Sert görünüşüme aldanmayın, aslında ben çok mahçup biriyimdir. Kalabalık bir yere kolay giremem, balık ısmarladığım garson pirzola getirip önüme koysa utancımdan gıkımı çıkaramam, bir hanım yüzüme biraz dikkatli baksa kıpkırmızı olur gözlerimi kaçırırım.
Hele bana iltifat ettikleri zaman elim ayağıma dolaşır, kaçacak delik ararım. Kaçamazsam mahçupluğumu gizlemek için sert erkek pozlarına bile bürünürüm. Yani övülmeye dayanamam!.. Bu nedenle televizyona çıkmaktan fellik fellik kaçarım. Gazetelerde resmim çıkınca, tanınacağım diye ödüm patlar üç gün sokağa çıkamam. Benim kişiliğimdeki bir adamın biraz ünlü ve tanınmış olması nasıl bir işkencedir bilemezsiniz.
* * *
Tam manav Hayri ile elma tartışmasına girişmişken arkamdan bir ses,
‘‘Bak Nalan, bu o!..’’ diye bağırdı.
‘‘Hangisi?’’
‘‘Şu bastonlu, uzun boylu yaşlı adam.’’
‘‘O da kim?’’
‘‘Cahillik etme Nalan, Huysuz İhtiyar, yani Oğuz Aral... Türkiye'nin en büyük karikatürcü ve yazarlarından biri.’’
‘‘Ayy!.. Vallahi inanamıyorum Remzi. Ne kadar da alçak gönüllü bir sanatçıymış. O da bizim gibi manavdan kendi alışveriş yapıyor. Koş yakından bakalım.’’
Bir anda bedenimi ter bastı. Elimde elmalar olmasa hemen tüyeceğim.
‘‘Siz Oğuz Aral'sınız değil mi?’’
‘‘Evet.’’
‘‘Biz de milyonlarca kişi gibi sizin hayranlarınızdanız.’’
‘‘Ay, yazdığınız kadar da yaşlı değilmişsiniz ayol! Ama kendinize iyi bakın, siz bize lazımsınız. Sizin gibi sanatçılar artık kolay yetişmiyor.’’
Genç çift yanımızdan ayrılınca manav Hayri hayran hayran yüzüme bakmaya başladı.
‘‘Vay, meğer sen neymişsin be abi! O elmaları geri ver, sokağımızın meşhur sanatçısına onlar yaramaz. Ben sana hakiki Vaşhington portakalı vereyim, daha bu sabah geldi.’’
* * *
Arabamı satalı beri otobüse biniyorum ama, her seferinde pişman oluyorum. Geçenlerde kalabalıkça bir otobüsle Taksim'e giderken kulağımın dibinde,
‘‘Hocam... Hocamm! Ver elini öpeyim.’’ diye bir nara patladı. Ben başıma gelecekleri tahmin ettiğim için yolcuları yara yara arka kapıya doğru kaçmaya çalıştım, ama nafile... İri kıyım biri beni belimden yakalayıp döndürdü. Sonra da elime yapışıp şapur şupur öpmeye başladı. Ben elimi kurtarmaya çalışıyorum ama, adamda Zaloğlu Rüstem Pehlivan kuvveti var. Bizim itişip kakışmamıza otobüs halkı da dönüp bakmaya başladı.
‘‘Hocam sayende sanat sahibi olup elim ekmek tuttu. Ev, ocak sahibi oldum. Sayın yolcular, sizler de benim hocamı tanırsınız elbet! O ülkemizin en büyük karikatürcüsü, tiyatrocusu ve hocaların hocasıdır!’’
Otobüsün içi bir an hareketlendi ve dört kişi kalkıp bana yer verdi. İlk durakta canımı dışarıya dar attım. Yolun kalanını tanınmamak için pardösümün yakalarını kaldırıp yaya olarak yürüdüm.
Birkaç kadeh yudumlayıp bir çift sohbet etmek için arkadaşlarla buluşmaya karar vermiştik. Buluşma çok az kişinin bildiği sapa bir meyhanede olacaktı. Çünkü arkadaşların hepsi sokakta rahat yürüyemeyecek, Çiçek Pasajı'nda ağız tadıyla rakı içemeyecek kadar tanınmış yazar-çizer ve şarkıcı tayfasındandı. Hatta içlerinde ünlü televizyon dizilerinde oynayanlar bile vardı. Mahçup olmamaları için adlarını vermek istemiyorum. İçimizdeki en taze ünlü Beyoğlu delikanlısı, müzik ve Galatasaray maç yazarı, sakallı ince uzun yakışıklı genç,
‘‘İnsanın her gün gazetede resminin çıkması ne zor işmiş be abi... Artık kaçak doktor Kimbıl gibi yaşıyorum. Sokağa çıkmak için havanın kararmasını bekliyorum’’ dedi. Lakabı minik bir kuş anlamına gelen bıngıl primadonnamız acı acı güldü.
‘‘Çocukken bana baksınlar, beni fark etsinler diye sokaklarda oryantal danslar yapardım ve annemden dayak yerdim. Şimdi dört koruma görevlisiyle arabama kadar zor gidebiliyorum.’’
Horozuyla dolaşan ve lakabı Katil olan bir televizyon dizisi oyuncusu,
‘‘Sizinki de bir şey mi? Ben kılık değiştirip değişik bir makyaj yapmadan evden burnumu bile çıkaramıyorum. Son iki hayran izdihamı sonunda kaçarken kalp krizi geçirdim de by-pass ameliyatı oldum’’ dedi.
Hem Hürriyet'te köşe yazarı, hem şarkıcı ve de bir zamanların film yıldızı olan sarışın ve Afrikalı dudaklı hanım arkadaşımız,
‘‘Münasip bir koca bulup evlenmeye bile razıyım. Bu hayattan elimi eteğimi çekip kendimi unutturmak istiyorum. Özgürce yaşama hakkım elimden alındı. Artık Rumelihisarı'nda bir kahveye oturup Boğaz Köprüsü'nden geçen arabaları bile sayamıyorum. Günde en az 100 kişi imza istiyor’’ diye inledi.
Masada herkes ünlü olduğu için başlarına gelen felaketlerden bir avaza şikáyet ederken arkamızdan,
‘‘Aaa, bu orada!..’’ diye bir kadın çığlığı duyuldu ve kadınlı-erkekli altı kişi masamızı kuşattı.
‘‘Ne olur bizimle bir resim çektirin.’’
‘‘Bu fotoğraflar çocuklarımıza en değerli miras olarak kalacaktır.’’
‘‘Allah'ım, size bu kadar yakın olduğuma inanamıyorum.’’
‘‘Lütfen size biraz dokunabilir miyiz?’’
Ortaya bir fotoğraf makinesi çıktı ve masadaki ünlü arkadaşlarımın hepsi kendilerine en yakışan pozları takınıp fotoğraf çekimini beklemeye başladılar. Hatta, makyaj tazeleyip saç tarayanlar bile oldu. Ama masamıza hücum edenlerin hepsi sadece benimle resim çektirdi.
‘‘Biz sizinle büyüdük Oğuz Bey.’’
‘‘Resim çekilirken sizi öpebilir miyim?’’
‘‘Son aldığınız Cemal Nadir Özel Ödülü zaten hakkınızdı...’’
‘‘Yazıp yönettiğiniz oyuna tam beş kez gittim, ama yine doyamadım.’’
Ben utancımdan masanın altına girsem mi diye düşünürken, arkadaşlarla aramızda buz gibi bir sessizlik oldu. Bir kısmı bana kötü kötü bakarken, diğer kısmı da görmezden gelmeye başladı. Artık benimle konuşan yoktu. Kanter içinde kalabalığa çaktırmadan masadan kalktım ve sokağa çıkıp bir taksiye atladım. Şoföre,
‘‘Mecidiyeköy'e, ama dikkat et hayranlarımın arabaları tarafından takip edilebiliriz. Onları atlat’’ dedim.
* * *
Vecdi,
‘‘Moruk bu ayki maaşımızı gönderdi mi?’’ diye sordu.
Tarık,
‘‘Gönderdi, ama artık zam istemenin zamanı geldi. Pinti herif noolucak!.. Biz Yeşilçam'da figüranlık yaparken bile daha fazlasını kazanıyorduk.’’
Oktay,
‘‘Artık avanak hayran rolü oynamaktan bıktım. Parası da kendisinin olsun. Ben önümüzdeki ay yokum arkadaşlar!’’
Necla,
‘‘Benim maaşım niye eksik?’’
Tarık,
‘‘Tam iki defa 'Ah eskisinden de daha yakışıklısınız, yaşlılık size çok yaramış!' demeyi unutmuşsun. Moruk yazar da sana ceza kesti.’’ diye cevap verdi.