‘‘Kendimi öldürürsem bu mendilleri satamam. Bu mendilleri satamazsam zati babam beni dayaktan öldürür.’’
* * *
Beni oynattıkları zaman yensek de yenilsek de kolaları benim ısmarladığım bizim bir mahalle takımımız var. Attığı çalımla belimi iki kere sakatlayan takımın 13 yaşındaki santrforu Suat'a sordum:
‘‘İlk yarı karnesinde kaç kırık geliyor?’’
‘‘Coğrafyadan sıyırabilirsem 5 kırık gelir.’’
‘‘Bütün umutlarını sana bağlamış olan anan ve babandan hiç utanmıyor musun?’’
‘‘Valla utancımdan ölüyorum Huysuz Amca...’’
‘‘Demek ki intiharı düşünüyorsun?’’
‘‘Düşünmez olur muyum, ama takım arkadaşlarıma karşı ayıp olur.’’
‘‘Niye lan?’’
‘‘Takımda ben olmazsam Fındıkspor bize her maçta 5 basar. Arkadaşlarım da kahrolur ondan!..’’
* * *
Kaportacı-boyacı çırağı Kemal'e niye intihar etmediğini sordum.
‘‘Aman Huysuz Amca'cığım, bizim intihar edecek vaktimiz mi var? Sabahın köründe dükkánı açıp temizliyoruz. Ondan sonra ustalarla birlikte çekiçle, presle, kaynakla çarpılmış eğri büğrü arabaları düzeltiyoruz. Arabayı gününde yetiştirmek için bazen sabahlara kadar boya püskürtüyoruz.’’
‘‘Tatil günün yok mu?’’
‘‘Arada bir oluyor Huysuz Amca. Ama o zaman manitamla buluşuyoruz. Emine tabii annesini atlatabilirse... Çıkamadığı günlerde ben de sinemaya, pasaja filan gidiyorum. Öyle yorgun oluyorum ki, intihar edecek mecalim kalmıyor. Yürüye, sürüne eve zor dönüyorum.’’
* * *
Selin,
‘‘İntihar etme hakkımı elimden aldılar. Bu insan haklarına aykırı değil mi?’’ diye öfkeyle haykırdı.
‘‘Hayrola ne oldu?’’
‘‘Tam intihar edecektim ki...’’
‘‘Niye edecektin?’’
‘‘Bir taraftan liseye gidiyorum, bir taraftan üniversiteye hazırlanma kurslarına... Kafamın içi çorbaya döndü. Ne lisede ne de kurslarda öğretilenlerden anladığım hiçbir şey yok.’’
‘‘Üniversiteye niye gideceksin?’’
‘‘Çünkü annem ilkokul, babam ortaokul mezunu. Kendi beceremediklerini ille de bende yaşayacaklar. Üniversiteye giremezsem aile çökecek!.. Benim de üniversiteye girme şansım Türkiye'nin Ortak Pazar'a girme şansından bile az!.. İntihar tek çözümdü.’’
‘‘Niye beceremedin?’’
‘‘Trafikten.’’
‘‘Ne o, trafik polisleri artık intihar edeceklere ruhsat ve ehliyet mi sormaya başladı?’’
‘‘Sen benim intiharımla dalga mı geçiyorsun?’’
‘‘Vallahi değil, trafik yüzünden intihar edilemediğini ilk kez duydum.’’
‘‘Evet, trafikten... Bindiğim taksi birkaç karış gidip sonra 10 dakika duruyordu.’’
‘‘Takside mi intihar edecektin?’’
‘‘Hayır, Boğaz Köprüsü'nde... Her akşam televizyonlarda görmüyor musun, Boğaz Köprüsü intiharın Kábe'si olmuş. Oradan atlamayanı intihardan saymıyorlar. Ben de Köprü'den atlayayım da medyatik olsun diye düşünmüştüm.’’
‘‘Eee, sonra ne oldu?’’
‘‘Trafik tıkanınca şoförle mecburen muhabbete girdik. Boylu poslu, yakışıklı bir Anadolu delikanlısıydı. Askerliğini Güneydoğu'da komando eri olarak yapmış. PKK ile bir sürü çatışmaya girişmiş. Vurulmuş, bir akciğerinin yarısını almışlar. Ama bütün bunları sanki bir kusur işlemiş gibi mahçup bir tavırla anlatıyordu. Arabası da mis gibi vanilya kokuyordu.’’
‘‘Muhabbetin sonu ne oldu?’’
‘‘Biz lafa dalınca fark etmeden dura kalka Köprü'yü geçmişiz.’’
‘‘Şoföre intihar edeceğini söylememiş miydin?’’
‘‘Söylemiştim.’’
‘‘Ne dedi?’’
‘‘Önce güldü, ardından beni Caddebostan'da salaş bir kahveye götürdü. Birer çay içtik. Güneşin batışını seyrettik.’’
‘‘Sonra ne oldu?’’
‘‘Seni Köprü'ye geri götüreyim mi diye sordu.’’
‘‘Sen ne dedin?’’
‘‘Allah kahretsin bu trafiği dedim. Şimdi nişanlıyım. Ama ben hálá üniversite kurslarına taşınıp duruyorum.’’
‘‘Niye?’’
‘‘Bu kez o istedi diye... Ama şimdi mutlaka kazanırım.’’
* * *
Günlerdir gençlik üstüne en televolesinden televizyon programları ve en kapkarasından gazete köşe yazarları okuyup duruyorum. İçim kurum bağladı. Bu meslektaşlarımın büyük kısmı ancak, iyi bir aile yavrusu intihar edince gençliği ve gençliğin sorunlarını anımsıyorlar. Çünkü onlar da benim gibi gençlik yaşlarını geride bırakalı yüzyıllar geçmiş. Çoğu, gençliklerini bir an önce geçirilmesi gereken bir nezle gibi yaşamışlar. Gençliklerinden utanmışlardır bile... Bu utanç hálá sürüyor. Gençlik bir an önce kurtulunması gereken bir hastalık ya da bir doğa hatası... İlk çıkan burun altı tüylerinin bıyık haline getirilmesi, sıskacık bacaklarının üstüne giyilen dar etekler ve altındaki koca topuklu pabuçlar da bu yüzden!..
Televizyon ve gazete yöneten ve gazetelerde köşe tutmuş arkadaşlar izninizle size bir çift sözüm olacak;
51 yıllık basın yaşamımın çeyrek yüzyılını gençlerle geçirdim. Onbinlerce gençle... Kimi köydeydi, kimi gecekonduda, kimi lüks bir villadaydı, kimi hapishanede...
Ama yemin ederim, hiçbiri intihar etmedi.
ÇÜNKÜ UMUTLARI VARDI. ÜSTELİK YETENEKLERİNDEN ÇOK, UMUTLARI VARDI. VE YÜZLERCESİ DE BU UMUTLARINI GERÇEKLEŞTİRDİ!..
Belki sizler farkında değilsiniz ama, yazınızla, çizinizle, görüntülerinizle yarattığınız bu kapkara tablonun farkında mısınız? Ben bunca yıllık çizgi ustalığımla Dante'nin Cehennemi'ni çizmeye kalksam, sizinkinden iyisini beceremem.
Eğer sizler umutlarınızı kaybettiyseniz bu onların suçu değil ve gençlik niye bizi okumuyor diye salya sümük yakınmayı bırakın.
Yazılarınızı okudukça benim de gönlümden intihar etmek geçti. Karıma, kızıma, oğluma vasiyet mektuplarımı yazıp Boğaz'a gittim. Çünkü her Boğaz delikanlısı gibi benim de sonumun denizde olmasını isterim. Akıntı Burnu bu iş için en iyi yerdir. Hele benim gibi bastonlu, tıknefes bir ihtiyarı bir dakikada götürür. Tam atlayacaktım ki, olta sallayan genç bir delikanlı,
‘‘Amca şu kamışı biraz sıyırtır mısın? Ucunda çapari var, ben tuttuklarımı satıp geleyim’’ dedi.
Çapariyi suyun üstünde sıyırttım. Ama gelen giden olmadı. İstavritten vazgeçtim, kraça bile takılmadı. Ama ben oltayı sallamayı sürdürdüm. Nasıl olsa yakalayacağım. Hayır, mutlaka ve mutlaka yakalayacağım!..
ÇÜNKÜ UMUDUM VARDI ÇOCUKLAR!.. UMUT UMUTTUR VE UMUDUN YERİNİ TUTACAK HİÇBİR UKALALIK DA YOKTUR.