Huysuz İhtiyar

Haberin Devamı

Bırakın biraz iyilik yapayım

Ne kadar iyiliksever bir insan olduğum daha ben çocukken anlaşılmıştı. Seyrettiğim filmlerin ve okuduğum romanların etkisiyle mi yoksa anamın, babamın nasihatlerinden ötürü mü bilemem, yüreğim insanlara iyilik yapma ateşiyle yanıp tutuşuyordu. İyilik yapmadan duramaz olmuştum. Yalnız insanlara değil hayvanlara, hatta bitkilere bile iyilik yapıyordum. Örneğin, oltayla balık yakalayıp onları tekrar denize atıyor, örümceklere hediye olsun diye sinek tutup ağlarına koyuyordum. Yapraklarının birini kırmızı, birini mavi boyayarak papatyaları güzelleştiriyordum. Bizim bahçedeki ağaçlardan düşen meyveleri yerden toplayıp tekrar dallarına iplikle bağlıyordum. Bazen dalgınlıkla incir ağacına elma bağladığım da oluyordu. Ama olsun, meyvacıklar ağaç dallarından ayrı kalmıyordu ya...

Okulda yazılı sınav yapılırken yakalanma pahasına isteyen her arkadaşa kopya veriyordum. Verdiğim kopyalardan ötürü çoğu kırık not alıyordu. Çünkü doğru yanıtını bilmediğim soruların da kopyalarını veriyordum. Önemli olan not değil arkadaşına iyilik yapmak için tehlikeye atılmaktı.

*

Kavga ayırmak uğruna bir hayli dayak yediğim de oldu. İnsanların birbirlerinin canını yakmasına dayanamayıp aralarına giriyordum. Onlar da birbirlerine vuramayınca bana vuruyorlardı. Hele, kavga edenler kalabalık olunca hasar da bir hayli fazla oluyordu. Bir yerde kavga çıkınca arkadaşlar, ayırmam için bir koşu gelip beni çağırırlardı.

*

Bir kış günü, soğuktan titreyen bir sokak köpeğine paltomu giydirmiştim. On dakika sonra ben de titremeye başlayınca paltoyu geri alıp eve dönmüştüm. Bir on dakika sonra da annemden bir güzel dayak yemiştim. Hem de terlikle...

Çünkü, sokak itinin pireleri benim paltoyu taşıt olarak kullanmış ve bizim evi basmıştı. Evcek bir hayli kaşındığımızı anımsıyorum.

İkram olsun diye zorla yedirdiğim çikolata, lokum, pestil ve dondurmalar yüzünden kaç arkadaşımın mide spazmı geçirip doktorluk olduğunu hatırlamıyorum. Tifodan Darülaceze Hastanesi'nde yatarken ziyaretçilerimin hediye getirdiği yiyecekleri ben yiyemediğim için iyilik olsun diye koğuş arkadaşlarıma dağıtırdım. Onların da ateşleri o gece 40 dereceye çıkardı. Çünkü, o yiyecekler onlara da yasaktı.

*

Bu iyilikseverliğim sadece çocukluğumda kalmadı. Ben büyüdükçe şiddetini arttırarak sürdü.

Çok ünlü bir patronun çok ünlü bir gazetesinde çalışırken yabancı dergileri okuyup haber çıkaran, öğrenimini yurt dışında yapmış genç bir arkadaşım vardı. Gazetecilik aşkıyla üç otuz paraya çalışıyordu. Ama parlak ve yepyeni fikirleri vardı. İşi bitince herkes gibi çekip gitmiyor gece yarılarına kadar yeni fikirlerini uyguladığı sayfa maketleri hazırlıyordu. Bu genç insandaki gazetecilik aşkının ve parlak fikirlerin yok olup gitmesine iyilik yapma aşkıyla çarpan yüreğim dayanamazdı. Bir gün onun haberi olmadan yaptığı sayfa maketlerini alıp patrona gittim. Patron o sıralar benim bir dahi olduğuma karar vermişti nedense... Bazen kabul etmese bile her sözümü dinlerdi. Bu nedenle müessese müdürü dahil sorunu olan bana koşardı. Ben, arkadaşım için bir sayfa sekreterliğine razıydım. Ama iyilik yapma ateşiyle gaza gelip arkadaşımı öyle bir övdüm ki patron, onu çıkarmakta olduğu bir akşam gazetesinin yazı işleri müdürü yaptı. Bizim müessesede birkaç gazete birden çıkardı ve öğleden sonra piyasaya çıkan gazetenin yazı işleri müdürü de o sırada yeni ayrılmıştı.

Arkadaşım o gün odama ‘‘Biliyor musun abi, patron beni akşam gazetesinin başına getirdi. Artık bütün Babıali'ye gazeteciliğin nasıl yapılacağını göstereceğim!..’’ diye sevinç naraları atarak geldi. Tabii, ben de patrona gidip onun için diller döktüğümü söylemedim. Bence iyilik de ibadet gibi gizli kalmalıdır. Ama iyi ki söylememişim. Patron, bir hafta sonra genç arkadaşımı işten attı. Çünkü, attığı başlıklar ve koyduğu haberler yüzünden Koç dahil üç büyük şirket bize ilan vermeyi kesmiş, gazeteye tam 14 dava açılmış ve bir hafta içinde gazete 50 bin tiraj yitirmişti. Bu parlak ününden sonra arkadaşım hiçbir gazetede iş bulamadı ve gazeteciliği bırakmak zorunda kaldı.

Şimdi sizler,

‘‘Sen ne halt etmeye insanlara iyilik etmeye kalkıyorsun?.. İyilik etmeye kalkmasan arkadaşın, gazetedeki eski işini güzel güzel sürdürüp az da olsa gazetecilikten para kazanıp mutlu olacaktı. Sen iyilik değil aslında kötülük etmişsin!’’ diyeceksiniz. Ama bu sözlerinizi asla kabul etmiyorum. İyiliğin sonu mutlaka iyi gelir. Atalarımız, boşuna mı ‘‘İyilik yap denize at... Balık bilmezse Halik bilir’’ demişler. İyiliğin sonu mutlaka iyi gelir.

Arkadaşıma yıllar sonra Berlin'de rastladım. Almanya'dan Türkiye'ye turist gönderiyordu. Antalya'da otelleri ve tatil köyleri vardı. O yıl tam 4 adet Jumbo uçak kiralamıştı. Yani büyük bir turizm şirketinin sahibiydi. Kendisini gazeteden atan patrona hayır duaları ediyordu. Bu yıl turizm işleri kötü gittiği için arkadaşımı defalarca aradım ama ulaşamadım. Benim yardımıma ihtiyacı vardı mutlaka!..

*

Aslında bütün bunları son yaptığım iyiliği sizlere anlatabilmek için yazdım.

Turgut'u oğlum gibi severdim. Rahmetli babası çok iyi arkadaşımdı. Öğrenim ve meslek hayatında elimden geleni esirgememiştim. Aşık olduğu zaman omuzumda ağlamıştı. Ben de dayanamayıp kızı istemeye gitmiş ve Sema'yı çatır çatır Turgut'a almıştım. Hatta, nikah şahitliklerini bile yapmıştım. Evlilik Turgut'a uğurlu gelmişti. İşini geliştirmiş kazancını dörde katlamıştı. Ama son bir aydır eski neşesi yoktu. Her geçen gün biraz daha suskunlaşıyor, mutsuzluk yüzünden akıyordu. Kaç kere sordum, sıkıladım ama derdini bir türlü söyletemedim. O, söylemese bile ben tahmin edebiliyordum. İşi yolunda olduğuna göre sorun aile yaşamındaydı. Sonunda Sema ile konuşmaya karar verdim ve Turgut'un derdini anladım. Sema kocasını kıskanıyordu. Sadece, çevresindeki kadınlardan değil, Televole'deki manken kızlardan bile kıskanıyordu. Kadınlar beğenir kuşkusuyla Turgut'un şık giyinmesi, her gün traş olması bile yasaktı. Kimisinin gözleri, kimisinin bacakları güzel diye Turgut'un bir kaç sekreterini işten çıkarttırmıştı. Oğlanın hayatı cehenneme dönmüştü. Sema'ya Turgut'un ne kadar dürüst ve evcimen olduğunu, onu ne kadar sevdiğini, geceler boyu Sema diye omuzumda ağladığını anlattım. Ama kız, kocasının önüne gelen kadınla kendisini aldattığına öylesine inanmıştı ki Nuh dedi peygamber demedi. Sonunda çaresiz kalıp bu güzel evliliği kurtarmak için Turgut'a pusu kurmayı önerdim. Turgut'un karısına olan aşkını biliyordum. Yaptığım plan sonunda Sema'nın kıskançlık krizleri sona erecekti.

Sema, vodvil tiyatrolarında olduğu gibi sözüm ona yazlığa gitti. Turgut, İstanbul'daki evde yalnız kaldı. Planımızın sonucunu öğrenmek için ertesi sabah Sema'ya telefon ettim.

‘‘Ne oldu, Turgut kadını eve aldı mı?’’

‘‘Hayır, ben dışarda beklerken senin bardan bulduğun kız, kapıyı çaldı. Turgut'a cilveler yaptı, diller döktü. Ama Turgut onu kapıdan kovdu.’’

‘‘Ben sana demedim mi?.. Aylardır oğlanın boş yere günahını aldın... Eeeee... Sonra ne oldu?’’

‘‘Ben de kocam için kötü şeyler düşündüğümden ötürü kendimden utandım. Beni affetmesi için eve girip boynuna sarıldım. Ama bugün boşanmak için avukata gideceğim.’’

‘‘Niye?’’

‘‘Çünkü, yatağında işe yeni aldığı sekreter kız vardı.’’

*

Bir yıldır Turgut benimle konuşmuyor. Aslında çevremdeki kimse benimle konuşmuyor.

Artık dünyada iyilikten anlayan kimse kalmadı. Oysa hepsinin iyiliğe o kadar ihtiyacı var ki!..

Yazarın Tüm Yazıları