Yaşamımın 50 yılı çizer, yazar, yazıişleri müdürü, sayfa sekreteri, yönetici, kısaca gazeteci olarak basında geçti.
Yani haberlerin toplandığı, değerlendirildiği, eleştirildiği ve topluma yol gösterildiği bir mutfakta yarım asırdır çalışıyorum. Üstelik cin gibi ve ünlü gazeteciler, sanatçılar, ekonomist, sosyolog, cihan allámesi köşe yazarlarıyla arkadaşlık yaptım. Hepsinden bir şey öğrendim ve feyz aldım. Ama bunca feyze rağmen, milletimin işlerine akıl erdirmeyi bir türlü beceremedim. Hálá da beceremiyorum.
Örneğin, devletinkiler dahil ülkemizdeki radyo ve televizyonlarda hababam bir tür müzik çalınıyor. Aslında müzik değil de, hagada hugada sadece bir ritm. Yani, davul ve tencere sesi... Bu patırtının üstüne bir Amerikan zencisi İngilizce olduğunu tahmin ettiğim bir şeyler söylüyor. Bozuk diliyle ne dediğini değme İngilizce profesörleri bile anlayamaz. Bu müziğe RAP diyorlar. Ama biz kendi dilimizi bile doğru dürüst kıvıramazken, bu rap laflarını anlıyor ve bayılıyoruz ki, bize günde beş vakit rap çalıyorlar. Üstelik Almancı Türklerimizden kurulu Alaman Türkçesiyle rap söyleyen rap gruplarımız bile oluştu. Ama sanat bekçisi devletimiz, günde beş vakit Arapça ezan okunan bir ülkede rap'a değil de arabesk müziğe bozuluyor.
* * *
Milletimizin işlerine niye akıl erdiremediğimi daha iyi açıklayabilmek için, size yıllardır belleğime çakılmış birkaç gazete haberini anlatayım.
30 yıl önce Londra Asfaltı'nın yanına Merter adlı koca bir kent kuruluyor. Ve içinde onbinlerce insan yaşıyor. Daha TEM yolu yapılmadığı için Londra Asfaltı yani E5, o yıllarda bizi Avrupa'ya bağlayan tek karayolu. Üzerinden her gün yüzbinlerce araç vızıldayıp geçmekte. Ama üç şerit gidiş, üç şerit dönüş yolu üstüne devlet bir geçit yapmayı unutuyor. Böylece İstanbul yönüne gitmek ya da İstanbul'dan evine dönmek isteyen Merter halkı, yolu enlemesine geçerken yere düşmüş domates misali arabaların altında ezilip duruyor ve birkaç yıl içinde Kıbrıs Harekátı'ndan fazla şehit veriyor. Sonunda Merterliler, bir üniversite hocası olan muhtarları İbrahim Aksın önderliğinde ayaklanıyorlar. Gösteri, yol kapama eylemlerinden sonra, basını da arkalarına alıp devlete baskı yaparak bir üstgeçit yaptırıyorlar.
Şimdi bunca şaşacak ne var diyeceksiniz. Şu var ki, Merterliler ezilmeye yine devam ediyorlar. Çünkü bir kısmı üstgeçidi kullanmaya üşenip yine kestirmeden karşıya geçiyor. Eh, halkımız için bu da normal sayılır.
Bu kez devletimiz, kimse karşıya yol üstünden geçmeye kalkıp canından olmasın diye iki yol arasına baş parmağım kalınlığında has demirden örülmüş bir tel örgü çekiyor. Yüksekliği de en az ikibuçuk metre. Yani, dünya yüksek atlama şampiyonu gelse tel örgüyü aşamaz. Ama Merterliler yine ezilmeyi sürdürüyorlar. Çünkü kahraman halkımız, karşıya geçmek için demir kafesi yırtıp kendine bir delik açıyor ve üstgeçidi değil, o deliği kullanıyor.
Vallahi de, billahi de ben bu gazete haberinin canlı tanığıyım. Çünkü o yıllarda Merter'de oturuyordum.
* * *
Bir başka haber:
Adapazarı'nda bir işkembeci dükkánında müşteriler, çorbalarını kaşıklarken tavandan tepelerine bir adam düşüyor. Eh, düşmez kalkmaz bir Allah... Adam dediğin her yerden düşer. Ama bizim düşen adamın yarı belinden aşağısı çıplak ve bir tuvalet taşına çömmüş durumda. Çünkü işkembeci, dükkánına bir asmakat yaptırmış ve helasını da yukarıdaki o kata kondurmuş. Asmakat da, hela ve iriyarı bir müşteriyi taşıyamayıp çökmüş.
* * *
Bu alt kata kestirmeden inme olayları, daha çok köy düğünlerinde olur. Genellikle harem-selamlık usulü eğlenildiğinden, hanımlar üst katta toplaşır. 20 kişilik kata 100 kişi tıkıştırdıklarından ve göbek havasını biraz da coşkulu oynadıklarından ev çöker ve alt kattaki adamlarının tepesine inerler. Böyle bir alay gazete haberi vardır ve mutlaka siz de rastlamışsınızdır.
Bizim düğün şehitlerimiz yedi düvele nam salmıştır. Genellikle traktörlere ve minibüslere tıklım tıkaç doluşup, düğüne giderken ya da dönerken kaza sonucu şehit olurlar. Ama birkaç yıl önce Hürriyet'te okuduğum bir haber var ki, önce asparagas (uydurma) sandım. Gidip haberi Yazıişleri Müdürüm Fikret Ercan'dan doğrulattım.
Doğu köylerimizden birinde anlı-şanlı bir düğün yapılıyor. Davullar vuruluyor, zurnalar en şakraklı havaları üflüyor ve düğün evinde halaylar çekiliyor. Köyü PKK'ya karşı koruyan korucular da dayanamayıp halay alayına katılıyorlar. Bir keyif hoplayıp zıplamaya başlıyorlar. Halayın en heyecanlı yerinde boyunlarında asılı duran el bombaları da bu zıplama sonucu yere düşüp patlıyor. Ortalık kan revan içinde kalıyor. Ama iş bu kadarla da kalsa yine iyi... Halaya katılmayan birkaç korucu da ‘‘Amanın PKK baskınına uğradık!’’ diye makineli tüfekleriyle etrafa basıyorlar kurşunu...
Artık düğün şehidi sayısını siz tahmin edin.
* * *
Bunlar gibi yüzlerce gazete haberini okuduktan sonra ‘‘Bunda anlaşılmayacak ne var? Demek ki biz avanak bir milletiz’’ diyemezsiniz. Çünkü, başka gazete haberleri de var. Hele bir tanesindeki buluşa, yaratıcılığa ve zekáya hálá akıl sır erdiremiyorum.
Şimdi adını unuttuğum ve Fatih'te oturan bir vatandaşımız, 1980'li yıllarda bir gün matbaaya gidip ‘‘Falanca Bakanlığı Koordinasyon Müdürlüğü Sayım Dairesi’’ gibisinden resmi káğıt ve zarf bastırıyor. Sonra oturup o bakanlığa resmi bir yazı yazıyor. Bakanlığın fişmekán yazılı emriyle yeni sayım dairesinin Fatih'te açıldığını, memurların kimliklerini, dairenin ihtiyaçlarını ve bir sürü bürokratik sözle süslü isteklerini bildirip durumun İstanbul Defterdarlığı'na yazılmasını istiyor. Müdür olarak imzasını atıp yazısını da bir güzel mühürlüyor. (Mühür yaptırmak da çok kolaydır.)
Karşılıklı bir sürü yazışma sonunda Bakanlık'tan İstanbul Defterdarlığı'na maaş ve masrafların ödenmesi için emir gidiyor. Bizim hayali devlet dairesinin hayali müdürü, her aybaşı Defterdarlığa bordroları ve faturalarıyla gidip olmayan memurların maaşlarını ve masrafları almaya başlıyor. Bu maaş alımı yıllarca sürüyor. Bu arada bizim müdür bey, bazı memurları emekli edip işe yeni memurlar da alıyor. Dairede tamiratlar yaptırıp, yeni daktilolar ve kırtasiye malzemeleri satın alıyor. Ama tek başına koca bir devlet dairesi kuran vatandaşımız bir gün yakalanıyor. Çünkü, çok ağır bir grip geçirip o ayki maaşları gidip alamıyor. Hastalanmasa, ömür boyu yakalanacağı yok halbuki... Defterdarlık veznesinde para fazla çıkınca veznedar,
‘‘Memur olsun da aybaşında gelip maaşını almasın, olacak iş mi bu?’’ diye şüpheleniyor ve amirlerini durumdan haberdar ediyor. Devlet dairesine giden polisler de bir apartman dairesiyle karşılaşıp, içindeki bizim grip ve garip müdürü yaka paça enseliyorlar.
* * *
Siz dünyada boyuna asılan bombayla dans eden, ezilebilmek için tel örgü yırtan ya da tek başına koca devlet dairesi kuran insanlara filmlerde bile hiç rastladınız mı?
Ben bu minik aklımla bu milletin işlerine nasıl akıl sır erdireyim?