Huysuz İhtiyar

Haberin Devamı

Kötü haber çabuk yayılır

Kaya, kapıdan içeri ok gibi daldı ve bana sarıldı. İçini çekerek beni göğsüne bastırdı. Daha doğrusu, göbeğimi göğsüne bastırdı. Çünkü göbeğim onun göğüs hizasına geliyordu. Gözleri kıpkırmızı ve yaşlıydı. Ya ağlamış ya da nezle olmuştu.

‘‘Hayrola yahu ne oldu?’’

‘‘Daha ne olsun ki, yüreğim yanıyor!..’’

‘‘Yoksa bu yaştan sonra áşık filan mı oldun?’’

‘‘Sen hep böylesindir işte. En kötü halinde bile espri yapmaya çalışırsın!’’

‘‘Allah Allah, bana bir şey mi olmuş?’’

‘‘Çok üzüldüm ama, çok da kırıldım. Böyle bir şeyi kırk yıllık arkadaşından saklıyorsun ve ben ancak başkalarından öğrenebiliyorum. Bu kötü gününde yanında olmayı bana çok gördün, yazıklar olsun!..’’

‘‘Yahu Kaya, sen hangi kötü günden söz ediyorsun? Bugün kış ortasında şurup gibi güneşli bir bahar günü... Üstelik maaşımı da aldım. Akşam için Boğaz'da lüfer ve rakı hayalleri kuruyorum.’’

‘‘Ciğerde mi, yoksa beyinde mi?’’

‘‘İkisi de balıkla iyi gitmez. En iyisi lüferin yanında, patlıcan salatasıyla midye pilakisidir.’’

‘‘Ben seni kırk yıldır tanıyorum. Sana acınmasından nefret ettiğin için işi gırgıra vuruyorsun. Yoksa bağırsaklarda mı?’’

‘‘Bağırsaklarda olan ne?’’

‘‘Tümör!..’’

‘‘Ne tümörü be?’’

‘‘Kanser tümörü!..’’

‘‘Hay Allah, sen hastane işini mi soruyorsun?’’

‘‘Yatmadın mı?’’

‘‘Yattım, arkadaşım Profesör Aydın Kargı beni çok sevdiğinden boşuna telaş etmiş, aldıkları parça temiz çıktı. Yani bir haltım yokmuş.’’

Kaya, ‘‘Çok sevindim’’ dedi. Ama pek sevinmiş bir hali yoktu. İnanmayan ve kahır dolu gözlerle yüzüme baktı.

‘‘Öyle diyorsan öyledir. Ama hakkım helál olsun!’’ deyip iç çekişleri arasında bana tekrar sarıldı ve gitti.

* * *

Gazetede sayın Yazı İşleri Müdürüm Fikret Ercan, beni görünce her zamanki gibi masaların arasına dalıp görünmeyen adam olmak şöyle dursun, bir koşu yanıma geldi. Yüzünde kocaman bir gülücük vardı ama, gözleri keder doluydu. Zorlama bir kahkaha atıp omuzuma pat pat vurdu.

‘‘Maaşallah, seni çok iyi gördüm ağabey.’’

‘‘Hamdolsun, fazla bir derdim yok. Bugünkü karikatürün öyküsünü soracaktım.’’

‘‘Karikatür müü?.. Yoksa çizmeye devam edecek misin?’’

‘‘Tabii çizeceğim. Bu iş için para alıyorum.’’

‘‘Parayı pulu filan kendine dert etme ağabey. Canın isterse çiz, istemezse çizme. Ayhan oraya bir haber işler, olur biter.’’

‘‘Fikret, ben kovulmadım değil mi?’’

‘‘Ne münasebet!’’

‘‘Bugünkü tenis antrenmanında kafana top filan da gelmedi değil mi? Yani kendini iyi hissediyor musun?’’

Fikret, ‘‘Arslanlar gibi ağabey!’’ diye sahte bir kahkaha daha kopardı. Sonra da omuzuma pat pat vurup,

‘‘Maaşallah seni de arslanlar gibi gördüğüme çok sevindim!..’’ dedi ve bilgisayarlı masaların arasında gözden kayboldu.

Arkamda hababam acıklı fısıltılar duyuyordum. Hızla dönüp baktım. Reha, Ayhan, Kanat ve Oya başlarını masalarına eğmişler, bugüne dek onlarda rastlamadığım bir ciddiyetle yazılarına gömülmüşlerdi. Yani hepsi, bana bakmadan çalışır gibi yapıyorlardı. Yalnız Neyyire, gözlerini silerken yakalandı. Ben de onu görmezden geldim.

* * *

Karikatürümü çinilerken Yayın Yönetmeni'nin beni çağırdığını haber verdiler. Eyvah dedim, son çizdiğim Ecevit karikatürüne bozuldu herhalde. Kendisi emekli bir Ecevit'çiydi. Ertuğrul Özkök hafif titreyen bir sesle,

‘‘Röportajlarınıza bayılıyorum’’ dedi.

‘‘Teşekkür ederim.’’

‘‘Gazete adına Maldiv Adaları’na gidip oradaki genç kızların yaşamı hakkında röportaj yapmaya ne dersiniz?’’

‘‘Allah derim. Ama şimdi kışın köründe gideceğime yaza doğru gitsem olmaz mı?’’

‘‘Vaktiniz kalmayabilir... Yani gazetenin kampanya vaktinden söz ediyorum. Ben biletlerinizin alınması için idareye bilgi vereceğim. Dönmek için de çok acele etmeyin, gönlünüze göre gezip eğlenin.’’

* * *

Geçen akşam Oya'yla Kanat zorla beni evden alıp, küçük ve şirin bir meyhaneye götürdüler. Aşağı yukarı bütün arkadaşlar oradaydı. Biz içeri girince hepsi ayağa fırlayıp,

‘‘İyi ki doğdun Oğuz Ağabeey!..’’ diye bir kutlama şarkısı tutturdular. Meğer benim için bir sürpriz parti düzenlemişlermiş. Ben de o günün doğum günüm olmadığını söylemedim tabii. Gerçekten çok şenlikli bir gece oldu. En basit esprime bile millet kahkahayı basıyordu. Yaşam boyu milimetrik gülen Reha bile, gülmekten iki kez sandalyesinden düştü. Oya'nın da gülerken gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Gülmesi daha çok ağlamaya benziyordu ya neyse...

En önemlisi, yanıma tanımadığım genç bir kız oturmuştu. Yeşil gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Hatta gülerken arada bir dizimi bile okşuyordu. Gecenin bir yarısı ayağa kalkıp,

‘‘Beni dinleyin arkadaşlar, ben kanser filan olmadım. Bu elimde gördüğünüz de hastanenin raporu. Bakın negatif yazıyor. Yani, bu benim temiz káğıdım. Şimdi hepimizin sağlığına içelim.’’ diye küçük bir nutuk attım. Ortalık bir anda sessizleşti. Sonra da,

‘‘Ah, çok sevindik... Biz öyle duymuştuk, çok şükür doğru değilmiş...’’ gibisinden birkaç mırıltı duyuldu. Ama deminki coşkudan eser kalmamıştı. En kötüsü de yeşil gözlü kız ortadan kaybolmuştu ve bir daha da görünmedi.

* * *

Sabah Kaya telefon edip bir yıl önce verdiği borcu geri istedi. Sonra da Fikret Ercan aradı.

‘‘Bugünkü karikatür 4 sütun eninde, 8 santim yüksekliğinde olacak. Ama fazla gecikmesin!..’’ dedi.

‘‘Ertuğrul Bey oralarda mı? Dün bir iş konuşmuştuk.’’

‘‘Ertuğrul Bey seyahate çıktı.’’

‘‘Nereye gitti?’’

‘‘Maldiv Adaları’na!..’’

Faks: 273 01 92

Yazarın Tüm Yazıları