Huysuz İhtiyar: En büyük Fener, başka büyük var!..



Haberin Devamı

Sarı-lacivert çubuklu formamı giydim. Sarı-lacivert bayrağımı pelerin gibi omuzuma atıp boynumda düğümledim. Guaj boyayla kızılderili savaşçıları gibi bir yanağıma sarı, ötekine lacivert çizgiler çektim. Sonra da bastonumu kurdelelerle süsledim. Tabii sarı ve lacivert kurdelelerle... Artık hazırdım. Caddeye çıkıp biraz bekledim. Az sonra ellerinde Fenerbahçe bayrakları olan ve bağrışa çığrışa yürüyen 5-6 kişi göründü. Ben de aralarına katıldım. Onlarla birlikte ‘‘Şampiyon!.. Şampiyon!..’’ diye bir avaza höykürmeye başladım. Bizim kazıkçı manavın önünden geçerken,

‘‘Ne haber lan paçavra Galatasaraylı, adamı böyle yaparlar işte!..’’ diye bağırdım. Sonra da yanımdaki Fenerli takımına dönüp,

‘‘Çocuklar, bu herif hasta Galatasaraylı'dır’’ dedim. Çocuklar birden aşka geldi. Burada yinelemekten hicap duyacağım sözlerle manava düz gittiler. Adamcağız her ne kadar,

‘‘Durun lan, ben de Fenerli'yim... Ya ya ya, şa şa şa Fenerbahçe çok yaşa!..’’ diye feryat ettiyse de ben,

‘‘Bakın bakın, kırmızı domateslerin yanına sarı kayısıları dizmiş. Sarı-kırmızı ne manaya geliyor ha!..’’ diye üsteliyordum.

Kazıkçı manavdan öcümüzü aldıktan sonra Taksim'e doğru yürüyüşe geçtik. Bizimle birlikte naralar atarak yürüyen daha bir sürü topluluk vardı.

‘‘Yavaş yürüyün be, size yetişemiyorum. Zaten nefesim de tıkandı. Şuracıkta birazcık dinlensek olmaz mı?’’

‘‘Sen de yaşına başına bakmadan topal ayağınla ne diye peşimize takıldın?’’

‘‘Lan düdükler, Fener'im şampiyon olmuşken evde pineklese miydim yani? Siz daha kaç yıllık Fenerli'siniz? Ben tam 65 yıldır Fenerli'yim. Doğduğumdan beri yani... Fenerli'likte arkadaşını geride bırakıp kurda kuşa yem etmek var mı? Maazallah bu kılıkta ve tek başıma birkaç Galatasaraylı'ya rastlarsam vebali boynunuza.’’

Delikanlıların yüzleri ekşidi ama yapacakları fazla bir şey yoktu. Haydar adlı iri kıyım olanı beni sırtına aldı. Ben Haydar'ın sırtında keyifle,

‘‘Bir baba hindi heey Allah.... Gassaray'a bindi heey Allah!..’’ diye ortalığı inletiyordum. Haydar,

‘‘Fazla debelenme beybaba, bindiğin benim ve zaten seni zor taşıyorum. Düşüp bir yerini kıracaksın. Göstermiyorsun ama, epey ağırmışsın.’’

Bir Fenerbahçe süvarisi olarak Haydar'ın sırtında Taksim'e varamayacağım belli olduktan sonra, benim Fenerli takıma bir taksi ısmarladım. Ben Murat arabanın ön tarafına, kalan 6 kişi de arkasına biniştik. Şoför de Fenerli olduğu için ses etmedi. Nasıl sığdığımızı merak etmeyin. Delikanlıların çoğu zaten camlardan sarkmış, arabanın içinde sadece bacakları kalmıştı. Ben de onların bu hallerine bakıp heveslendim ve yanımdaki camdan yarı belime kadar dışarıya sarktım. Hem, ‘‘Efsane geri döndü...’’ diye bağırışıyor, hem de yoldan geçenlere münasip el kol işaretleri yapıyorduk. Bu arada şoför de kornasını ‘‘Civciv çıkacak, kuş çıkacak’’ ritminde zortlatıyordu.

Taksim'de taksiden indik. Daha doğrusu benim takım indi. Göbeğim cama sıkıştığı için ben hemen inemedim. Şoför arkadan çekti, çocuklar da önden itip göbeğimi Murat'ın camından kurtardılar.

Taksim Meydanı tıkış tıkıştı. Herkes olduğu yerde ‘‘Lay lay lom’’ diye zıplıyordu. Ben de zıplamaya başladım. Ama arada bir gıdıklandım. Sanıyorum memelerim sarkmıştı. Hopladıkça yukarı aşağı oynayıp beni gıdıklıyorlardı. Yanımdaki çocuklar tempoyla, ‘‘Revivoo!.. Anderssoon!..’’ diye bağırıyorlardı. Tanımıyordum ama, bunlar muhtemelen futbolcu adları olmalıydı. Ben de,

‘‘Aslanım Lefteer!.. Yavrum Küçük Fikreet!.. Uçan kaleci Cihaat... Şenol, Birol, gool!..’’ diye yırtınmaya başladım. Çevremdekiler bana tuhaf tuhaf baktılar ama yine,

‘‘Lazetiç, Rüştü, Rapayiiç!..’’ diye haykırmaya devam ettiler.

‘‘Taka Nacii, Tarzan Memedalii, Mikro Mustafaa, yavrum Datkuu!..’’ Yanımda hoplayan üstü başı sarı-lacivert bir delikanlı,

‘‘Datku da kim amca?’’ diye sordu.

‘‘Datku Fener'in Romen kalecisidir. Sen ne biçim Fenerli'sin be? Allah bilir Canavar Burhan'ı bile tanımıyorsundur.’’

‘‘Tanımıyorum.’’

‘‘Hani geçen hafta Turgay'a bacak arasından gol atmıştı. Bu yıl da gol kralı oldu.’’

‘‘Burhan'ı bilmiyorum ama, Turgay'ı duydum. Futbolu bıraktıktan sonra spor yazarı olmuş.’’

‘‘Nee, Turgay futbolu bırakmış mı?’’

‘‘Ben doğmadan önce bırakmış amca.’’

‘‘Allah Allah!.. Bana bıraktığını söylemediydi.’’

Çevremizde bizi dinleyenler çoğalıp işler kötüye gitmeye başlayınca ‘‘Lay lay loom!..’’ diye hoplayarak delikanlıların yanından ayrıldım. Biraz ileride çok keyifli başka bir Fenerbahçe topluluğu vardı. Topluluğun keyifli kısmı, daracık tişört giymiş üç genç kızdan meydana geliyordu. Hemen sarmaşıp beraberce hoplamaya başladık. Hoplarken bu cici kızların göğüslerine dikkatle baktım. Onların da benim gibi gıdıklandıklarına karar verdim. Kızlar Fener'in şampiyonluğuna o kadar sevinmişlerdi ki, o mutlulukla beni öptüler bile... Tabii ben de en az onlar kadar sevindiğim için öpücükleri karşılıksız kalmadı. Fakat bu sevinç dolu öpücükleri biraz abartmış olmalıyım ki, yanlarındaki delikanlılar beni kızlardan sökütüp ite kaka meydanın dibine kadar götürdüler. Ben de tek başıma İstiklal Caddesi'nde bastonumdaki sarı-lacivert kurdeleleri sallayarak ve ‘‘En büyük Fener, başka büyük yok!..’’ diye bir avaza bağırarak Çiçek Pasajı'na vardım. Seviç'teki garsona,

‘‘Bana sarı-lacivert bir duble rakı getir. Patlıcan kızartmasıyla salata da sarı-lacivert olsun’’ dedim. Rakımı alıp meyhanenin ortasına yürüdüm.

‘‘Şampiyonun şerefine!..’’ deyip kadeh kaldırdım. Bir sürü masa keyifle bana katıldı. Birkaç masa efradının bize kötü kötü bakmasına boşverip kadehimi dipledim.

Garson Muammer, beni yarı taşıyıp yarı sürükleyip bir taksiye bindirirken, ben hálá ‘‘Şampiyon Fener, senden büyük yok!..’’ diye ünülemekteydim. Şoför,

‘‘Nereye?’’ diye sorunca ben,

‘‘Mecidiyeköy'de oturuyorum ama sen Kadıköy'e Fenerbahçe'ye çek’’ dedim. Şoför, formama, pelerinime ve suratımdaki karışmış boyalara bakıp,

‘‘Helál olsun Mustafa Denizli'ye bey amca’’ dedi.

‘‘Mustafa Denizli de kim?’’

‘‘Sizin teknik direktörünüz.’’

‘‘Peki, biz kim?’’

‘‘Fenerbahçe!..’’

‘‘Ben Fenerbahçeli değilim ki...’’

Araba hafifçe sarsıldı.

‘‘Yani sen Fenerli değil misin?’’

‘‘Değilim.’’

‘‘Eee, nerelisin?’’

‘‘Dört yıldır Galatasaraylı'ydım, ama bu yıl Fenerli oldum. Allah kısmet ederse, önümüzdeki yıllarda Beşiktaşlı ya da Trabzonlu olacağım. İnşallah Antepli bile olurum.’’

‘‘Benimle dalga geçme bey amca, aslen nelisin?’’

‘‘Ben aslen bayramcıyım. Her bayrama katılmak istiyorum. Ülkede işler kötü gidiyor. Üstelik romatizmalarım da azdı. Televizyon ve gazete haberleri ruhumu karartıyor. Bayramlardan başka çarem yok. Şimdi sen söyle bakalım: Yaktığın likit gazın fiyatı ve arabanın plakası kaç para oldu? Ortaokulu bitirince çocukları okutabilecek misin? Hanımla aran nasıl?’’

Şoför yanındaki camdan başını çıkardı: ‘‘En büyük Fener, başka büyük yoook!..’’ diye bir avaza bağırmaya başladı.

*

NOT: Siz bu yazıyı okurken ben, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Fair-Play Konseyi'nin 50 yıllık yazar ve çizerlik hayatımdaki edepsizliklerimden dolayı bana vereceği büyük ödülü alıyor olacağım. Tüm canım Fenerliler'e, canım Galatasaraylılar'a ve canım Kara Kartallılar'a da duyurulur.

Yazarın Tüm Yazıları