Paylaş
Tesadüf olmadan film olmaz
Ben filmleri çok severim. Ama tesadüf dolu filmleri daha çok severim. Hani, kızla oğlan yolda çarpışınca kızın çantası yere düşer, sonra ikisi de çantadan dökülenleri toplarken gözgöze gelirler ya... Hatta, o sırada bu rastlantısal ve aşksal bakışma daha iyi anlaşılsın diye rejisör, kızla oğlanın gözlerini tek tek (bazen zumlu) çeker. İşte o filmlere bayılırım. (Aslında, içinde tesadüf olmayan yerli veya yabancı film yoktur) Ben de böyle keyifli öyküler tasarlayıp rejisör arkadaşlarıma anlatırım. Yılda 250 Türk filmi çekildiği bir zamanda Atıf Yılmaz'a şu öyküyü anlatmıştım:
Türkán'la Ediz aynı büyük tekstil şirketinde çalışıyorlardı. Türkán kanunları çok iyi bildiği ve iki yabancı dili ticari olarak anadili gibi konuştuğu için ihracat bölümü şef yardımcısıydı. Ediz ise, tekstil mühendisiydi ve üretim planlama şefiydi. Üstelik, tesadüfen aynı apartmanda altlı-üstlü dairelerde oturuyorlardı. Ama birbirlerini tanımıyorlardı. Çünkü hiç karşılaşmamışlardı. Yani, birbirlerine hiç tesadüf etmemişlerdi.
O akşam Türkán, arabasını kilitleyip park yerinden apartman girişine doğru yürürken Ediz'in arabası da park yerine geldi. Ediz, şoförüne sabah 8'de gelmesini tembihleyip Türkán'ın on saniye arkasından apartmana girdi. Ama kapısı kapanmakta olan asansöre yetişemedi. Çağrı düğmesine basıp tekrar aşağıya inmesini bekledi. Asansör, Türkán'ı alıp yükseldi.
*
Nafiz, yine kafayı çekmiş burnundan soluyordu.
‘‘Ne bu be!.. Ben, her gün gece yarılarına kadar karı mı bekleyeceğim?’’
Türkán her zamanki gibi alttan aldı.
‘‘Almanlarla olan toplantımız biraz uzadı. Ama tam 700 bin marklık sipariş aldık. Üstelik bu krizde!.. Patron, neredeyse sevinçten boynuma sarılacaktı.’’
‘‘Patronuna da, işine de başlayacağım artık!.. Kadın dediğin evinde kocasının dizi dibinde oturur.’’
‘‘Ama sevgilim, biliyorsun ben çalışmazsam mutsuz olurum. İki koca üniversiteyi evde oturmak için bitirmedim ki...’’
‘‘Onca mektebe karşılık zaten kaç para kazanıyorsun? Sana o paranın üç mislini vereyim, evinde otur.’’
Nafiz, gerçekten de çok zengindi. Babasından kalan binaların kirasıyla geçiniyor ve çalışmaktan nefret ediyordu.
‘‘Ama Nafiz'ciğim ben, ancak bir işe yarayınca kendimi mutlu hissediyorum. Para benim için çok önemli değil.’’
‘‘Bir kadının kocasına yemek pişirmesi, çocuk yapması iş değil mi be!..’’
*
Ediz, anahtarıyla kapıyı açıp dairesine girdi. Salondan kadın kahkahaları geliyordu. Anlaşılan karısı Nalan, arkadaşlarıyla yine konken oynuyordu. Ediz, sessizce mutfağa gitti. Hizmetçinin onun için hazırlayıp bıraktığı sofraya oturdu. Hem aç hem de yorgundu. Yemeği ısıtmaya üşendi. Soğuk bir şeyler atıştırıp duş yaptı ve yattı. Almanya'dan aldıkları yeni siparişin iplik ve boya hesaplarını kafasında tasarlarken uykuya daldı.
Çakırkeyif karısının şarkı söyleyerek odaya girmesiyle de uyandı.
‘‘Aaa!.. Geldiğini duymamıştım Ediz'ciğim.’’
‘‘Konken keyfini kaçırmamak için haber vermedimdi.’’
‘‘Amaan, sen de benim konkenime taktın. Ama bugün tam 60 milyon kazandım.’’
‘‘Senin konkenine söz ettiğim filan yok Nalan. Ben, sadece hiçbir iş yapmadan bütün gününü konken oynayarak ve içki içerek geçirebilmene şaşıyorum. Amerika'lara git, üniversiteler bitir, diplomanı çerçeveletip duvara as, sonra da altında sadece konken oyna!..’’
‘‘Ama sevgilim, benim çalışmaya ihtiyacım yok ki... Sen iyi kazanıyorsun, istediğim zaman babam da tomarla harçlık veriyor.’’
‘‘Ben paradan değil, üretmenin, hayatta bir işe yaramanın mutluluğundan ve insanca değerlerden söz ediyorum.’’
‘‘Yine haminne nasihatlerine başlama cicikom. Fransa'dan yeni getirttiğim bu küpur dantel geceliği nasıl buldun? Tenim kar beyazı olduğu için beni çok seksi göstermiyor mu?’’
Ediz, bıkkın gözlerle karısına baktı.
‘‘Evet, çok seksi görünüyorsun sevgilim.’’ dedi ve arkasını dönüp bıraktığı yerden uykusuna devam etti.
*
Ertesi gün çayını masasına getiren sekreteri,
‘‘Son günlerde sizin için üzülüyorum Ediz Bey. Eski neşeniz yok, hep dalgınsınız’’ dedi. Nalan, geç kalktığı için sabah çayını sekreteri hazırlıyordu. Ediz, genç kıza ilk kez alıcı gözüyle baktı. Nalan kadar güzeldi. Üstelik çalışıyordu da...
*
Türkán, yanağındaki morluğu pudrayla elinden geldiği kadar gizlemeye çalışmıştı. Ama sekreteri yine de ‘‘Geçmiş olsun’’ demişti. O da acı acı gülümseyip ‘‘Yine kapıya çarptım’’ diye cevap vermişti. Tek başına yaşamanın zorlukları onu korkutuyordu. Ama Nafiz'le yaşaması, çok daha zordu.
Türkán, Ediz'in odasının yerini öğrenip Almanların beğendiği desenleri götürdü. Sekreteri,
‘‘Ediz Bey, patronla telefon görüşmesi yapıyor. İsterseniz biraz bekleyin’’ dedi. Türkán da oturup bekledi. Ama görüşme uzadıkça uzadı. Almanlarla imza toplantısına gecikmemek için desenleri bırakıp kalktı.
*
O gün, iş çıkışı nihayet karşılaştılar. Ama ikisi de birbirinin farkında olmadı. Türkán arabasının anahtarını aradığı için çantasının içine bakıyor, Ediz de elindeki kumaş desenlerini tetkik ediyordu. Eve iş götürmeyi sevmezdi. Ama ilk kumaş teslimi 1 ay içinde yapılacaktı ve hiç vakti yoktu.
*
Üst kattan gelen bağırtılar ve gürültüler yüzünden gece rahat çalışamadı. Bir ara çıkıp gürültü yapmamaları için rica etmeyi bile düşündü. Ama bu bir aile kavgasıydı besbelli... Karışmak olmazdı.
*
Ertesi gün Ediz, Almanların renk ve iplik tercihlerini öğrenmek için Türkán'ı çağırttı. Ama dün gece rahatsızlandığı için Türkán işe gelememişti. Yine de evinden hasta hasta telefon edip bütün bilgileri Ediz'e verdi. İnsanın içine dokunan ne tatlı bir sesi var diye düşündü Ediz.
*
Türkán'la Ediz o günden sonra belki 10 kez karşılaştılar. Ama bir türlü gözgöze gelemediler. Ya başkalarıyla konuşmakta oluyorlar, ya o sırada yere bir şey düşürüp eğiliyorlar ya da dalgınlıkla çarpışıp birbirlerine bakmadan özür dileyerek yollarına devam ediyorlardı. İkisi de artık evlerinden ayrılmışlardı. Türkán, işe yakın küçük bir daire kiralamıştı. Tesadüfe bakın ki Ediz de aynı apartmanın üst katında oturan annesinin yanına geçici olarak taşınmıştı. Annesi asansörde tesadüfen tanıştığı Türkán'ı kızı gibi sevmişti. Hatta, işten yorgun dönüyor zavallı taze diye, arada bir yemek yapıp götürdüğü bile oluyordu. Sonra da Türkán'a oğlundan söz ediyordu. Ama Türkán'ın dalgın bakan gözlerinden dinleyip dinlemediği belli olmuyordu.
*
İşi teslim etmenin şerefine patron, en lüks otelde bir parti verdi. Partiye şirketin üst düzey yöneticileri ve Alman tarafı tam kadro katılmıştı. Hatta bir ara Ticaret Bakanı bile uğradı. Türkán, bütün gece etrafını saran erkeklerin iltifatlarından bunalmıştı. Yeni bir içki almak için büfeye doğru yürüdü. Sonra da mıhlanmış gibi olduğu yere çakıldı kaldı. Onu görmüştü!..
Koyu gri elbiseler içindeki uzun boyu, aydınlık yüzü, anlayış ve şefkát dolu bakışlarla kendisine bakıyordu. Yüreği çarparak,
‘‘Ben bu adamı tanıyorum!’’ diye düşündü.
‘‘Hem de çok eskiden beri tanıyorum... Belki çocukluğumdan beri!..’’
Ediz, Türkán'ın karşısında vurgun yemiş gibi kalakaldı. Gözleri önce şaşkınlık, sonra da mutluluk ifadesiyle parladı. Sonra da kollarını açıp yürüdü. Türkán,
‘‘Allah'ım, bana doğru geliyor. Yoksa bu kadar kişinin içinde beni kucaklayacak kadar deli mi?’’ diye düşündü. Ediz, hızlı adımlarla Türkán'a yaklaştı... yaklaştı... Sonra onu geçip arkasında duran genç kadına sarıldı.
‘‘Seni burada gördüğüme inanamıyorum Pervin!..’’
Pervin, Ediz'in ilk aşkıydı. Üniversitede evlenme hayalleri kurarken Pervin'in babası Almanya'ya göç etmiş ve aşıklar birbirlerini kaybetmişlerdi.
‘‘Almanya'da bu şirkette süpervizör olarak çalışıyorum. Oh Ediz!.. Hálá ne kadar yakışıklısın!..’’
‘‘Demek bunca tesadüf bizi tekrar bir araya getirmek içinmiş!’’
‘‘Oda numaram 425... Bu otelde kalıyoruz sevgilim!..’’
*
Film yönetmeni Atıf Yılmaz, ‘‘Eee!..’’ dedi.
‘‘Eee'si filan yok... Bu filmde Türkán'la Ediz tesadüfen asla karşılaşamadılar. Ve göz göze gelemediler.’’ dedim. O da beni elindeki çatalla kovaladı. Üstelik, çataldan bir de patlıcan kızartması sarkıyordu.
Paylaş