Huysuz İhtiyar

Haberin Devamı

Siz de sıkılıyor musunuz?

İşe başladığının ikinci haftası Celal odama geldiydi. ‘‘Ben işten ayrılıyorum, sana hoşçakal demeye geldim.’’

‘‘Ne oldu, bir tatsızlık mı var?’’

‘‘Yoo, her şey tatlı...’’

‘‘Patronla mı dalaştın?’’

‘‘Hayır, üstelik adam bana bayılıyor.’’

‘‘Daha paralı bir iş mi buldun?’’

‘‘İş, miş bulmadım.’’

‘‘Öyleyse neden ayrılıyorsun?’’

‘‘Sıkıldım.’’

‘‘Hiç olmazsa 2 hafta daha çalış da, maaşını alıp öyle ayrıl.’’

Celal,

‘‘2 hafta değil, 2 gün bile aynı saatte uyanıp, aynı yollardan geçip, aynı masaya oturamam. Haydi hoşçakal.’’ deyip gitti.

Celal'e bu işi bulabilmek için Yazıişleri Müdürü'ne ve patrona ne diller dökmüştük oysa... Celal'i hepimiz çok severdik. Zeki, kültürlü ve sevimliydi. Üstelik eli ve kafası her işe yatkın, yetenekli bir çocuktu. Ama birdenbire sıkılıvermek gibi kötü bir huyu vardı. Hiçbir filmi sonuna kadar seyredemezdi. Kitapları sayfa atlaya atlaya okurdu. Beraberce poker filan oynarken bizden dayak yeme tehlikesini göze alıp sıkıldım diye masadan kalkıverirdi. Üstelik, ‘‘Haydi oyun oynayalım’’ diye yalvaran genellikle kendisi olurdu. Akademide beraber okumuştuk. Bir gün atölyede elindeki fırçayı şövaleye bırakmış,

‘‘Ben bu işten sıkıldım’’ deyip dersin ortasında çekip gitmişti ve bir daha da dönmemişti. Halbuki okulu bitirmesine 1 yıl kalmıştı.

Babıali'de etiket ressamlığı, sayfa sekreterliği, káğıt ticareti, büfecilik, yayımcılık gibi bir sürü iş yapmış ama sıkılıp sıkılıp bırakmıştı. Bir gün,

‘‘Ben evleniyorum’’ dedi.

‘‘Yahu sen zaten evli değil miydin?’’

‘‘Evliydim ama, evlilikten sıkılıp 4 ay önce ayrıldım.’’

‘‘Öyleyse ne halt etmeye tekrar evleniyorsun?’’

‘‘Bekárlıktan da sıkıldım!’’

*

Bir ara ortalıktan kayboldu. Sabancı'nın bir şirketine satış müdürü olduğunu duyunca hiç şaşırmadık. Cin gibi çalışan kafası ve müthiş bir ikna gücü vardı. Çöl arabına kum, eskimoya buz bile satabilirdi. Aylar sonra bir akşam sık sık gittiğimiz meyhaneye geldi. Sırtında eski bir tişört, ayağında da şort vardı. Meyhanedeki akşamcılar tuhaf tuhaf Celal'e baktılar. O yıllarda turiste sıkça rastlanmadığı için sokakta şort görmeye pek alışık değildik.

Celal, rakısını yudumlayıp üstüne keyifli bir oh çekti. Alacağım cevabı bilmeme rağmen,

‘‘İşler nasıl müdür bey?’’ diye sordum.

‘‘Ayrıldım.’’

‘‘Müdürlükten mi sıkıldın?’’

‘‘Yok yahu, müdürlük keyifli iş... Herkes karşında el pençe divan duruyor. Hele 3 ay içinde satışları yüzde 20 arttırınca prim bile verdilerdi. İnsanlara bir şeyler satmak çok zevkli...’’

‘‘Eee, niye ayrıldın öyleyse?’’

‘‘Her gün takım elbise giyip kravat takmaktan sıkıldım. Genel müdür de müşterilerin karşısına şortla çıkmama izin vermedi. Haydi, Pasaj'a gidip iki kadeh de orada içelim, buradan sıkıldım!..’’

*

Daha sonraki aylarda Celal, bıyık ve sakal bıraktı. Sonra, bıyığını kesip sakalla dolaştı. Sonra da sakalını kesip saçlarını sarıya boyattı. Derken, ona çok yakışan kıvrık burnunu ameliyatla düzleştirdi. Biz ona hayretten çok dehşetle baktıkça,

‘‘Ne yapayım, suratımdan sıkıldım!..’’ diyordu.

Bir gün Yavuz telefon etti.

‘‘Biliyor musun, Celal intihara teşebbüs etmiş.’’

‘‘Amanın, yaşıyor mu?’’

‘‘Evet, şimdi Etfal Hastanesi'nde yatıyor.’’

Yavuz, uyku ilaçlarını nasıl içtiğini anlatırken telefonu kapayıp hastaneye koştum. Celal, yarı baygın gözlerle bana bakıp,

‘‘Kendimden sıkılmıştım!..’’ dedi.

*

Celal, daha sonra Türkiye'den de sıkılıp yurtdışına gitti. Önce bize birkaç kart gönderdi, daha sonra kendisinden yıllarca haber alamadık. Bir gün, Frankfurt Muzenturm'da açtığım başarılı sergiyi kutlamak için bana orada yardımcı olan Türk ve Alman arkadaşlarıma bir yemek vermek istedim. Frankfurt'un tarihi ve en iyi otellerinden olan Park Otel'de masa ayırttım. (Ayıptır söylemesi, zaten ben de o otelde kalıyordum.) Otelin oymalı kakmalı, altın yaldızlı eşyalarla ve ağır kadife ve de ipek perdelerle döşenmiş salonunda Almanlara yakışmayacak kadar lezzetli yemekler yedik. Daha sonra da otelin şef aşçısı masamıza gelip yemekleri beğenip beğenmediğimizi sordu. O sırada ben krem karamelimi yemekteydim. Celal'i beyaz aşçı giysileri içinde karşımda görünce kaşığı ağzımda unuttum. Celal'e sarılırken ağzımdaki kaşığın sapıyla az daha oğlanın gözünü çıkarıyordum.

Gece yarısı Celal odama geldi. Hasret giderip vurduk viskinin dibine... Paris'ten sıkılıp Londra'ya gitmiş, Londra'yı çok sevmiş ama yağmurdan sıkılıp Frankfurt'a gelmiş. Zaten Avusturya Lisesi'nde okuduğu için dil sorunu olmamış. Bir sürü işe girip çıkmış hatta, yerden 40 metre yükseklikte inşaat işçiliği bile yapmış. Sonra sıkılıp bir Türk lokantasında bulaşıkçılık ve aşçı yardımcılığına başlamış. Aşçı, Urlob'a gidince yemekleri Celal yapmış.

‘‘Yahu sen, yağda yumurta pişirmeyi bile beceremezdin!’’

‘‘Ben de öyle sanıyordum. Ama, ben müthiş bir aşçıymışım da haberim yokmuş meğer!.. Birkaç yıl sonra namım duyuldu ve bir sürü ünlü restoran beni kapmak için kuyruğa girdi. Sonunda Park Otel mutfağının şefi oldum. Tabii, ben de yıllarca ders çalıştım, okudum, denedim, öğrendim... Örneğin, Hint mutfağının felsefesi nedir biliyor musun?’’

‘‘Ay yemeklerin bir de felsefesi mi varmış?’’

‘‘Çok yiyeceksin ama, masadan kalkarken kendini doymamış hissedeceksin. Çünkü, yerken ağzında sostan gelen tatlı bir duygu hissediyorsun. Yuttuktan sonra zamanlaması iyi ayarlanmış bol baharatlı bir biber acısı damağına vuruyor. Bu baharat ve acı sürprizi, insanda daha fazla yeme arzusu uyandırıyor. Miden tıka basa dolmuş bile olsa açlık duygusu devam ediyor.’’

‘‘Peki, yıllarca soğan ayıklayıp sarmısak soymaktan sıkılmadın mı?’’

‘‘Hiç sıkılmadım, hatta restoran kapandıktan sonra bile mutfakta kalıp yeni yemekler denedim.’’

Gözlerime ve kulaklarıma inanamıyordum. Dellenip ‘‘Hepinizden sıkıldım be!.. Basıp gidin artık bu ülkeden!..’’ diye insanların üzerine yürüyen Celal, bana dereotunun iğne yaprağındaki ayrıntıları, bir etin liflerini çürütüp yok etmek için hangi sosla sabırla ne kadar zaman beklenmesi gerektiğini anlatıyordu.

‘‘Sen en güzel kızdan, en paralı işten bile 3 günde sıkılırdın. Yıllarca önünde sebze, et, fırın, ocak, kepçe görmekten sıkılmadın mı?’’

‘‘Sıkılmadım!..’’

‘‘Niye?’’

‘‘Çok basit, çünkü yemek yapmayı seviyorum ve aşçı olduktan sonra hiçbir şeyden sıkılmıyorum. Hatta, Türkiye'den getirttiğim Orhan Pamuk romanlarını bile sonuna kadar okuyabiliyorum. Sen karikatür çizmekten sıkılmadın mı?’’

‘‘Evet, bazen sıkılıyorum. Hatta çok bazen!..’’

‘‘Peki, niye bırakmıyorsun?’’

‘‘........’’

‘‘Bırakamazsınız, çünkü siz korkaksınız!..’’

*

Ben asla korkak değildim. Türkiye'ye dönünce ilk işim yıllardır üstünde karikatür çizdiğim masamı değiştirip yenisini almak oldu. Karikatürden sıkıldığım için bunca yıldan sonra mesleğimi değiştirecek değildim ya!.. Zaten daha ilk soğanı soyarken fena halde sıkılmıştım!..

Yazarın Tüm Yazıları