Paylaş
ABD’nın Şam rejimini cezalandırmak ve bundan sonra kimyasal silah kullanmaktan caydırmak amacını taşıdığı ve Suriye’deki üç kimyasal silah üretiminde kullanılan merkezi hedef aldığı anlaşılan hava saldırısına ABD’nin müttefikleri Fransa ve İngiltere de katıldılar.
Kimyasal silahların kullanımı uluslararası bir suç ve Şam rejiminin bu konudaki sicili çok olumsuz. Şam rejiminin Suriye iç savaşının başladığı 2011 yılından beri kendi halkına karşı birçok kez kimyasal silah kullandığı ve Suriye’de kimyasal silah kullanımı konusunun böylece uluslararası gündeme geldiği biliniyor. Trump yönetimi 2017 yılında da Şam rejimine karşı yine kısıtlı ve cezalandırıcı bir hava saldırısı düzenlemiş ve rejime ait bir hava üssünü hedef almıştı.
ABD’nin (bu kez Fransa ve İngiltere ile birlikte) düzenlediği son hava saldırısının da Suriye iç savaşında kalıcı bir etkisinin olması söz konusu değil. ABD’nin İran ve Rusya’nın Suriye iç savaşına doğrudan müdahalelerine göz yummasından sonra, Şam rejimi güçlenmiş durumda ve savaşı kazanmakta olduğuna inanıyor. Obama yönetimi sırasında ABD’nın Suriye sorununa ilgisizliği ve ABD’nin Suriye’de ciddi, kapsamlı bir strateji ve politika oluşturamaması Suriye’de bugünkü siyasi “gerçeklerin” ve “tablonun” ortaya çıkmasında temel bir neden.
Trump, May ve Macron’un daha çok kendi ülkelerinde iç politika amaçlı kullandıkları hava saldırısından hemen önce Şam rejimi Suriye muhalefetinin elindeki son bölgelerden biri olan (Şam’ın hemen yakınındaki Duma’nın da içinde bulunduğu) Doğu Guta’yı tamamen ele geçirdi. Doğu Guta’nın ilk yabancı misafiri de İran dini lideri Hameney’in danışmanı Ali Ekber Velayeti’ydi. Velayeti Suriye ziyareti sırasında Şam rejiminin bundan sonraki “hedefleri” olarak İdlib bölgesi ile (ABD destekli) PYD/YPG’nin kontrolü altındaki Fırat’ın doğusundaki bölgeleri işaret ederek Suriye iç savaşını Şam rejiminin kazanmakta olduğu konusunda Tahran’da hiçbir “tereddüt” olmadığını da gösterdi.
Başkan Trump’ın çok kısa bir zaman önce Suriye’den tamamen çekilmekten bahsederken şimdi (Şam rejimine karşı) Suriye’de (kısıtlı ve dar amaçlı da olsa) askeri güce başvurması akılları daha da karıştırdı. Sivil halka karşı kimyasal silah kullanılmasının Vaşington’u “insani nedenlerle” harekete geçirdiği izahatı bir çok kişiyi tatmin etmiyor. Şam rejiminin daha önce kendi halkına karşı hava gücünü kullanarak “varil bombalarıyla” terör estirdiği ve Suriye halkının büyük bir insanlık dramı yaşadığı dönemlerde Suriye ile “fazla” ilgilenmeyen ve “uçuşa yasak bölgeler” ve “güvenli bölgeler” gibi önerileri reddeden Vaşington (ile Londra ve Paris’in) şimdi Suriye halkının “insani sorunlarıyla” ilgilenmeye başlamaları akıllara bir çok soruyu da birlikte getiriyor.
ABD’nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Nikki Haley (Başkan Trump’in kısa bir süre önceki tam aksi ifadelerine rağmen) Amerikan askerlerinin Suriye’den çekilmeyeceğini açıkladı. Fransa Cumhurbaşkanı Macron da Başkan Trump’ın Suriye’den çekilmeme konusunda “ikna edildiğini” belirtti. Yani, Beyaz Saray’dan gelen farklı seslere ve Arap (Suudi Arabistan, Mısır, BAE) Gücü gibi değişik formüller üzerinde konuşulduğunun anlaşılmasına rağmen, ABD’nin 2 bin kadar askeri (en azından bir süre daha) Suriye’de kalıyor gibi gözüküyor.
Ankara için önemli olan ABD’nin PYD/YPG’ye verdiği desteğin alacağı şekil ve bu (terörist) örgütünün kontöründeki Suriye toprakların akıbeti ve nasıl yönetileceği. Menbiç’le ilgili gelişmeler (Ankara-Vaşington hattında güvenin tekrar kurulabilmesi için) özellikle önem kazanıyor. Bu konularda Ankara ve Vaşington arasında görüşmeler halen devam ediyor. Ankara’da Pompei’nin göreve başlamasından sonra Türkiye ve ABD Dışişleri Bakanları arasında yapılacak görüşmede konunun ele alınacağı ve sonuçlandırılacağı beklentisi var.
Nikki Haley’in, Amerikan askerlerinin Suriye’de kalması için zaten bilinen (DEAŞ’la mücadele ve İran’ın bölgedeki faaliyetlerinin dengelenmesi) gerekçelerin yanında, (şimdi bir de) Suriye’de kimyasal silahların bir daha kullanılmasının engellenmesini de göstermesi ilginç. Yani askerlerinin Suriye’de kalması konusunda Vaşington Amerikan kamuoyunu ikna etmeye çalışıyor, kimyasal silahlara duyulan (halktaki doğal) tepkiyi de bu yönde kullanıyor.
Nikki Haley’in son ifadeleri ABD’nin Trump Yönetimi sırasında (Obama döneminde bulunmayan) kapsamlı ve sürekli bir Suriye stratejisi ortaya çıkartıp çıkartamayacağı sorusuna yanıt getirmiyor. ABD’nin nasıl bir Suriye istediği, (Esad’ın meşruluğunu kaybettiği yönündeki mutad söylemler dışında) Suriye’deki rejim sorunuyla ilgili olarak mevcut tabloyu değiştirme hususunda ne düşündüğü ve (daha önemlisi) neler yapmaya hazır olduğu hala açık değil.
Hala kararlı ve istikrarlı bir Suriye stratejisi ve buna uygun bir politika ortaya çıkartılamadığına göre (büyük ihtimalle) bu soruların yanıtları Vaşington’da da yok. Suriye konusunda ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları ile Beyaz Saray’dan gelen, birbirleriyle tamamen çelişkili, ifade ve mesajlar bunu gösteriyor. Başkan Trump’dan (genellikle sabahları) gelen “twitler” ABD’nin Suriye’de “gerçekten” ne istediği, ne yaptığı, neleri elde etmeye çalıştığı ve ne yapmaya hazır olduğu konusunda akılları daha da karıştırıyor.
Bazıları Vaşington’daki bu karışık görünümün esasen “kasti” olduğunu, ABD’nin zaten Orta Doğu’yu “karıştırmayı”, bölge ülkelerini birbirine düşürmeyi ve İsrail önünde ortak bir Arap (ve İslam) Cephesi’nin oluşmasını engellemeyi amaçladığını, Vaşington’un bölgede “belirsizlikler” ve “istikrarsızlıklar” yaratan politikaları bilerek, isteyerek ve tasarlayarak izlediğini düşünüyor.
Öte yandan, bölgedeki “istikrarsızlık ve belirsizliklerin” vardığı seviyenin Batı ve Batı yanlısı (İsrail dahil) bütün ülkeleri olumsuz şekilde etkilediğine, (mezhepsel bölünmeler körüklenerek sürdürülen) İran-Suudi Arabistan çatışmasının ortaya çıkarttığı sonuçların ve İran’ın bölgede artan gücünün İsrail (ve ABD) için ortaya çıkarttığı tehditlerin açık olduğuna işaret ederek, ABD’nin Suriye politikasındaki karmaşanın temelde ABD iç politikasından ve üst üste yapılan yanlışlardan kaynaklandığını düşünenler de oldukça çok.
ABD gibi ekonomik ve askeri gücü çok büyük bir ülkenin dış politikada yanlışlar yapmayacağını düşünmek doğru değil. ABD’nin (Suriye’den önce) Irak’da arka arkaya bir çok hata yaptığını biliyoruz. Irak’da (işgal ve sonrasında) arka arkaya gelen hatalar ve yanlış uygulamalar bugün ABD’de de hemen herkes tarafından kabul ediliyor. Vaşington yanlış politika ve uygulamalarının Irak’da ortaya çıkarttığı durumun (dış güç olarak) en fazla İran’ın işine yaradığı ve ABD’nin 2003 sonrası Irak uygulamalarından İran’ın büyük ölçüde yararlandığı da bugün artık hemen herkes tarafından kabul edilen bir gerçek.
Başkan Trump’ın “7 trilyon dolar harcadık, hiçbir şey elde edemedik” ifadeleri esasen bu durumu bütün açıklığıyla ortaya koyuyor. Başkan Trump’ın “işadamı içgüdüsüyle” yaptığı bu hesap temelde haklı. Tabii Başkan Trump’ın bahsettiği bu “7 trilyon doların” büyük bölümünün Amerikan silah sanayine aktarıldığına işaret edenler de var. Obama Yönetimi’nin 2011’de (seçim kampanyasında verdiği sözleri tutarak) Irak’dan çekilmesi de 2003 işgalinin sonuçlarını daha da arttırmış ve ABD Irak’a tekrar dönmek (asker göndermek) zorunda kalmış. Bugün ABD ile İran arasında Irak’da (Mayıs ayında yapılacak seçimlere de yansıyan) büyük bir rekabet ve mücadele yaşanıyor.
ABD’nin 2003 yılındaki Irak müdahalesinin sebepleri bile (aradan geçen 15 yıla rağmen) hala açık değil. Irak’da büyük bir yıkıma ve yarım ila bir milyon insan kaybına neden olan 2003 ABD müdahalesinin (istila, işgal ve sonraki Sunni direnişi) sebepleri bugün bile tartışılıyor. 2003 müdalesinden sonra ortaya çıkan tek şey (işgali körükleyen İngiltere ve) ABD’nin o dönemde işgali haklı kılmak için ortaya koydukları Irak’ın kitle imha silahları programı yürüttüğü yönündeki iddiaların hakikat dışı olduğu ve hazırlattırılan raporların gerçeği yansıtmadığı.
Esasında 2003 işgali ABD’nın Irak’a ilk müdahalesi değil. ABD’nin ilk Irak müdahalesi 1990 yılında Irak’ın Kuveyt’ı işgalinden hemen sonra geliyor. İlk Körfez savaşının amacı (Kuveyt’ın Irak işgalinden kurtarılması) açık ve ABD’nin bu müdahalesi çok geniş bir uluslararası destek buluyor. ABD’nin bu ilk Irak savaşı uzun süreli bir işgale ve (Irak’da Batı yanlısı bir Arap devleti kurmak gibi) hayalci politikalara dönüşmüyor.
Buna rağmen iktidarda kalmasına izin verilen Saddam rejiminin tüm petrol kaynakları ve (maceracı) iç ve dış politikası (Birleşmiş Milletler de kullanılarak) tam bir kontrol altına alınıyor.Yani Saddam rejimi altındaki Irak’ın İran karşısında bir denge unsuru olarak kalmasına izin verilirken, Saddam Hüseyin’in kendi halkı ve komşuları için bir tehdit olmaktan çıkarılması için gerekli bütün düzenlemeler yapılıyor.
Ancak 2003 yılındaki İkinci Körfez Savaşı’yla ABD’nin Irak’daki (sonuçları günümüze kadar gelen) yanlışlar zinciri başlatılıyor. Bir çok kişi ABD’nin Irak’ı işgalinin arkasında Irak’ın petrol ve doğal zenginliğinin bulunduğuna inanıyor. Dönemin ABD Başkan Yardımcısı (ve Irak işgalinin arkasındaki esas isim olduğuna inanılan) Dick Cheney’in uluslararası petrol şirketleriyle olan yakın bağları bu görüşe kuvvet kazandırıyor. Sonuçta ise ABD Irak petrol kaynakları üzerinde pek de öyle doğrudan bir “hakimiyet” sağlayamıyor. Zaten uluslararası petrol şirketleri (askeri yollara baş vurmadan da) gelişmekte olan ülkelerin petrol ve doğal gaz kaynaklarını nasıl kontrol edeceklerini “iyi” biliyorlar.
Üzerinde durulan diğer bir sebep (oğul) Bush yönetiminin 9 Eylül 2011 terörist saldırılarının intikamını almak istemesi. Birçok kişi 9/11 terörist saldırılarının arkasında El Kaide’nin olduğunun ve Irak’ta El Kaide’nin bulunmadığının bilinmesine rağmen, Bush Yönetimi’nin (maceracı diktatör) Saddam Hüseyin’i “intikamın” hedefi olarak seçtiğine inanıyor. Yanlış bir zeminde başlatılan Irak Savaşı, uzun bir işgale, arka arkaya yapılan yanlış uygulamalara ve Irak’da direnişe ve Irak’ın bütün bölge için “daha büyük” bir sorun ve istikrarsızlık kaynağı durumuna gelmesine dönüşüyor. Bugün de ABD’nin Suriye’de peş peşe gelen bir yanlışlıklar dizisinin içine girmiş olduğuna, bunun da (küresel olarak ve) bölge için önümüzdeki dönemde daha büyük istikrarsızlıklara ve sorunlara yol açacağına inanlar çoğunlukta ve sayıları giderek artıyor.
Paylaş