Paylaş
Sevgi dolu bir ülke
Emekli yargıç Ziya Bey'le Türk usulü yaşamın tehlikeleri üstüne sohbete durmuştuk. Ben trafiğin ve doğa kirlenmesinin depremden daha tehlikeli olduğunu açıklayan küçük bir nutuk çekmekteydim. Ziya Bey, nutkumu sonuna kadar her zamanki sabrıyla dinledikten sonra,
‘‘Çok haklısınız, ama ülkemiz yüzyıllardır bunlardan daha büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır.’’ dedi.
‘‘Nedir o en büyük tehlike?’’
Ziya Bey bol sulu rakısından bir yudum aldı.
‘‘Türk insanı için en büyük tehlike, sevgidir!..’’
* * *
Ziya Bey, Anadolu'nun birçok köşesinde ağır ceza yargıçlığı yapmış, emekli olduktan sonra da İstanbul'da avukatlığı denemiş, ama 30 yıl yargıçlıktan sonra mahkeme mahkeme dava peşinde koşuşturmayı becerememiş eski tip bir hukukçuydu. Eşini de kaybettikten sonra yalnız yaşamaya başlamıştı. Evlerimize yakın olan bu küçük meyhanede tanışmış, arada bir buluşup sohbet eder olmuştuk.
Ziya Bey,
‘‘Türk insanı için en büyük tehlike sevgidir!’’ sözü üstüne benim şaşaladığımı fark etmiş olacak ki konuşmasını,
‘‘Size meslek hayatım içinde yaşadığım birkaç sevgi davasını anlatayım’’ diye sürdürdü.
‘‘Cemal adlı delikanlı çok fena aşık olmuş. Her gün dükkánının önünden geçip okula giden bir kıza fena vurulmuş. Yemeden içmeden kesilip gözü dünyayı görmez olmuş. Öyle bir sevgi ki Kerem misali, bir ah çekse ağzından yangınlar fışkıracak ve cümle álemi yakacak. O babayiğit delikanlı sevdasından erimiş, kibrit çöpüne dönmüş. Anasını babasını yanına katıp kızı Allah'ın emriyle gidip istemiş. Kızın ailesi de 'Kızımız daha çok küçük, liseyi bitirince İstanbul'a gidip okuyacak!' deyip kızı vermemiş. Cemal de sevgisinden önce kızı, sonra da kızın anasını ve babasını vurmuş. Benim mahkemede karşıma getirdikleri 14-15 yaşlarında bir çocuktu. Çünkü, kızın ailesi de köklü bir Karadeniz ailesi olduğundan Cemal ve babasını da vurmak bu çocuğa düşmüştü. Çocuğun da içi sülalesinin sevgisiyle doluydu. O Karadeniz ilinde Cemal'in sevdası için türkü bile yakmışlardı.’’
Ziya Bey eksilen rakısına biraz daha su kattı. Emekli maaşıyla ancak bir duble ve bir tek yolluk içebiliyordu. Hesabı benim ödememe de asla izin vermiyordu.
‘‘Fakat, kulüp sevgisinin ne büyük bir sevgi olduğuna Kayseri'de genç bir savcı yardımcısıyken şahit oldum. Bir pazar günü oynanan Kayseri-Sıvas futbol maçında tam 42 kişi öldürülmüştü. Yaralıların sayısını pek hatırlamıyorum. Ama birkaç yüz kişi vardı sanırım. Çağırılan askeri birlikler araya girmese, bu sevgi telefatı binleri bulabilirdi. Soruşturmayı ben yaptığım için biliyorum, sanıkların hepsinin yüreği Kayserispor ve Sıvasspor sevgisiyle doluydu.’’
Gazeteci olduğum için bu sportif olayı çok iyi anımsıyordum. Hatta, haber duyulunca İstanbul'a yıllar önce göç etmiş kapı komşu bazı Kayserili ve Sıvaslılar da taşlı-sopalı birbirlerine girmişlerdi.
Ziya Bey, idareli olsun diye çatalının ucuna taktığı minik bir peynir parçasını ağzına attı ve ağır ağır çiğnedi.
‘‘Kulüp sevgisi, şehir sevgisi neyse ne de beni en çok ürküten memleket ve millet sevgisi olmuştur. Liseli milliyetçi sanık delikanlı, yurdunu ve ulusunu o kadar çok seviyordu ki, edebiyat öğretmenini pusu kurup öldürmüştü. Çünkü, öğretmen bir derste Nazım Hikmet'in de Türkiye'yi Mehmet Akif kadar çok sevdiğini söylemişti. Demek ki bu öğretmen bir Moskof casusuydu. Yurdunu düşmana karşı korumak da bizim liselinin birinci göreviydi. Verdiğim kararı bir Ulubatlı Hasan gururuyla dinledi. Ama sonra yaşının küçüklüğü nedeniyle idama mahkum olmadığını öğrenince yüzünü bir keder kapladı. Düş kırıklığına uğramış, vatan sevgisiyle dolu yüreği incinmişti.’’
Ziya Bey, izin isteyip tuvalete gitti. Ben de çaktırmadan bardağına biraz rakı koydum. Dönünce bıraktığı yerden sözüne devam etti:
‘‘Allah sevgisi, Peygamber ve din sevgisi uğruna işlenen birçok suç davası geldi önüme... Ama Eskişehir Ağır Ceza Yargıcı'yken, baktığım kurban davasını ömür boyu unutamadım. Kendi halinde o güne kadar karıncayı bile incitmemiş bir adamcağız bir sabah kalkıp 4 yaşındaki oğlunun boğazını kesmişti. Adamın yüreği Allah ve din sevgisiyle doluydu. Birkaç kez hacca gitmiş, tarlalarını satıp parasını fakir fukaraya ve cami yaptırma derneklerine dağıtmıştı. Bir arife gecesi rüyasına giren ak sakallı bir derviş,
'Sana Rabbimin emirlerini getirdim, evladını kurban edeceksin!..' demiş ve adam da emre uymuştu. Zavallı o kadar acı çekiyordu ki, tam üç kere akıl muayenesi için Adli Tıp'a gönderdim ve içinden cezai ehliyeti olmaması için dualar ettim. Ama üç rapor da 'Aklı başındadır' teşhisiyle geldi. Doktorlar haklıydı. Bugün, bunca Hizbullah militanı da deli değil ya!.. Binlerce insan para pul veya başka çıkar uğruna öldürülemez. Ancak din sevgisi uğruna bunca zahmete katlanılır!..’’
Ziya Bey, istemediği halde suratıma bakıp masada estirdiği buz gibi havanın farkına varmıştı. Güleç yüz bir ifadesiyle çatalını rakısı tükenmiş şişeye vurup çınlattı. Garson Remzi, o şişenin dibinden de kalın gözlükleriyle ensemizde bitti. Ziya Bey,
‘‘Şu teybe bir Muazzez Abacı koyuver oğlum... Bana da bir yolluk ver’’ dedi ve,
‘‘Ama bizdeki müzik sevgisi dünyanın hiçbir ülkesinde görülemez!..’’ diye lafını sürdürdü.
‘‘Türkiye'de müzik sevgisi uğruna kaç cinayet işlenmiştir hiç düşündünüz mü?’’
‘‘Allah Allah, müziğin de cinayeti mi olurmuş?’’
‘‘Ben sadece iki şarkı cinayeti davasına baktığımı hatırlıyorum. Sahnedeki şarkıcı, delikanlının sevdiği şarkıyı söylemeyince ne olur bakalım?’’
‘‘Ne olur?’’
‘‘Şarkıcıyı çeker vurur... Şarkıcıyı vuramazsa, kendisine engel olmak isteyen garsonlardan birini vurur. Bizdeki müzik sevgisi bambaşkadır canım!.. İşte, bizim halkımız sevdi mi böyle sever!..’’
‘‘Peki, sevince niye öldürüyor?’’
Ziya Bey,
‘‘Kadınını, ülkesini, kulübünü, müziğini hatta arabasını çok seviyor ama, insanını sevmiyor!.. Hatta, insan sevmiyor!..’’ deyip yolluğunu dikti ve kalktı.
‘‘Ama ben sizi çok seviyorum Ziya Bey!..’’ dedim. Endişeli gözlerle yüzüme baktı ve,
‘‘Allah korusun!!!’’ deyip hızla kapıya doğru yürüdü.
Paylaş