Huysuz İhtiyar

Haberin Devamı

Bir tüketim sapığının itirafları!..

Övünmek gibi olmasın ama, ben bir tüketim sapığıyımdır. Marketlerin ve mağazaların önünden geçerken dişlerim kamaşır, gözlerim kaykılır, ağzım sulanır, güzel bir çift kadın dudağı dolaşıyormuşçasına sırtımda ürpermeler hissederim. Bazen, inşaat alanlarında gördüğüm buldozer, kazma ve kepçe makinelerine bakıp iç geçiririm. Onları da satın almak isterim. Buldozerinize binip zar zar işe gitmenin keyfini düşünebiliyor musunuz?

*

Biliyorum, siz tüketim sapıklarına iyi gözle bakmazsınız. Onları kolay para kazanan, sonradan görme avanaklar sanırsınız. Ama çok yanılıyorsunuz. Ben, tükettiğim o paraları kazanmak için gece ve gündüz canımı dişime takıp çalışıyorum. Avanak Avni'yi çizmenin dışında, avanaklıkla fazla bir ilgim olmadığı gibi, orta halli bir konak çocuğu olduğumdan sonradan görme de sayılmam. Siz ‘‘İşten artmaz, dişten artar... Damlaya damlaya göl olur’’ felsefesiyle yetiştiğiniz için tüketim sapıklığının zevkini ve önemini anlayamazsınız. Eğer dişten artsaydı, bütün dişsiz bebelerin ve morukların trilyoner olması gerekirdi. Damlaya damlaya göl möl de olmaz, ya buhar olur ya çamur!..

Tüketim sapıklığı insanoğlunun erişebileceği en yüce mevkidir. Tüketim sapıkları herkesten daha fazla çalışkandır. Siz, maaşınızla 1 ay geçinmeye çalışırken o, parasını bir haftada bitirir. Satın almadan duramadığı için de sizden 3 misli fazla çalışıp kazanmak zorundadır. Yani sizden 3 kat fazla üretir. Bu arada, kafasını da çalıştırdığı için buluşlar yapar. Uygarlık tarihindeki bütün mucipler ve sanatçılar, aslında birer tüketim sapığıydı. Edison, zengin olduğu için tüketim sapığı olmadı. Tüketim sapığı olduğu için buluşlarıyla zengin olmak zorunda kaldı. Mozart, kısacık ömründe yüzlerce besteyi niye yaptı?.. Tüketim sapığı olduğu için hep parasız kalıyordu da ondan!..

Dünya, bugün tüketim sapıkları sayesinde ayakta duruyor. Milyarlarca insan onlar sayesinde iş buluyor ve geçiniyor. Eğer sapıklar olmasaydı, otomotiv sanayii bile kurulamaz, siz hálá at arabasıyla sinemaya giderdiniz. Zaten sinema da olmazdı... Yine Karagöz seyrederdiniz.

*

Size tüketim sapıklığının keyfinden ve nimetlerinden biraz söz etmek istiyorum. Diyelim ki bekársınız ve sevgiliniz de yok. Kendinizi bir köşede unutulmuş bir tek çorap kadar yalnız hissediyorsunuz. Ama bir tüketim sapığı asla yalnızlık çekmez. Hemen lüks bir kuyumcu dükkánına koşuşturur.

‘‘Sizce uzun boylu sarışın bir hanıma nasıl bir kolye yakışır?’’

‘‘Şu, kenarları zümrüt işlemeli elmas kolyeyi tavsiye ederim beyim. İşçiliği harikadır. Elmaslar da Amsterdam'dan gelme...’’

‘‘Ama bunun zinciri cok uzun. Bizim hanımın incecik kuğu gibi boynu vardır.’’

‘‘Hiç dert etmeyin, derhal kısaltırız. Çıkardığımız beyaz altın zincirin parasını da fiyattan düşeriz. Ayrıca, işçilik masrafı da almayız.’’

‘‘Fiyatı nedir?’’

‘‘Size istediğiniz kolaylığı yaparız beyim. Önemli olan eşiniz hanfendinin beğenmesi...’’

‘‘Peki, bundan iki tane var mı?’’

‘‘Aynısı yok ama benzeri var. Yalnız onun işlemesi turkuaz taşından.’’

‘‘Bu yüzden kavga etmezler değil mi?’’

‘‘Kimler?’’

‘‘Bizim hanımlar... Benim iki tane karım var da.’’

‘‘Niye etsinler efendim, beraber gezmeyecekleri için, değiştirerek takarlar. Görenler de 'Amanın, bu hanımların ne çok mücevheri varmış!' derler.’’

‘‘Aferin, bu aklı beğendim. Ama bana bir de pırlantalı bilezik gerekli.’’

‘‘O kimin için olacak efendim?’’

‘‘Metresim için!..’’

Paranız varsa mücevherleri alıp çıkarsınız. Sizde bu bilezik ve kolyeler oldukça elbet takacak bir bilek veya boyun bulursunuz. Paranız yoksa kaldırım kenarında çiçek satan şirin bir Roman kadınına gidip,

‘‘Sevgiliniz için yap bakalım sarı güllerden bir buket.’’ dersiniz. Sonra o buketi yolda görüp gönlünüzün çektiği bir hanımın eline tutuşturursunuz. Sonra da evinize dönüp çiçek verdiğiniz kızla ilgili hayaller kurar, yalnızlık çekmezsiniz. Çünkü, o da o sırada kendisine durup dururken çiçek veren tanımadığı o garip adamı düşünüyor olacaktır.

*

Tüketim sapıklığının birinci kuralı, alıp atmaktır. Satın aldıklarınızın içinde işinize yarayan öteberi olursa biraz kullanıp sonra atarsınız. Zaten kullanmak değil, satın almak güzeldir. Ama içini atıp dışını saklayın. Evde üç dolap dolusu poşet ve kutum var. Onları arada bir çıkarıp bakıyorum. Bir zamanlar satın aldığım öteberiyle böylece hasret gideriyorum.

İşinize yaramayanların içinde atamadıklarınız olursa onları eşinize dostunuza armağan edin. Herkes sizi çok sever,

‘‘Aman ne düşünceli ve zarif bir adam’’ der. Yalnız, kutuyu veya paketi açıp kime ne hediye ettiğinize mutlaka bakın. Böylece benim gibi erkek arkadaşlarınıza külotlu çorap veya kadın parfümü, hanım tanıdıklarınıza da elektrikli tıraş makinesi hediye edip onları küstürmemiş olursunuz.

*

Kendinizi zayıf ve ezik hissettiğiniz bir gün, küçük bir dükkána girin. Dükkán sahibine herhangi bir şeyin fiyatını sorun. Sonra da cebinizden çıkardığınız paraları saymaya başlayıp,

‘‘Bu fiyatın ancak yarısını verebilirim’’ deyin. Adamın gözlerini belertip paracıklarınıza bakarak diller dökmesine ve yeminler etmesine aldırmayın. Katı pazarlık edin. Sonunda, nasıl olsa en az yüzde 20 eksiğine malını satmaya razı olacaktır. Bu işi 2-3 dükkánda daha yineleyin. Satın aldıklarınızla muzaffer bir kumandan gibi evinize dönerken içinizi bir zafer coşkusunun sıcaklığı kaplayacak, hatta boyunuzu bile daha uzamış hissedeceksiniz.

*

Para sıkıntısına düşmekten hiç endişe etmeyin. İndirimli satış yapan mağazaları kollayın. Diyelim ki asıl fiyatı 5 milyon olan bir malı 3 milyona aldınız. Bir kalemde kárınız 2 milyon olur. Aynı maldan 10 tane alırsanız, 20 milyon kazandınız demektir. Artık o 20 milyonla gidip gönlünüzün çektiği başka bir malı satın alabilirsiniz.

Ben geçen ay bu yöntemle tam 90 milyon lira biriktirdim. Bu ay da biraz biriktirip evde binmek için üç tekerlekli kırmızı bir bisiklet almak istiyorum.

*

Önünden her gün geçtiğim mağaza vitrininin bir köşesinde bir yıldır dünyanın en çirkin vazosu duruyordu. Vazo gerçekten de çok çirkindi. Üstü ne kuşu olduğu belli olmayan kuş resimleriyle süslenmişti. Hatta, kuştan çok kanatlı istavrite benziyorlardı. Üstelik vazo da eğriydi. Üstündeki tozdan renkleri soluk görünüyordu. Demek ki 1 yıldır kimse satın almadığı gibi, eline alıp bakan da olmamıştı. Onca çanak çömlek arasında dükkáncı da vazoyu unutup gitmişti anlaşılan. Vazonun terk edilmiş mahsun hali içime dokunmaya başladı. Hatta, giderek içime dert oldu. Rüyalarıma bile girmeye başladı. Bu aybaşı maaşımı alır almaz bir koşu dükkána gittim. Yolda,

‘‘İster misin vazom satılmış olsun!..’’ diye korkuya bile kapıldım. Şükürler olsun vazom yerinde duruyordu. Üstüne üstlük pahalıydı da meret!.. Sıkı bir pazarlıktan sonra vazomu alıp eve geldim. Tozlarını silmek için ovalarken vazonun içinden bir cin çıktı.

‘‘Dile benden ne dilersin?’’ dedi. Ben de ona,

‘‘Eve koydukları hacizi kaldırt! Kredi kartı borçlarımla taksitlerimi öde, bana yeter.’’ dedim.

Biliyorum bana yine inanmadınız. Ama insan emeğiyle yapılmış her eşyanın içinde bir cin vardır. Yalnız, o cini ancak bir tüketim sapığının romantik gözleri görebilir.

Yazarın Tüm Yazıları