Kinini kaybeden adam

‘Ayın şavkı Bebek koyuna vurmuş yakamozlanıyor. Çengelköy'den Beykoz'a uzanan karşı sahil yemyeşil orman...

Yeşiller arasında kırmızı kiremitli konak damları görünüyor. Gece kuşlarının şarkıları benim sandaldan yükselen ince saz takımının ezgilerine eşlik ediyor. Sazendelerin hepsi birbirinden huri kızlar... Hele kanuni bir dilber var ki ak elleri kelebek kanatları gibi teller üstünde uçuşuyor. Kürekçiler de dilberan kız takımından.

Ben saltanat kayığımda halis Hint ipeğinden kuştüyü yastıklara yanlamış yatıyorum. Elimdeki çapariyi billur sularda sıyırtıyorum. İçilesi Boğaz sularında balık öyle bol ki çapariye istavrit yerine lüfer atlıyor. Lepiska saçlı hanedan ahu,

‘‘Hangi şarkıyı emredersiniz sultanım?’’ diye soruyor.

Mustafa Çavuş'un ‘‘Dök zülfünü meydana gel’’ hisarbuselik şarkısını buyuruyorum. Şarkının tam ‘‘... Aşıkınım haylü zaman... Gel muntazır teşrifine... Gel amman amman...’’ mısralarına gelince Celal'in başı sudan çıkıp bana yine pis pis sırıtıyor. Sonra elindeki kocaman matkapla sandalın dibinde delikler açmaya başlıyor... Hanende ve sazende yavrular göğüslerine kadar yükselen sulara rağmen çalıp söylemeyi sürdürüyorlar.

‘‘Yaktı sinem süzan ile... Müştak sana bin can ilee...’’ ve batıyoruz. Boğazın soğuk sularında debelenirken uyanıyorum. Boğaz sularına değil soğuk tere batmışım vıcık vıcık...

‘‘Ulan Celal alçağı!.. Ulan kahpe dölü... Ağzını burnunu dağıtıp seni tepelemezsem yaşam bana haram olsun!’’ diye yeminlere kasemlere başlıyorum.

Ben bu yeminleri tam yıllarca edip durdum. Celal alçağı, benim çocukluk arkadaşım... Arkadaşım sözcüğü lafın gelişi. Celal benim can düşmanım, belalım, kanlım, ömrümü kemiren hastalığım. Kin ağır bir yüktür. Tembel olduğum için ben kin tutamam. Bana yapılan en büyük kötülükleri bile hemen unutur ferahlarım. Sünnetçime bile kinlenmedim. Ama Celal'e duyduğum kin bir tahta kurdu gibi ömür boyu beynimi kemirdi durdu. İçimden söküp atamadım.

İlk tanıştığımız gün istop oynarken beni dövdü. Hem de Nalan'ın yanında. Nalan sarı kıvırcık saçlı, kırmızı çilli güpgüzel bir komşu kızıydı. Kendisinin haberi yoktu ama benim sevgilimdi. Celal'in alçaklığı okul başlayınca da sürdü. Teneffüste top oynarken camı benim kırdığımı, tarih dersinde kopya çektiğimi, merdiven altında saklanıp kızların bacaklarına baktığımı, sınıfa köpek yavrusu aldığımı, duvara tırmanıp sınıfa camdan girdiğimi hocalara gammazladı durdu. Ben de okul hayatım boyunca Celal yüzünden dayak yeyip durdum. Öğretmenler dövmediği günlerde boş kalmayayım diye Celal dövüyordu. Daha doğrusu ben herifi gebertmek niyetiyle dalgın bir zamanını kollayıp arkadan filan saldırıyordum. Ama ne çare... İnsan azmanı kopuğa vurduğum tekmeler sivrisinek vızıltısı gibi geliyordu. Hatta bir gün pabucum kaba etlerine sıkışıp kaldı. Herif, dönüp beni yine paraladı. İkimizde aynı sınıftaydık... Celal'in şerrinden kurtulmak için dersleri mahsusçuktan bilmezden gelip sınıfta kaldım. Bu kez de hem anamdan hem babamdan dayak yedim. Ama evde yediğim sopadan çok o tembel herifin de o yıl sınıfta çakması bana koydu.

Kör topal liseye geldik. Celal, artık benim meşum kaderimdi. Herif, büyüdükçe azmanlaşmıştı. Ben, cüssece ona yetişip haklayabilmek için baklavalar börekler yiyordum. Ne bulursam hırsla hababam tıkınıyordum. Sonuçta midem bozuluyor soluğu tuvalette alıyordum. Celal, bana ‘‘sıçırgan’’ diye isim bile takmıştı. Kilo almak bir yana sıskalıktan bütün elbiselerim bol gelmeye başlamıştı. Böylece kavruk kaldım.

*

Liseyi cehennem azabı çekerek kör topal bitirdim. Babamın ani vefatı yüzünden üniversiteye gidemedim. Allah'ın gücüne gitmesin ama pederin vefatına sevindim bile. Çünkü nasıl olsa Celal'le aynı üniversiteye gidecektik ve okulu bana yine cehenneme çevirecekti. Bir süre sonra askere gittim. Bilin bakalım takım çavuşum kimdi?.. Tabii Celal'di...

İşkenceyle geçen askerliğim bitince akrabaların yardımıyla bir aşçı dükkanı açtım. Şişmanlamak için yemeğe düştüğüm sırada aşçılığı iyice kıvırmıştım. İşlerim iyi gitmeye başladı. Bitişikteki dükkanı da kiralayıp lokantamı genişlettim. Dünyanın parasını harcayıp bir güzel de dekore ettirdim.

İşlerim yolunda gidiyordu. Elim biraz para görünce nişanlandım. Çocukluk aşkım Nalan da büyümüş bir içim su olmuştu. Sabahın köründen gece yarılarına kadar ırgat gibi çalışıyordum ama çok mutluydum. Ben, biraz daha para biriktirip bahçeli bir ev alıp yuva kurma hayalleri içindeyken tam karşıma bir kebapçı dükkanı açıldı. Tabii, sahibi Celal'di. Artık ne eti sattığını bilmiyorum ama Celal, kebabı bol kepçe koyuyordu. Hem de ucuza... Üstelik torpille belediyeden bira satma ruhsatı da almıştı. Millet Celal'in kebapçısında yer bulabilmek için kuyruğa giriyordu. Bizim lokanta sinek avlamaya başlamıştı. Her gece lengerle yemek döküyorduk. Sonunda battım. Celal önce benim aşçıyı, sonra dükkanı elimden aldı. Ondan sonra da Nalan'ı... Kızı kürkle mücevherlere boğup ayarttı.

İçkiye, sigaraya ve perişan gezmeye başladım. Artık her gece rüyamda Celal'i görüyordum. Rüyanın en tatlı yerinde zırt diye ortaya çıkıyor bana pis pis sırıtıyordu. Artık uyumaktan korkar olmuştum. Yaşamım boyunca alçak herif beni ezmişti. Ben acizlikten itin kılına bile dokunamamıştım. İçim nefretle doluydu. Zaten ömür boyu nefret ederek kin duyarak yaşamıştım. Artık dayanamayacaktım. Celal'i öldürmeye karar verdim. O öfkeyle tekrar işe giriştim. Aşçılıkla filan uğraşacak zamanım yoktu. Askerde tanıdığım bir arkadaş eroin işi yapıyordu. Hollanda'ya eroin götürmeye başladım. İşi öğrenip çevreyi tanıyınca kuryelikten vazgeçip kendi düzenimi kurdum. Kazandığım parayla krallar gibi yaşıyor ama her gece rüyamda Celal'i görüyordum.

Herifi gizlice izletmeye başladım. Artık bütün hayatını biliyordum. Ne yer, ne içer, hangi yollardan gider gelir hepsini ezberlemiştim. Bir gece evinin önünde pusu kurup alçağı beklemeye başladım.

Hırpani ve sıska adam sustu. Uzun uzun önündeki rakı kadehine gözlerini daldırdı. Ona meyhanede rastlamıştım. Tek başına kımıldamadan oturması dikkatimi çekmişti. İzin isteyip masasına oturdum. Laf lafı, laf sohbeti açtı. Beşinci kadehten sonra bana yaşam öyküsünü anlattı. Sessizlik uzayınca dayanamayıp sordum.

‘‘Adamı öldürdün mü?’’

‘‘O gece evine gelmedi. Ondan sonraki geceler de gelmedi.’’

‘‘Nereye gitmiş?’’

‘‘Hastaneye... Sonradan öğrendim. Ani bir kalp krizi geçirmiş. Namussuz yine bana kazık atmıştı. İyileşip hastaneden çıksın diye dualar ettim, adaklar adadım, sadakalar verdim. Çıksın da iti geberteyim.’’

‘‘Çıktı mı?’’

‘‘Bana son alçaklığını yaptı, ölüp gitti. Vallahi hırsımdan günlerce ağladım. Artık ne kin kaldı, ne nefret, içim bomboş.’’

Sıska adam son kadehini dikti ve sarsak adımlarla kalkıp gitti.
Yazarın Tüm Yazıları