‘‘Bıyık bırak!’’ diye tutturmuştu.
‘‘Niye kız?’’
‘‘Arkadaşlarım 'Sübyancılığa mı başladın?'
diye benimle dalga geçiyorlar.’’
O zamanlar 18'e değmiş miydim anımsamıyorum. Adamın burnunun altında kıl biriktirmesi bir bela... Çorbaya girer, bıyığa tutunmuş çorba damlaları üstüne başına damlar. En fiyakalı gömleğini mahveder.
Ağzında sigara unutursun, bıyıkların cıyırt diye yanar. Bütün gün burnunda bir yanık kokusuyla dolaşırsın.
Hacettepe Üniversitesi Geriatri Bölümü GEBAM, bana ve Müşfik Kenter'e beraberce
‘‘Yaşam boyu başarı ödülü’’ verdi. Yani tercümesi
‘‘Yılın Morukları!..’’
Büyüyemeden yaşlanmışım. Bizim toplum yaşlıların 40-50 yaşında göçüp gitmesine alışmış. Şimdi karşılarında eli ayağı tutan, kafası İsviçre saati gibi tıkır tıkır işleyen yaşlıları görünce şaşalıyor.
‘‘Yat yetmiş, iş bitmiş...’’ gibisinden zırvalıyor. Hatta yaşlıları yok saymaya çabalıyor. Örneğin kendime önünde 4-5 düğmesi olmayan mülayim bir ceket ya da üstünde şapşalca ve Amerikanca yazılar bulunmayan bir kazak bulup alamıyorum. Moda hep gençler içinmiş. Dükkán sahibine,
‘‘A benim enayi oğlum, para biz moruklarda... Oğluma, kızıma, torunuma para vermezsem sen bu bezleri zor satarsın!’’ diyorum.
*
Geçtiğimiz hafta Ulusal Yaşlılar Haftası'ydı. Tabii, yine hallaç yellenmesi gibi duyulmadı geçti gitti.
Aslında yaşlanmanın çok yararlı bir yanı var. İNSAN GENÇ OLMAKTAN KURTULUYOR! Onca zahmeti, mihneti ve gelecek korkularını artık çekmiyor. Ben karar verdim, bir daha asla genç olmayacağım. (Çocuk olmaya itirazım yok.)
Bu hafta sevgili ve saygın yaşlı dostlarımla YAŞLILAR HAFTANIZI kutlayalım dedik. Sanıyorum aklımıza ve yaşımıza sağlık iyi de yaptık!
Ben şimdi 50’sindeyim
SÜLEYMAN DEMİREL (Eski Cumhurbaşkanı ve Başbakan-75 yaşında)
1920'li yıllarda ölüm yaşı ortalama 40'tı. İnsanlar evlatlarının evliliğini bile göremezlerdi. O zamanki anlayışa göre 40 yaş ihtiyarlık yaşıydı. 35'indeki insana bile 'Bir ayağı çukurda!'
gözüyle bakılırdı. Şimdi ortalama ömür 75 yaşına yükseldi. Artık analar, babalar evlatlarının değil evliliğini, torunlarının çocuklarını bile görebiliyorlar.
Size göre kaç yaşındaki insan yaşlı insandır?
-Mimar Sinan bir dünya şaheseri olan Selimiye Camii'ni yapmaya 85 yaşındayken başladı. 92 yaşında da bitirdi. Celal Bayar 103 yaşında vefat ettiği sırada 60-70 yıl öncesini ayrıntılarıyla hatırlıyordu. Vehbi Koç 93 yaşındayken benimle kahvaltıda ülke meselelerini tartışıyordu. Resmi çalışma zamanı 8 saattir. Ben günde 15 saat çalışıyorum. Sevmesini bilen, kendisiyle ve dünya ile barışık, tutkulu insanlar için yaşlanmak zordur. Beden gücünüz azalsa bile yürek gücünüzle açığınızı kapatıyorsunuz.
Kendinizi kaç yaşında hissediyorsunuz?
Sayın Demirel, bir an durakladı. Sonra,
‘‘Elli!’’ dedi. Aslında gönlünden daha genç bir yaş geçmişti sanırım. Ama mahcubiyetinden 50 yaşına razı olmuştu. Böylece milyonları peşinden sürükleyen, zamanı gelince dişe diş kavgadan çekinmeyen Demirel'in aslında mahcup bir insan olduğunu fark ettim.
‘‘Yaşlıların gençleri klasik bir azarlama yöntemi vardır. Söze 'Ben, şimdi sizin yaşınızda olacaktım kiii...'
diye başlarlar. Siz hiç böyle bir şey yaptınız mı?’’
‘‘Aslaa! Dur bakayım, bir kere yaptım. Güneydoğu'da bir hudut karakolunu ziyaret etmiştim. Bir gün önce o karakoldan birkaç askerimizi şehit edip kaçmışlardı. Mehmetçiklerle bir taşın üstünde oturuyorduk, 'Ah!' dedim, 'Ben de şimdi sizin yaşınızda olmak isterdim ve sizlerle birlikte şu taşın dibini beklemek isterdim.' Benimle güreşemezmiş!
YAŞAR KEMAL
(Romancı. Yaşını tam bilmiyor. Birçok Anadolu delikanlısı gibi kafa káğıdına yanlış yazılmış. Bana göre aramızda 8-10 yaş fark var. Yani, 75-77 yaşlarında filan.)
‘Çukurova bayramlığın giyerken
Çıplaklığın üzerinden soyarken
Şubat yeli kış yelini kovarken
Seni yaylamanın zamanı dağlar.’
Karacaoğlan'ın bu dizelerini çocukluğumda deli gibi severdim. Bu yaşta da deli gibi seviyorum. Bak, hálá ezberimden söylüyorum. Gençken neysem hálá oyum. Çocukluğumda Ceyhan Nehri'ni yüzerek geçip muhacirlerin bostanlarından karpuz çalardık. Karpuzları poturumuza doldurup yine yüzerek dönerdik. Dönüş daha kolay olurdu. Çünkü, karpuz suyun üstüne çıkar bizi de kaldırırdı. Muhacirlerin karpuzlarını çalmanın dışında gençliğimde ne yapıyorsam hepsini hálá yapabiliyorum. Gülme be, evet hepsini yapabiliyorum! O yaşlılık dediğin de ne ola ki?.. Yazılacak daha yüzlerce roman dururken yaşla başla uğraşacak vaktim yok.
'Gençliğimizde güreşirdik, var mısın yine bir güreşe?' diye sordum.
'Yokum, sen moruklamışsındır, sana kıyamam' dedi.
O, delişmen çocuk!
SUNA KAN
(Solist Kemancı- 66 yaşında)
Yaşlılığın beni tek korkutan yanı kemanı kötü çalmak. Dünyaca ünlü birçok keman virtüözünün yaşlıyken doldurduğu albümleri dinliyorum. Bazıları felaket!.. Geçen yıllar, insanların ruhunu değil ama parmaklarını eskitiyorlar. Bu nedenle gençliğimde çalıştığımın iki katı çalışıyorum. Her gün 30-40 pozisyonu tekrar tekrar çalışıyorum. En az 80 yaşıma kadar konser verebileceğimi sanıyorum. Yaşlı gibi görünmeyi de seviyorum. Artık daha seçici oldum. Eskiden her çağırılan ülkeye bir koşu gidip konser verirdim. Genç bir müzikçi olmak nasıl bir esarettir bilir misiniz?.. Artık onlar beni değil, ben onları seçebiliyorum. Sorumluluklarım da azaldığı için kendimi tanımaya daha çok zaman ayırabiliyorum. Örneğin oğlum artık kırkına geldi. Yılların verdiği deneyim ve kültürle Mozart'ı daha derinden çözebiliyorum. Beni geçen yıl emekli ettiler. Şimdi de emeklilik yaşını düşürüp birçok sahne ve müzik sanatçısını emekli etmeye hazırlanıyorlar. Bir sanatçının sanatını nüfus káğıdına bakıp kim değerlendirebilir?.. Sanat ve kültür işleriyle nüfus memurluğunu karıştırıyorlar. Bakın, yine içimdeki delişmen çocuk konuşmaya başladı!..
Kabak çekirdekleri eksilmesin
YILDIZ KENTER (Oyuncu-73 yaşında)
İnsanın ortak kaderi, doğum, ölüm ve o aradaki zaman,
yaşam.
Doğmak, ölmek isteğe bağlı değil.
Ölmek, belki bazen.
Bize düşen yaşamak. Koşullar ne olursa olsun yaşamak. Ayakta kalmak.
Hadi sıyırttın sıyırttın hayatta kalabildin zar zor. Uzun yaşamak, bir ayrıcalık. İyi, güzel... Ama ayakta kalmak, kalabilmek. Ceza! Müthiş bir ceza!
İlkokuldaydım, birinci sınıfta. Hiç unutmadığım bir cezaya çarptırıldım, biliyorum.
Karatahtanın önünde, sırtım sınıfa, yüzüm kara tahtaya dönük ders bitimine kadar kıpırdamadan ayakta durmak...
Utanıyorum. Midem bulanıyor. Ölmek istiyorum.
Herkesten nefret ediyorum, herkes ölsün istiyorum.
Sonra bir ara cebimdeki kabarıklığı hissediyorum. Kabak çekirdeklerim!
Bir kuruşluk kabak çekirdeği almıştım, bir tane bile yemedim.
Mahmut'la (benden birbuçuk yaş büyük ağabeyim, üçüncü sınıfta) eve giderken yiyecektik. Evimiz taa tepede, Abidin Paşa Köşkü'nün orada.
Bahardı... Bademler açmış, tepeye giden toprak yol bomboş.
Ev yok pek. Apartman hele hiç yok. Göz alabildiğine tarla. Papatyalar, gelincikler.
Hadi be sen de!.. Ne diye ölecekmişim... Mati'ciğimle güzelim dağ yolunda çekirdek yiyerek, konuşa gülüşe eve gitmek varken!
Şimdi dönüp geriye baktığımda, hep çekirdek misali umutlar peşinde ayakta kalabildiğimi görüyorum.
Öleceğini bile bile bir çekirdek uğruna bu kadar çaba, çırpınma! Değer mi?..
Bir şey yap, Met'i anımsıyorum, sevgili Aziz Nesin'i... İçim ısınıyor yeniden. Kalk hadi diyorum, durma koş, bir şeyler yap. Yaşa...
Dur diyorlar bir yandan da koşma... Yeter dinlen artık. Koşma...
Öl artık!..
Çekirdeklerim var daha ama.
İhtiyarlamaya müzik izin vermiyor!
AVNİ ANIL (Bestekár-74 yaşında)
Dost şair Havranlı Halil Soyuer ne diyor?
‘‘Yaşlılık günlerinin mutlu ihtiyarları
Gençlik senelerini unutmaz kolay kolay
Gözlerini çevirip geçmişteki günlere
Aylar kırk gün olsaydı derler, yıllar yirmi ay...’’
Şairdir, ne dese yeridir!..
Yaşlılığın nimetlerine bakalım. Çocuklarımızı nasıl sevecektik?.. Ya torunlarımızı, yeğenlerimizi?..
Her yeni yılda, geçtiğimiz yılda neler yapabilmişiz, ülkeme, insanıma bir şeyler verebilmiş miyim, yapabildiklerimle kalıcılık şansını yakalayabilmiş miyim? Bütün bunları tam tamına derleyip toparlamadan, bakıyorum bir yıl daha...
İhtiyarlığı değil, yaşlılığı çok seviyorum.
23 Nisan 2003, net yetmiş beşim arkadaş, haykırmak istiyorum;
‘‘Yaşasın yaşlılık’’ diye.
Güzel Üsküdarlılar, Müsahipzade Celal, Burhan Felek, İsmail Dümbüllü, Emin Ongan ve diğer o güzelim insanlar yaşlanmasalardı, bugün de yaşayabilirler miydi?..
Zarar da görsek doğrudan gördükçe, şikáyet etmedikçe, sitemkár olmadıkça ve yılmadan, inandığımız konuların mücadelesini verdikçe, ihtiyarlamak yok.
İnşallah biraz daha yaşlanırız, ama kimseleri üzmeden, bıktırmadan.
Yaşam 3 raund!
VURAL İNAN
(Defalarca Türkiye Boks Şampiyonu- Avrupa Boks Federasyonu tarafından Avrupa'nın en teknik boksörü seçilmişti- 74 yaşında)
Hayatımı da bir boks maçı gibi yaşadım. Ömrümün 1. raundunda fırtına gibiydim. Hem ringte hem de sosyal yaşamımda... Yediğime değil vurduğuma bakıyordum. Yediğim yumruklar sivrisinek ısırığı gibi geliyordu bana. Yumruk geldiği zaman canımın yanmasını değil, saçımın bozulmasını dert edinirdim. İkinci raund çok zor geçti. Eşimi kaybetmiştim. Bu darbeyi kolay savuşturamadım, sallandım. Ama gerçek bir boksör düşer, kalkar, bazen ayakta bile kroke duruma gelir. Yine de maça devam eder. Bu boksun tabiatının icabıdır. Hayatında hiç eldiven giymediği halde ayakta kalabilen gizli boksörler vardır. Onlar, boksör olduklarının farkında bile değillerdir. Ama ne demek istediğimi anlayacaklardır. İkinci raund sonunda köşeme döndüğüm zaman bitkindim. Ama 3. raundu oynamadan maçı bırakmayı hiç düşünmedim. Şimdi 3. raundumu oynuyorum. Ayaklarım eskisi kadar çabuk değil. Yumruklarım da eskisi gibi güçlü değil. Ama şimdi çok ustalaştım. Nefesimi ayarlayabiliyorum. İlk raunttaki gibi delice saldırmıyorum. Daha ekonomik hareket ediyorum. Bin türlü belayı küçük bir eskivle defedebiliyorum. Üç yumruk yerine bir yumruk vuruyorum. Ama tam zamanında ve yerine oturtuyorum. Nakavt olmayı ya da kaybetmeyi hiç düşünmedim. Zaten itikadım hep güçlü oldu. Mevlam hayatta hilesiz, hurdasız, dürüst dövüşenin hep yanındadır.
Öğrenme merakı olan ihtiyarlamaz
TALAT HALMAN (Bilkent Öğretim Üyesi ve eski Kültür Bakanı--73 yaşında)
Ünlü Amerikalı piyanist ve besteci Eubie Blake, bir kere televizyonda söyleşi yapıyordu. 104 yaşında ölen Blake o zaman 102 yaşında idi. Sordular,
‘‘102 yaşında olmak nasıl bir duygu?’’ Oldukça dinç görünen Blake dedi ki,
‘‘Bu kadar uzun yaşayacağımı bilseydim kendime daha iyi bakardım.’’
Popüler Amerikalı komedyen George Burns 92 yaşında iken 5 yıl sonra Paris'in ünlü salonu Olympia'da temsiller vermek üzere sözleşme imzalamış, sormuşlar
‘‘Bu haber doğru mu? 5 yıl sonra böyle bir etkinlik yapacak mısınız?’’ George Burns gülümseyerek demiş ki,
‘‘Ben yapacağım ama bilmem Olympia o zamana kadar dayanır mı?’’
Demokritos'un ünlü sözünü hatırlıyorum:
‘‘İhtiyarlıyorum ama öğreniyorum.’’ Öğrenmek, genç kalmaktır. Sokrates, 71 yaşında ölüme mahkûm. Baldıran otu içerek yaşamını bitirecek. Bir öğrencisi, elinde sazıyla, Sokrates'e veda ziyaretine gelmiş. Sokrates demiş ki,
‘‘Bana şunu çalmayı öğretsene.’’ Öğrenci,
‘‘Hocam’’ demiş,
‘‘Ölmek üzeresiniz, saz çalıp da n'olacak?’’ Sokrates
‘‘Zevk’’ demiş,
‘‘Çalmakta değil, öğrenmekte.’’
Birkaç büyük peygamberin ve çağdaş düşünürün öğüdüne kulak vererek çalışmalıyız:
‘‘Yarın öleceğini bilsen bile bugün bir ağaç dik.’’ Ben öğretim üyeliğine 50 yıl kadar önce, 1953 Eylül'ünde başladım. New York'ta Columbia Üniversitesi'ndeki ilk sınıfımda altı öğrenci vardı. Beşi yirmi yaşlarında, biri 55 yaşındaydı. Fannie Davis isimli bir hanım. Osmanlı tarihi doktorası yapmak istiyordu. Kulakları arızalıydı. 55 yaşındaki Fannie Davis, zorlukla öğrendi Türkçe’yi ve Osmanlıca'yı. Topkapı Sarayı hakkında yazdığı tezle 63 yaşında doktorasını aldı. 65 yaşında tezini kitaplaştırarak yayınladı. O zamana kadar Topkapı Sarayı hakkında herhangi bir dilde çıkmış en iyi kitaptı. Fannie Davis, seksen yaşında, modern Türkiye hakkında bir kitap çıkardı. 82 yaşında öldü. Hürmetle, minnetle anıyorum o yaşlı ve genç öğrencimi.
Ülkemizde 42 yaşında emekli olan kadınlar, 50 yaşında emekli olan erkekler vardır. Ömürlerinin sonraki yirmi, otuz, kırk yılını hiçbir şey yapmadan, sadece emekli maaşı alarak geçiren yüzbinlerce insanımız var. Ne korkunç bir beşeri ve iktisadi israftır bu.
PTT'yi hatırlıyor musunuz? P, pijama, T, terlik, T, televizyon, büyük ve küçük kentlerimizde PTT'yi yaşayan belki bir milyon insanımız var. Bütün gün üstlerinde pijama, ayaklarında terlik, gözlerinde televizyon. Dante'nin cehennemindeki en feci yaşamdır bu. Mutlak bir boşluk, amaçsızlık, yararsızlık. Tümden cansızlık, heyecansızlık. Kahvehaneler, tavlayla, iskambille, boş lafla vakit öldürenlerle dolu. Vakit öldürmek, bir intihardır, bir cinayettir.
Türkiye'mizin emeklilik ve yaşlılık alanında muazzam bir hamle yapması gerekir bence. 70 milyona yaklaşan nüfusumuzun neredeyse 4 milyonu 65 yaşın üstünde. Bu deneyimli insanların kaçı çalışıyor? Kaçı kendileri için, aileleri için, toplum için yararlı olacak işler yapıyor? Atıl insani kapasitemiz, tüyler ürperticidir. İşsizliğin bir ulusal afet ölçülerine vardığı günümüzde, elbette 65 yaşın üstündekilerin maaşlı, ücretli çalıştırılması beklenemez. Ama, onların gönüllü gücünü harekete geçiremez miyiz?
84’ümde ceviz kıracağım!
İSHAK ALATON
(İşadamı-Sanayici- 76 yaşında)
İster genç olun ister yaşlı... Yaşınızla barışık değilseniz ihtiyarsınız demektir. Çok genç ölen yaşlılar olduğu gibi ihtiyar doğanlar da vardır.
Üniversitelerimizde yaptığım söyleşilerde bana en çok para hakkında sorular sorulur. Herhalde işadamı olduğum için...
Ben,
‘‘Paranın iki kişiliği vardır’’ derim.
‘‘Birincisi, para bir değiş tokuş aracıdır. Para verip yiyecek, giyecek, ev, bark hatta sağlık satın alabilirsiniz. İkincisi ile gelecek korkunuzu yenersiniz. 'Yaşlılığımda çaresiz, muhtaç, perişan kalmam. Çünkü, kötü gün paramı bir kenara ayırdım'
dersiniz. Ama para-ötesi, para-üstü bir konu daha vardır. Bunu parayla satın alamazsınız. Bunun adı zevk ve keyiftir. Zevk almak, keyif duymak ancak KÜLTÜR ile mümkündür.
Resimden zevk almak için sergiler bedava. Müzik, kaset ve diskler de üç otuz para. Ayrıca konserler de pahalı değil. Tiyatrolar hamburger fiyatına... Aşk ve sevgi zaten bedelsiz. Güneşin batışından, denizin hışırtısından ya da bir satranç oyunundan zevk alabiliyorsanız güneşi kaç paraya batırabilirsiniz? Denizi hışırdatmanın fiyatı nedir? Kalenizle bedavaya şah çekebilirsiniz.
Yaşlılığınız için biriktireceğiniz kötü gün parası kadar belki ondan da önemli olan bu zevkler ve mutluluklardır. Bunlara sahip olmak ancak kültürle mümkündür. Para kazanmaya emek verdiğiniz kadar kültür edinmeye de emek verin.’’
Yaşlılar ölüme daha yakın derler. Ama ölüm nüfus káğıdı sormuyor.
Şimdiki tutkulu projem, bir ceviz ormanı yetiştirmek. Fidanları dikmeye başladım bile. Ceviz fidanı 8 yıl sonra ağaç olup ceviz verirmiş. Şimdi 76 yaşındayım. Yani, 84 yaşında ceviz kıracağım. Bu kez kendi cevizlerimi...
Yaşlılık mı, o da ne?
OKTAY EKŞİ (Hürriyet Gazetesi Başyazarı-71 yaşında)
Olacak şey değil... Ama
Oğuz Aral gibi saygı duyduğunuz bir dost isteyince
‘‘Olacak, olmayacak’’ tartışmasına girmeden
‘‘Elbette’’ diyorsunuz.
Oğuz Aral biliyorsunuz kendisinin
‘‘huysuz’’ ve
‘‘ihtiyar’’ olduğunda ısrarlıdır.
Bence doğru değil ama, konu kendisini ilgilendirince itiraz etme şansınız kalmıyor.
Lakin bu defa
‘‘ihtiyarlık’’tan konuyu bir başka zemine
‘‘yaşlılığa’’ taşımış. Üstelik kendisiyle sınırlı tutmaktan da vazgeçip bir
‘‘yaşlılar’’ grubu oluşturmuş.
Buraya kadar da eyvallah... Öyle ya,
‘‘Beni ilgilendirmedikten sonra, kimi o gruba koyarsa koysun’’ der geçersiniz.
Maalesef durum öyle değil... Bu satırların yazarını da listeye dahil etmiş. Hem
‘‘yaşlılık’’ konusunda ne düşündüğümü yazmamı istiyor hem de kaç senedir Hürriyet'te başyazı yazdığımı soruyor.
Önce temel itirazımı dile getireyim:
Sabahları kalkarken belimin ağrıması hariç, şimdilik yaşlılıkla ilgim yok. Gerçi ufak tefek başka arızalar da çıkmıyor değil. (Örneğin protezler artmaya başladı) ama... Önemli sayılmaz.
Oğuz Aral ‘‘Merdivenlerle aramın nasıl olduğunu’’ soruyor.
Çok sayıda olmadıkça... O da idare ediyor. Ama merdiven konusu eskiden de üç aşağı beş yukarı böyleydi.
Özetle,
Aral'ın listesine, kendi adıma itirazım var. Kaldı ki 7 Aralık 1932'de dünyaya gelmiş bir insan itiraz etmez de ne yapar?
Kısaca
‘‘gençler’’ adına
Oğuz Aral'a katkıda bulunmak için söyleyeyim:
Yaşlılık bana göre bir
tevellüt (yani doğum tarihi) meselesi değildir. Yaşlılık
çalışamamak ve
üretememek demektir. Yaşlılık,
yaşamaktan zevk almamak veya
zevk almayı başkalarına bırakmak demektir. Gerisi boş laftır.
Ben 45-50'sinde pek çok insan biliyorum...
Bitmişler. Üstelik pek çoğu da
çalışmadan ve üretmeden bitmiş kişiler.
‘‘Çok yorulmuşlar’’mış.
‘‘Artık bir kenara çekilip dinlenmek ve -ne demekse?-
kendi hayatlarını yaşamak’’ sırası gelmişmiş.
Dürüstçe söyleyeyim:
Hele -hayatını kazanmak için yaptığı iş dışında-
topluma karşılıksız bir katkıda bulunmadan, insanlara sevgi bile sunmadan bütün bir ömrü tamamlayanlar var ya... Öyleleri 30'unda iken de yaşlıdır. 40'ında veya 50'sinde iken de... Bunlar
kendi hayatları dedikleri şeyi yaşasalar ne işe yarar? Defolup gitseler belki daha da iyi olur.
Neyse... Hem başkalarından
sevgi bekleyip hem de bu kadar acımasız olmayalım. Bırakalım herkes yine bildiği gibi yaşasın.
Gelelim
Oğuz Aral'ın sorduklarına:
Doğum tarihimi yukarıda yazmıştım. Geriye
meslek kıdemim ve
Hürriyet'teki görevim kalıyor.
Mesleğime 8 Ocak 1952 tarihinde başladığıma göre demek 51 yıllık bir kıdemim var. Bunun ilk 22 senesi
‘‘habercilik’’te (muhabirlik, büro şefliği) geçti. Haziran 1974'ten beri de
(demek 28 seneyi geride bırakmışız) Hürriyet'in başyazarıyım. Sanıyorum aynı gazetede en uzun süre başyazarlık yapan gazeteci sıfatını hak etmiş haldeyim. Ama yaşlılıkla ilgim yok.
BİLİM NE DİYOR?
Prof.Dr. YEŞİM GÖKÇE-KUTSAL
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi- Geriatrik Bilimler Başkanı
Yaşlanmak ihtiyarlık değildir
‘‘Yıllar bizi buldukları gibi bırakmıyorlar.’’
Owen Meredith
Yaşlanma, ayrıcalıksız her canlıda görülen, tüm işlevlerde azalmaya neden olan, süreğen bir süreç olarak tanımlanabilir. Organizmanın molekül, hücre, doku, organ ve sistemler düzeyinde, zamanın ilerlemesi ile ortaya çıkan geri dönüşü olmayan yapısal ve işlevsel değişikliklerin tümü
‘‘yaşlanma’’dır.
Gerçek biyolojik yaşlanma herkeste farklı hızlarda olmaktadır, çünkü genetik özellikler, yaşam tarzı, hastalıklar ve kişilerin olumsuz koşullar ile başa çıkma yolları değişkenlikler göstermektedir.
Yaşlanmaya bağlı yeti kaybının ve hastalıkların tedavi ve rehabilitasyon giderlerinin artması, yaşlılarda görülme sıklığı artan hastalıklara bağlı sorunların yoğunlaşması, yaşlanmanın altında yatan nedenlerin daha fazla aydınlanması, Geriatri bilimine sadece gereksinimin değil, ilginin de artmasına neden olmaktadır. 1999 yılı Dünya Sağlık Örgütü tarafından
‘‘Uluslararası Yaşlılar Yılı’’ olarak belirlendi. Yaşlıların ailelerine ve topluma katkıda bulunmayan insanlar olarak algılanmalarının yanlış olduğu vurgulanarak aktif ve üretken bir yaşlılık sürecinin önemi üzerinde duruldu.
1982'de Viyana'da gerçekleşen
‘‘World Assembly on Ageing’’ raporunda önemle üzerinde durulan noktalar şöyle sıralanabilir:
Yaşlılar mental ve fiziksel olarak kötüye kullanılmamalı,
Toplumun sosyal, eğitsel ve kültürel kaynaklarını kullanabilmeli,
Yaşlı birey potansiyelini geliştirme şansına sahip olabilmeli,
Nerede yaşarsa yaşasın temel özgürlük ve insan haklarına sahip olmalı,
Hastalıklardan korunmak için sağlık hizmetlerinden rahatlıkla yararlanabilmeli,
Olabildiğince uzun süre kendi ortamında yaşayabilmeli,
Yeterli gelire sahip olmalı ve güvenli bir çevrede yaşayabilmeli,
Kapasite ve ilgi alanına göre hizmet verebilmeli, işgücüne katılabilmeli,
Bilgi ve deneyimlerini genç kuşaklara aktarabilmeli,
Kendi ile ilgili politikaların saptanmasında aktif rol alabilmelidir.
Toynbee'nin ifade ettiği gibi,
‘‘Toplumun kalitesi ve dayanıklılığı yaşlı vatandaşlarına gösterilen özen ve saygı ile ölçülür.’’