemini ABD Türkiye’ye Patriot füzelerini satmadığı için almak zorunda kalmıştır. Başkan Trump’da bu durumu kabul etmekte, meydana çıkan (kendi deyimiyle) zor durumdan Obama Yönetimini sorumlu tutmakta, Türkiye’ye haksızlık yapıldığını, Türkiye’yi “suçlamadığını” söylemektedir.
S-400’ler konusunun ilişkileri nereye getirdiğini görmesine rağmen Vaşington’un şimdi bir de F-35’ler sorunu yaratma yoluna gitmesi çok büyük bir talihsizliktir. Türkiye, ABD ile 100’ün üzerinde F-35 almak için 2000’lı yılların başlarında görüşmeye başlamıştır. Türkiye F-35 üretimine de Türkiye’de üretilen parçalarla katkıda bulunmaktadır. Türkiye şimdiye kadar F-35 projesiyle ilgili üzerine düşen tüm sorumlulukları yerine getirmiştir.
ABD’nin Türkiye’ye (aynen Patriot satmadığı gibi) şimdi de F-35 satmaması Ankara’yı başka yeni nesil savaş uçakları arayışına itecektir. F-35’lerin en iyi alternatifi de Rus yapısı SU-35 ve SU-57 savaş uçaklarıdır. Türk yetkililer F-35 uçaklarının alınamaması durumunda alternatif uçaklara dönülmek zorunda kalınacağını açıklamış olup; Rusya da Türkiye’ye uçak satmaya hazır olduğu işaretini vermektedir.
Vaşington böylece (Türkiye’ye F-35 satmamakla) ileri dönük olarak ilişkilerde yeni bir “krizin” temellerini atmaktadır. Vaşington’un Türkiye’nin F-35 projesinden çıkartılmasını bir “yaptırım” değil “zorunluluk” olarak ortaya koyduğu anlaşılmaktadır. Vaşington bir süreden beri S-400’lerle F-35’lerin bir arada konuşlandırılamayacağını, aksi taktirde F-35 uçaklarının “yapım sırlarının” Rusya’nın eline geçeceğini savunmaktadır.
Türk yetkililere göre ise böyle bir tehlike bulunmamaktadır. Türk yetkililer F-35 savaş uçaklarının “yapım sırlarının” korunmasının Türkiye’nin de bir önceliği olduğunu zaten ifade etmektedir. Burada çıkış yolu Türkiye’nin yaptığı konunun bütün yönleriyle inceleneceği bir Komite kurulması önerisidir. Türkiye NATO’nun da bu Komitenin çalışmalarına katılabileceğini açıklamıştır. ABD ise böyle bir Komite’nin kurulmasına yanaşmamaktadır.
ABD’nin, Türkiye’nin F-35 savaş uçakları programından çıkarılması sürecini zaten başlatmışken, şimdi de CAATSA çerçevesinde Türkiye’ye yeni yaptırımlar
uygulaması Türkiye’ye yapılan “haksızlıkların” büyümesi anlamına gelecektir. Türkiye CAATSA çerçevesinde uygulanacak yaptırımlara karşılık vereceğini açıklamış bulunmaktadır.
Başkan Trump’ın CAATSA çerçevesinde Türkiye’ye yaptırım uygulanmasını istemediği, ancak ABD Kongre’sinin bu konuda ısrarcı olduğu ortaya çıkmaktadır. Geçen hafta içinde ABD Başkanı Trump Beyaz Saray’da Cumhuriyetçi Parti Senatörleri ile bir araya gelerek konuyu ele almış, kendi partisi Senatörlerini ikna etmeye çalışmıştır.
Bu toplantıdan kısa bir süre sonra ABD Kongresi Eylül ayı başlarına kadar tatile girmiştir. Bu bakımdan en azından Eylül ayına kadar CAATSA yaptırımlarının gündeme gelmesi beklenmemektedir. Esasında S-400 sisteminin tam kurulması ve aktive edilmesinin önümüzdeki senenin ilk aylarına kadar süreceği tahmin edilmekte ve bu çerçevede CAATSA yaptırımları konusunda bu döneme kadar bir gelişme beklemeyenlerin çoğunlukta olduğu görülmektedir.
Nitekim Trump-Senatörler toplantısından sonra Cumhuriyetçi Parti Güney Karolina Senatörü Lindsey Graham (Başkan Trump’ın bilgisi dahilinde) Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nu telefonla aramıştır. Basında yer alan bilgilerden (daha önce Türkiye’ye birkaç kez gelen) Senatör Graham’ın Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’na S-400’lerin aktive edilmemesi halinde Türkiye’nin F-35 projesine geri dönebileceğini ve (CAATSA çerçevesinde) Türkiye’ye yaptırım getirilmeyeceğini söylediği anlaşılmaktadır.
Suriye ve S-400/F-35’ler konularında içine girilen süreç Türkiye-ABD ilişkilerini olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Yaptırım uygulamaları ve tehditleri karşı girişim ve tehditlere yol açmaktadır. Yanlış ABD politikaları sonunda Türkiye’yi 100 Boeing uçağının alım konusunu da gündeme getirmeye zorlamıştır. Vaşington’un Suriye’de Güvenli Bölge/Münbiç ile S-400/F-35 bağlantısıyla ilgili Çalışma Grubu kurulması konularında “doğru yönde” atacağı adımlar, Türkiye-ABD ilişkilerinde (tekrar) olumlu gündeme dönülmesini kolaylaştıracak; Başkan Trump’ın “planlanan” Türkiye ziyaretinin gerçekleşmesi de ilişkilerin doğru yola sokulmasını sağlayabilecektir.
Paylaş