Paylaş
Artık nur topu gibi bir bastonum var. Arada bir edepsizleşen sol ayağımdaki ağrılar yüzünden bir baston almak zorunda kaldım. Boynu bükük ama yakışıklı bir baston. Üstelik boyu boyuma uygun uzun biri. Onu hemen masamın kenarına astım. Her an gerekli olabilirdi. Örneğin aniden mutfağa ya da tuvalete gitmem gerekebilirdi. Bastonuma atladığım gibi dıgıdık dıgıdık ver elini tuvalet. Ama tuvalet elini vermedi. Çünkü yola çıkınca baston kullanmayı bilmediğimi fark ettim. Bastonu iki kez dizime vurdum, bir kez de ayağımın üstüne batırdım. Üstelik bastonsuz topallamıyordum ama, bastonla yürürken nedense topallıyordum. Tam 2 gün bastonlu yürüyüş talimleri yaptım. Artık bir İngiliz centilmenin yürürken kapalı şemsiyesini kullanmada gösterdiği ustalıkla, bastonu kullanabiliyordum. Yani her adımda bir aşağıya bir yukarıya sallayabiliyordum. Kılıcına dayanmış bir Köroğlu edasıyla bastonuma abanıp kahramanca pozlar da verebiliyordum. Hatta Şarlo gibi bastonumu kıvrık boynundan tutup havada fırıl fırıl çevirebiliyordum.
Geçen gün bastonumun evde oturmaktan sıkıldığını fark ettim.
‘‘Tamam, mızırdanıp durma seni gezmeye çıkaracağım’’ dedim. Hem bastonumu gezdirecek, hem de dosta düşmana bastonumla hava atacaktım.
İlk baston kazası evden çıkıp 20 metre yürüdükten sonra gerçekleşti. Yanımdan geçerken dizini ovuşturan iri kıyım bir herif,
‘‘Şunu sallamadan yürüsene moruk!.. Kemiğimi kıracaktın!..’’ diye höykürdü. Ben de,
‘‘Kusura bakma amcası, bu daha acemi ve sokağa ilk çıkışı’’ diye cevap verdim. Sonra da ne olur ne olmaz diye, merhamet uyandıran bir topallamayla yürümeye devam ettim.
Bizim evin yanıbaşında taksi durağı vardır. Ama ben bastonumun keyfini çıkarmak için caddeye kadar yürüyüp taksiye oradan binmek niyetindeydim. Fakat bastonumu tıkırdatarak on adım attıktan sonra yere kapaklandım. Bastonun ucu kaldırım kenarındaki kanalizasyon ızgarasına girmişti. Abanınca baston sapına kadar ızgaraya dalmış, ben de yüzükoyun yere düşmüştüm. Yoldan geçenlerin yardım tekliflerini kahramanca geri çevirdikten sonra bastonumu delikten çıkardım. Allah'tan sapı kıvrık olduğu için deliğe düşüp kaybolmamış, tutamak yeri ızgaranın üstünde kalmıştı.
‘‘Kör müsün, önüne baksana odun oğlu odun!..’’ diye bastona verip veriştirip zor bela ayağa dikildim. Mahcubiyetim geçsin diye de bastona dayanıp Köroğlu pozunda birkaç dakika kımıltısız durdum.
(Bastonlu Köroğlu pozu şöyle oluyor: Sağ bacağınızı dik tutup sol dizisini hafif kırıyorsunuz. Kalçanızı sağa çarpıtıp sağ kolunuzu bedeninizden iyice açıyorsunuz ve bastona dayanıyorsunuz. Sonra bu durumda geniş bir nefes alarak göğsünüzü şişirip sert bakışlarla ufka doğru bakıyorsunuz.)
Kaderden mi kısmetten mi bilinmez, bana hep antika taksi şoförleri rastlar. Delikanlı bastonuma bakıp,
‘‘Topal mısın emice?’’ diye sordu.
‘‘Değilim.’’
‘‘Belin mi tutmuyoo?’’
‘‘Hamdolsun şimdilik tutuyor.’’
‘‘Ya baston?’’
‘‘Ha o mu, sinekleri kovalamak için!..’’
Şoför delikanlı bir tuhaf baktı ama ses etmedi. Ben sözü değiştirmek için ‘‘Sen nerelisin?’’ diye sordum.
‘‘Urfalı'yım.’’
‘‘Urfa güzel şehirdir.’’
‘‘Bilmem, hiç gitmedim. Ben İstanbul'da doğup büyüdüm.’’
‘‘İstanbul'da doğup da nasıl Urfalı oluyorsun?’’
‘‘Ben ASLEN Urfalı'yım. Dedemgil İstanbul'a Urfa'dan göçmüş.’’
‘‘Demek aslen Urfalı, yalancıktan İstanbullusun.’’
İki kuşaktır İstanbul'da doğup büyüyen insanlarımızın hálá Erzurumlu'yum, Konyalı'yım, Adanalı'yım demelerine akıl sır erdiremiyorum. Herhalde İstanbullu olmayı kendilerine yediremiyorlar. İstanbul'un haline bakınca, onlara hak veriyorum aslında...
‘‘Sen nerelisin emice?’’
‘‘Ben İstanbullu'yum, ama aslen Londralı'yım.’’
* * *
Galatasaray'da arabadan indim. Beyoğlu'nu bastonumu tıngırdatarak geçmek niyetindeydim. Bastonu keyifle sallayarak yürüyen bu dinç ihtiyara herkesin beğeni ve takdirle baktığından emindim.
Bir ara önümde yürüyen kadın bana dönüp,
‘‘Terbiyesiz herif, yaşından başından utan!..’’ diye ciyak ciyak bağırmaya başladı. İşin daha da kötüsü, kadının yanındaki pos bıyıklı çam yarması,
‘‘Ne oldu Mualla, bu moruk sana sarkıntılık mı etti?’’ diye sordu.
‘‘Bastonuyla eteğimi havaya kaldırıp bacaklarıma baktı.’’
‘‘Vay kart zampara, ulan ben senin....’’
Millet durmuş bizi seyrediyor, bir taraftan yarma üstüme geliyordu. Can havliyle gözlerimi gökyüzüne dikip boştaki elimi öne uzattım. Bastonumu da arabaların cam sileceği gibi yere vurarak iki yana oynatmaya başladım. Bu durumda yürüyüp birkaç kişiye çarptım. Adam pençesini gırtlağıma geçirecekken durdu:
‘‘Yahu Mualla, bu herif kör!..’’
‘‘Ama demin bacaklarıma bakarken pek köre benzemiyordu.’’
Etraftan,
‘‘Kör bir ihtiyarla uğraşmak ayıptır!..’’ diye sesler gelirken, ben gözlerim havada tramvay yoluna inip rayların arasında yürümeye başladım. Gençten biri koluma girip,
‘‘Tramvay geliyor ezileceksin beybaba’’ deyip beni hem tramvaydan hem de kızgın kocadan kurtardı.
Bizim Beyoğlu Erkek Lisesi'nin sokağına kadar yoluma kör olarak devam ettim. Sonra da hızla sokağa dalıp kilisenin yanından Taksim'e çıktım.
* * *
Bastonuma,
‘‘Bak burası Taksim Meydanı, şu büyük bina da Atatürk Kültür Merkezi. Uslu durup yaramazlık yapmazsan, seni oraya bir gün tiyatro seyretmeye götürürüm’’ dedim.
Hava çok güzeldi, cadde de hayret edilecek kadar tenhaydı. O keyifle bastonumu elimde Şarlovari fırıldak gibi çevirmeye başladım. Dördüncü turda baston elimden yok oldu. Yan tarafta bir vitrin camı şangırtısı duydum. Ama hiç durmadan ve o tarafa bakmadan yürümeme devam ettim. Ardımda kıyametler kopuyordu.
‘‘Niçin kırdın lan vitrini?’’
‘‘Vallahi ben kırmadım!..’’
‘‘Bize yutturamazsın. Bak topallıyorsun. Demek ki bu baston senin.’’
‘‘Ben topal değilim, o baston da benim değil. Yeni aldığım pabuçlar ayağımı vuruyor, ondan topallıyorum.’’
Hızla uzaklaştığım için bağırışların gerisini duyamadım.
* * *
Şimdi yeni bir bastonum var ve baston kullanma kurslarına devam edip mezun oldum. Yürürken pek fazla faydası olmuyor ama, bir hır çıktığı zaman yeni bastonum bayağı işe yarıyor. Artık ülkede hırsız gürsüz yaşanmadığından, hepinize birer baston edinmenizi sağlık veririm. Hem de en ağırından ve ucu topuzlu olanlarından!..
Paylaş