Yalnız carettaları değil, koltuk meyhanelerini de koruyun
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
İçmeye 50’sinden sonra başladığımdan arayı kapatmak için çok uğraştım. En çok da koltuk meyhanelerinde içmeyi sevdim.
Fakat şimdi kenarda kıyıda kalmış plastik koltuk meyhanelerini bacanak tipi, midye tavalı birahanelerle asla karıştırmayın.
Bizim koltuk meyhanelerinin İngiltere’deki karşılığı pap’lardır. İngilizce (pub) yazılıyor. Londra’da 400 yıllık pap’lara rastlayabilirsiniz. Tahta sandalyelerinin oturak yerleri yüzlerce yıldır oturulmaktan aşına-oyula insan mabadının girintili biçimini almıştır.
Fakat zagonunu bilmediğiniz yerlerde içmenin de bazı sakıncaları oluyor. Bir gece tezgáhta (yani barda) içen 6 İngilizle yarenlik edip dostluk kurmuştuk. Birbirlerini tanımadıkları için asla konuşmayan İngilizler, benim yüzümden muhabbete dalıp can ciğer arkadaş bile olmuşlardı. Kafayı bulup gitmeye hazırlanırken Türk’ün cömertliğini göstermek için altısına da Skoç viski ısmarladım. Garipler, ekonomik olsun diye ha babam bira içiyorlardı. Tezgáhta bir an zifir gibi bir sessizlik oldu. Bir düzine göz bana nefretle baktı. Sonra da içkim bitince önüme viski gelmeye başladı. Barmene,
‘Artık verme içemem’ dedimse de, önüme yine bir bardak viski koydu.
‘Olmaz, şimdi herkesin ikramını içmelisiniz. Çünkü raundu siz başlattınız!’ dedi.
O gece otele nasıl döndüğümü hatırlayamıyorum. Aslında döndüğümden de emin değilim.
*
Bir Alman knaypesinde başıma daha da beteri geldiydi. Almanya’da pab’a knaype diyorlar. Aybaşlarında birçok kadın knaype kapısında nöbet tutar. O gün aylık almış olan kocalarını knaypeye girmeden enseleyip ellerinden paralarını alırlar ve sadece çakırkeyif olabilecekleri kadar harçlık bırakırlar. Yoksa bir Alman işçisi, aybaşında maaşının dörtte birini knaypede harcayabilir.
Almanya’da bir Avrupa Evi’nde verdiğim bir konferanstan sonra yakındaki köyün tıklım tıkış dolu knaypesine gitmiştim. Tezgáhın üzerinde küçük bir gong ve küçük bir tokmak vardı. Bir ara içkim tükendi. Barmen de tezgáhın öbür ucundaydı.
‘Şu Alman milleti ne akıllı millet yahu! Ciyak ciyak barmen çağırmaktan adamı kurtarmak için tezgáha gong koymuşlar’ deyip gongu tokmakladım. Knaypede önce bir sessizlik oldu ve ardından bir alkış patladı. Bana çevirmenlik yapan Metin,
‘Aman abi ne yaptın!’ dedi.
‘Ne yaptım?’
‘Gonga vurarak knaypede bulunan herkese içki ısmarlamış oldun!’
Metin’cik barmene benim yabancı olduğum için oranın geleneklerini bilmediğimi ve gonga yanlışlıkla vurduğumu anlatmak için yırtındı durdu. Ama herif,
‘Bin yıllık geleneklerimizi bir yabancı için bozamayız!’ deyip meyhane halkına benim avanak cebimden arı gibi içki servisine başladı. Allah’tan o gece knaype tenha imiş. Sadece 36 kişi var imiş. Üstelik Alman milleti İngilizler gibi raunttan anlamıyor. İçen devam ediyor, ‘Grüsgot avfviderseyn’ deyip gidiyor.
*
Ama yalnız bizde değil, Avrupa’da da koltuk meyhaneleri bozuluyor. Duvarlarda 18. yüzyılın karikatürleri asılı. Londra Leystır Skueyr’daki pabıma son gidişimde ciyak ciyak ve güm-bamlı bir pop müziği kulaklarıma cinsel tacizde bulunduydu. Türkiye’yi bitirdiğim için İngiltere’yi de kurtarmaya kararlıydım. Beni yarı yürütüp yarı sırtlayıp taksi durağına götüren İrlandalı arkadaşım barmen Con emekli olduğundan yerine bakan küpesi güzel sarı delikanlıya sesimi duyurabilmek için,
‘Bu patırtı da neyin nesi? İçki mi içiyoruz, dayak mı yiyoruz!’ diye höykürdüm. Sarı da bana, Trafalgar Meydanı’ndaki üstü güvercin kakalı Amiral Nelson heykeline bakar gibi bakıp,
‘Ne yapalım sör, sizin kuşak ya emekli oldu ya da öldü. Yeni müşteriler artık bu müziği istiyorlar’ dedi. Gerçekten de paptaki tek moruk bendim.
‘Bir duble Skoç daha ver. Ama bu sefer sek olsun’ dedim.
*
Koltuk meyhaneleri birbirini tanımayan ve genellikle bir daha da görmeyecek insanların muhabbet mekánıdır. Bazen Hıristiyan kiliselerindeki günah çıkarma hücrelerinin, bazen de bir psikiyatr muayenehanesinin yerini tutarlar. Koltuk meyhanesi tektekçileri, size babasına bile söyleyemeyeceği sırlarını açarlar. Hele benim gibi insanların öykülerini öğrenme merakınız varsa, her muhabbette keyifli bir roman okumuş gibi olursunuz.
O gece, İsmail’in koltuk meyhanesindeki dirsek arkadaşımın adı Seyfi Bey’di.
‘Babam sarhoştu, ama asil sarhoştu. İşe çıktığı zaman asla içmezdi’ diye başladı.
‘Ne iş yapardı?’
‘Hırsızdı. İşe çıkarken meslek öğrensin diye ağabeyimi de yanına alırdı.’
‘Ağabeyiniz de hırsız mı oldu?’
‘Hayır, o yeteneksizdi. Üstelik iri yarı bir adamdı rahmetli... Hırsızlık ufak tefek ve atik tetik adam işidir. Ağabeyim, ancak mahalle manavı ve bakkalından aldığı haraçla geçinmeye çalıştı. Bu yüzden yengem de çalışmak zorunda kaldıydı. Zaten çok güzel bir kadındı. Amcam hemen ona Zurnik’in evinde iş buldu.’
‘Zurnik kim?’
‘Aaa, siz bu yaşınızda Zurnik’i tanımıyor musunuz? Bir zamanların en namlı randevuevi sahibiydi. Müşterileri arasında bakanlar bile vardı.’
‘Yani bu durumda amcanız da şey oluyor.’
‘Evet efendim, amcam da o zamanların en ünlü pezevengiydi. Ama asil ve milli bir pezevenkti. Daha çok Amerika’dan gelen heyetlerin ihtiyacını karşılardı.’
‘Affedersiniz ama, ailenizin bu durumu sizi rahatsız etmedi mi?’
‘Etmez olur mu efendim, yıllarca kimsenin yüzüne bakamaz oldum.’
‘Pekii, siz ne iş tuttunuz?’
O gecelik koltuk arkadaşım Seyfi Bey kadehini dipleyip,
‘Bendeniz de inat olsun diye Hukuk Fakültesi’ni bitirip hakim oldum. Yıllarca ülkenin dört bir köşesinde üç otuz paralık memur maaşıyla adalet dağıttıktan sonra Ağır Ceza Hakimliği’nden emekli oldum’ dedi ve ihtiyarlık ya da sarhoşluk sonucu sarsak adımlarla çıkıp gitti. Ama ben daha yolluğumu bitirmeden döndü.
‘Yalan söylediğim için sizden özür dilerim. Ben emekli olamadım. Rüşvet aldığım için beni hakimlikten attılardı’ deyip bir daha gitti.
Az sonra İsmail yanıma geldi.
‘Seyfi Baba’nın bu akşamki hikáyesi neydi abicim?’
‘Hakimlik.’
‘Dün akşam Kıbrıs gazisi bir binbaşı, önceki akşam da Fener’in eski sol açığıydı. Ama bütün suç sizde abicim!’
‘Ne yaptık ki?’
‘Yıllardır dergilere, gazetelere yazıp yazıp gönderdiği hiçbir hikáyesini basmadınız.’
İsmail’in yüzüne becerebildiğim kadar anlamlı anlamlı baktım.
‘Otur da sana Darülaceze’de başımdan geçen müthiş bir öyküyü anlatayım!’ dedim.