Merhametimi seveyim

Dünya Kupası maçlarını izlemek, benim için çok yorucu oluyor. Maçın heyecanlı bölümlerinde aşka gelip ve ayağa fırlayıp káğıttan yaptığım topa girişiyorum. Salonda kıran kırana bir maç başlıyor.

Masaya, koltuklara çalımlar atıyorum. Salon dar gelince, akınımı koridorda sürdürüyorum. Kapısına bir çalım atıp şimşek gibi mutfağa dalıyorum. Namussuz mutfak sandalyesi yine faul yapıp, ayağımı sakatlıyor. Ama ben aldırmıyorum. Tabakların ve bardakların müthiş tezahüratı arasında tuvalete doğru top koşturuyorum. Çünkü kale, tuvaletin kapısı... Çektiğim müthiş şut tam 90'dan kaleye girip sabunluğu ve tıraş takımımı devirip şampuanları raftan indiriyor. Gol atan futbolcular, sevinçle formalarını çıkardıkları için ben de üstümden gömleğimi sıyırıp salona koşuyor ve yumruğum havada zıplıyorum. Çalışma masamdaki kalem, fırça, defter ve boyalardan ‘‘Türkiye!.. Türkiye!..’’ diye sevinç naraları kopuyor. Çünkü bizim tribün, bizim çalışma masası... Enayi kanapenin sesi soluğu çıkmıyor tabii.

*

Geçen gün tuvalet kapısına beşinci golümü atıp zıplayarak dönerken, dairemin kapısı vuruldu. Daha doğrusu, tekmelendi. Kapıyı açınca Orhan, Hasan Şaş'ın şutu gibi içeriye daldı. Tepesinde kalan saçları dikilmiş, deli bakışlı gözlerine kan oturmuştu. Gıcırdayan dişlerinin arasından,

‘‘Nerede o alçak? Nerede o namussuz?’’ diye hırıldadı.

‘‘Kim nerede?’’

‘‘Kim olacak, o kahpenin dölü Samet pezevengi.’’

‘‘Evde benden başka kimse yok. Hem Samet niye burada olsun ki?’’

‘‘Kahpeyi kovalarken bu caddede kaybettim. Buralarda senden başka bir tanıdığı yok.’’

‘‘Samet'i yıllardır gördüğüm yok. İçeri gel bir şeyler iç de soluklan. Adamlıktan çıkmışsın be. Samet'i niye arıyorsun?’’

Orhan kuyu gibi açılan burun deliklerinden öfkeyle soluyup elini beline attı.

‘‘O solucanı önce dizlerinden vuracağım. Dişlerini söküp kulaklarına tıkacağım. Sonra da kalın bağırsağını kurşunla doldurup...’’

Orhan hem homurdanıyor, hem de mutfağa, tuvalete, yatak odasına dalıp Samet'i arıyordu. Samet, çok eski bir arkadaşımızdı. Aramıza ne zaman ve nasıl katılmıştı hatırlamıyorduk. Cüce sayılacak kadar kısa boylu ve dünya sıskası bir adamdı. Bir Alman Nazi toplama kampından yeni kurtulmuş gibiydi. Bir gün kolunu tutmuştum da, parmaklarım üstündeki cekete rağmen kavuşup birbirine değmişti. Çevirmen olduğunu söylerdi ama, onu çalışırken gören yoktu. Yeri yurdu da belli değildi. Buna rağmen şık giyinirdi ve cebinde hep parası olurdu. Yüzü bir iskelet kafasına deri geçirilmiş gibi çirkindi. Yalnız masum bir küskünlükle bakan ela gözleri insanda merhamet ve sevgi uyandırırdı.

Orhan'ı bir koltuğa oturtup sakinleşsin diye eline bir kadeh içki tutuşturdum. O ise hálá,

‘‘Ben bir hıyarım. Ben bir eşeğim. Oh olsun bana müstehaktır!’’ diye söylenip ikide bir belindeki tabancaya el atıyordu.

‘‘Ne oldu be? Bu haller senin gibi sakin ve aklı başında bir adama yakışıyor mu? Fukara Samet ne yaptı ki?’’

‘‘Ne yapacak, ocağımı söndürdü alçak! Onun yüzünden 25 yıllık karımla bile boşanıyoruz.’’

‘‘Anlat açılırsın’’
deyip ikinci kadehi de dayadım.

‘‘Bir gece yarısı onu bir park bankında soğuktan titrerken gördüm. Cebinde otel parası yokmuş. Verdiğim parayı da gururundan kabul etmedi. Acı dolu gözlerine bakınca yüreğim parçalandı. Ne de olsa eski bir arkadaşım. Birkaç gün bizde kalması için alıp eve getirdim. Karım önce surat astı. Sonra herifin perişan haline o da acıdı. Bilirsin Necla çok merhametli kadındır. Derken evde tuhaf şeyler olmaya başladı.’’

‘‘Ne gibi?’’

‘‘Birkaç hafta içinde benim Ansiklopedya Britanika ciltlerinin, lacivert takım elbisemin ve Necla'nın bir bileziğinin kaybolması gibi...’’

‘‘Samet namussuz heriftir ama, hırsızlığını hiç duymadım.’’

‘‘Ben de öyle düşünüp hizmetçiye yol verdim. Bu ara Samet işe gidiyorum diye bazen sokağa çıkıp dönüşte eve meyve, pasta hatta Necla'ya çiçek filan getiriyordu. Necla da bana Samet'in ne kadar evcimen ve zarif biri olduğunu anlatıyordu. Hatta ona soğan doğrayıp mutfakta yardım bile ediyormuş. Bunca yıl benim bir kere bile aklıma gelmemişmiş. Sonra da evde yemekler bozuldu.’’

‘‘Niye? Bildiğim kadarıyla Necla iyi aşçıdır.’’

‘‘Ne kadar iyi aşçı olursa olsun, kimse yağsız yemek pişiremez. Derken eve et de girmez oldu. Sofrada bir hafta kuru kuruya otladıktan sonra karımla ilk kavgamızı ettik. Meğerse Samet'e yağlı ve etli yemek dokunuyormuş. Midesine sancılar saplanıyormuş. Onun yemeğini ayrı pişir dedim, vayy!.. O bu evin hizmetçisi miymiş? Ayrı yemek istiyorsam, bir aşçı tutaymışım. Ben de arada bir kebapçıya gidip et hasretimi gidermeye başladım. Bir gece kebapçı dönüşü benim lisedeki oğlanı sigara ve rakı içerken yakaladım. Tabii kıyameti kopardım. Meğer Samet yalnız içmeyi sevmediği için, Ayhan'ı da rakı ve sigaraya alıştırmış. Ben yokken rakı sofrasında muhabbet ederlermiş.’’

‘‘Herifi evden atsaydın.’’

‘‘Ben de öyle yaptım. Ensesinden tuttuğum gibi, sokak kapısından dışarı attım.’’

‘‘Ohh, iyi olmuş ite!’’

‘‘Sonra da attığıma bin kere pişman oldum. Sabah evden çıkarken baktım, Samet kapının önünde sırılsıklam büzülmüş titreyerek oturuyor. Dişleri birbirine takır tukur vurup vuruyor. Gece çok yağmur yağmıştı ve hava soğumuştu. Dönüp küskün gözlerle bana baktı. İçim cız etti. Üstelik ateşi de vardı. Eve alıp yatırdım. Çorbalar, ilaçlar, terletmeler kár etmedi. Ateşini 39 derecenin altına düşüremedik. Doktor çağırdık, gelen doktor, zatürree olduğunu ve hastaneye yatırılması gerektiğini söyledi. Necla'nın ısrarıyla Samet'i özel bir hastaneye yatırdık. Necla da küsüp herif taburcu olana kadar benimle konuşmadı. Böylece Samet'i sokağa atmam bana, 3 milyara patladı. Evdeki tatsızlık da cabası.’’

‘‘Yoksa hastaneden sonra tekrar eve mi aldın?’’

‘‘Mecburen. Çünkü karım herifi sokağa atmama izin verdiği için suçluluk duyuyormuş. Adamcağızı az kalsın öldürecekmişiz. Ama az kaldı o yılanın yüzünden beni öldürüyorlardı.’’

‘‘Kim öldürüyordu?’’

‘‘Karşı komşumuz Celal Bey. Herif çam yarması gibi. Kapılardan eğilerek geçiyor. Yediğim dayaktan sonra üç gün işe gidemedim.’’

‘‘Seni niye dövdü?’’

‘‘Aslında Samet'i dövecekmiş, fakat herifi görünce bir sıkımlık canı var diye sahibini, yani beni dövdü. Meğer Samet mutfaktan adamın karısına, el kol işaretleri yapıp öpücükler gönderiyormuş. Asansörde de kadını sıkıştırmaya kalkmış.’’

‘‘Sıcak bir havada gönderin şu herifi yahu.’’

‘‘Ben de aynı konuyu Necla'yla tartışmaya karar vermiştim. Çünkü alçak herif, karımın epeydir unuttuğu annelik duygularını kabartmıştı. Ama ben konuşmaya fırsat bulamadan Necla evi terk etti.’’

‘‘Bunca yıl sonra mı?’’

‘‘Evet, bunca yıl sonra... Ben işteyken Samet karıma benim zamparalık hikáyelerimi anlatıp dururmuş. Hatta Şule'ye ev bile tuttuğumu söylemiş. Vallahi yalan!.. Kızı iki yıldır gördüğüm yok.’’

‘‘Eee, sonra?’’

‘‘Sonra çekmeceden tabancamı çıkarıp şarjörünü bir güzel doldurdum. Ama oğlum bana ihanet edip Samet'e haber vermiş. Böylece herifi elimden kaçırdım. Ama fare deliğine girse yine bulacağım o namussuzu!’’
diye homurdanarak gidince ben kilerin kapısını açtım. Kirli çamaşırların arasına sakladığım Samet'i çekip çıkardım ve,

‘‘Haydi şimdi yaylan ve bir daha da bana gelme’’ dedim. Samet korku dolu mazlum bakışlarını yüzüme dikti.

‘‘Ya kapıda bekliyorsa? Zaten bu gece yatacak yerim yok. Yarın gitsem olmaz mı?’’

Gözünden akan bir damla yaşı görünce yüreğim paralandı.

‘‘Kanepede yatarsın. Ama sabah kalkınca seni görmeyeyim.’’

Samet,

‘‘Sen Orhan'a acıdın ama, o senin için neler diyor haberin var mı?’’ deyip mutfağa yürüdü. Ocaktaki tencerenin kapağını açıp,

‘‘Bu yemek çok yağlı. Bilirsin bana dokunur Oğuz'cuğum. Rakı nerede?’’ diye sordu.
Yazarın Tüm Yazıları