Paylaş
Zafer, bizim gazetedeki barın en tenha köşesine oturmuş hem içiyor, hem ağlıyordu. Arada bir dikine kesilmiş bir salatalık dilimini dudakları arasına yerleştirip çakmağıyla yakmaya çalışıyordu. Sonra da bazen masayı bazen göğsünü yumrukluyordu. Ama Zafer'in bu halleriyle kimsenin ilgilendiği yoktu. Enis'e,
‘‘Anlaşılan oğlanın derdi büyük’’ dedim.
‘‘Evet, genellikle büyük dertleri vardır.’’
‘‘Gidip biraz ilgilenelim. Çocuğun hali içime dokundu.’’
Enis koruyucu bir şefkátle elini koluma koydu.
‘‘Bulaşmasan iyi olur ağabey’’ dedi. Zafer'le uzaktan bir merhabamız vardı. Onu daha çok arada bir yazdığı yazılardan tanırdım. Ama ben biraz eski kafalı meyhaneciyimdir. İnsan bir dostunun derdini dinlemeyecek olduktan sonra meyhaneye, bara niye gitsin ki? Meyhaneler dert paylaşmak için icat olunmuştur. Bardağımı alıp Zafer'in masasına gittim.
‘‘Aldırma be Zafer'ciğim, bu da geçer.’’
‘‘Bu kattiyen geçmez!.. Bu dert beni de götürür. Zaten benimkine yaşamak mı denir artık?’’
Zafer konuşacak birini bulunca, kendini büsbütün koyvermişti. Şimdi sadece göğsünü değil kafasını da patpatlıyor, salya sümük ağlıyordu.
‘‘Dur yahu biraz toparlan, Mevlam dert verirse çaresini de verir.’’
‘‘Bunun tek çaresi çekip herifi vurmak!..’’
‘‘Hangi herifi?’’
‘‘Ayşe'nin babasını... Kızı vermiyor ağabeyciğim.’’
‘‘Aslan gibi delikanlısın. Fiyakalı da bir işin var... Ne halt etmeye vermiyormuş?’’
‘‘Herif DYP'den milletvekili adayı... DYP'liler Hürriyet'te çalışana kız vermezlermiş. Acaba gazeteden istifa etsem mi?’’
Oğlanın hali, hem komik hem acıklıydı. Yüreğim burkuldu. Ağzım çok yandığı için bu sevda işlerine bulaşmamaya yeminliydim. Ama içtiğim üç duble votkanın da etkisiyle babalanıverdim.
‘‘Dertlenme be Zafer'ciğim, kızı alırız. Ya ister alırız ya basar alırız!.. Bugüne dek görücüye gittiğim hiçbir kız babası bana hayır diyemedi. En fazla herife Mesut Yılmaz'ı kötüleyen üç karikatürü rüşvet diye verir, kızı yine alırız!..’’
Zafer'in hıçkırıkları durdu, gözleri parladı ve bardağını dipledi.
‘‘Fikreet!.. Bize birer içki daha getir.’’ diye seslendi. Sonra Fikret'in getirdiği rakıya bakıp,
‘‘Bu gece rakı beni kesmedi. Sen, en iyisi bana buzsuz bir viski getir.’’ dedi. Ayşe'nin babasından randevuyu benim almamı kararlaştırdık. Seçim arefesinde adamın beni reddedeceğini sanmıyorduk. Zafer, tekrar barmen Fikret'i çağırdı,
‘‘Rakının üstüne viski içilir mi yahu?.. Adamın midesi ne olur sonra!.. Sen bunu al da bana yine rakı getir’’ dedi.
*
Giyinirken kendime küfürler yağdırıyordum. Eskilere yeni göbeğimi sığdıramadığım için kız isteme uğruna yeni bir takım elbise almak zorunda kalmıştım ve deve yüküyle para vermiştim. Onca acıklı deneyimime rağmen elalemin işine burnumu sokmadan duramıyordum demek ki...
‘‘Ben, benim burnuma....’’ diye burnuma döşenirken bir yandan da Portakal'ı arıyordum. Alçak kedi lazım olduğu zaman ortalıkta nedense görünmez.
Zafer arabasıyla gelip beni aldı.
‘‘Nasılım ağabey, yeni elbisem nasıl ama?’’
‘‘Fıstık gibisin. Lacivertler de pek yakışmış. Senin gibi delikanlıya kız vermeyecek adamın alnını karışlarım.’’
‘‘Bakara gülleri de aldım. Divan'dan koca bir kutu çikolata da yaptırdım.’’
‘‘Üzülme, aşk adama daha fena şeyler de yaptırır.’’
‘‘Acaba gül yerine Gerbera alsak daha mı iyiydi?’’
‘‘Yok yok, gül iyidir.’’
‘‘Yoksa dönüp bir karanfil sepeti mi yaptırsak?’’
‘‘Yürü be, geç kalıyoruz. Adamdan saat 9 için randevu aldımdı.’’
Ben Etiler'e doğru gideceğimizi sanıyordum. Ama Zafer, Şişli'nin arka sokaklarındaki bir apartmanın önünde arabayı park etti.
‘‘Beni 5 dakikacık bekle, hemen geleceğim ağabey.’’
Ben dur tut diyene kadar Zafer bir apartmandan içeriye daldı. Zafer'in 5 dakikası 25 dakika oldu. Sonunda herif apartmandan çıkıp arabaya binmek lütfunda bulundu.
‘‘Kusura bakma ağabey, o kılıkta kız istemeye gidemezdim.’’
‘‘Kılığında ne vardı ki?’’
‘‘Hıyarlık edip kasaba politikacıları gibi lacivert elbise giymiştim. Lacivertli bir herif gelip kızını istese sen verir miydin?’’
Zafer gerçekten lacivertlerini çıkarıp koyu gri bir elbise giymişti. Bordo renkli kravatını değiştirmiş, yerine mavili-yeşilli bir kravat takmıştı.
‘‘Ben olsam, lacivertliyi değil ama 9'da randevu alıp 9.30'da gelen herifi evime bile sokmazdım.’’
Zafer,
‘‘En iyisi açık bir çiçekçi bulup orkide almak.’’ dedi. Ama o orkidenin sapını neresine ne yapacağımı duyunca bu fikrinden hemen vazgeçti. Sözümde duramadığım ve randevu saatinden geç gittiğim için içim içimi yiyor, kendimi Ayşe'nin babasına karşı rezil olmuş hissediyordum. Siz benim zart zurtuma yüz vermeyin. Ben, aslında çok mahçup bir adamımdır. Mahçup duruma düşmemek için sözleştiğim yere en az yarım saat önce gider, randevu vaktine kadar etrafta dolanıp vakit geçiririm.
‘‘Sen ne halt etmeye bu yola girdin. Etiler yolu burası değil.’’
‘‘Etiler'e niye gidelim ki ağabey?’’
‘‘Fesuphanallah!.. Yahu, Ayşe'ler Etiler'de oturuyor diyen sen değil miydin?’’
‘‘Eveet.’’
‘‘Öyleyse niye Taksim'e doğru gidiyoruz?’’
‘‘Çünkü, biz Ayşe'lere gitmiyoruz ki!’’
‘‘Ya nereye gidiyoruz?’’
‘‘Biz Cavidan'lara gidiyoruz. Cavidan'ı babasından Allah'ın emriyle isteyeceğiz. Yoksa ben sana söylememiş miydim?’’
Bilen bilir ben, en haskan İngiliz'e beş çekecek kadar soğukkanlı bir adamımdır. Ama Zafer'i gırtlağı sıkılmak suretiyle boğulmaktan kurtaran direksiyon başında bulunması ve arabanın en az 80 kilometre hızla gidiyor olmasıydı.
‘‘Ulan, Cavidan da nereden çıktı?’’
‘‘Cavidan Ayşe'den önce zaten vardı ağabeyciğim. Ben Ayşe'ye aşık olunca Cavidan'ın kıymetini anladım.’’
*
Cavidan'ın babası dünya tatlısı bir adamdı. Zaten bizim Zafer'i de tanıyordu. Sözü dağdan bayırdan aşırmadan,
‘‘Kızı verdim gitti... Siz gazeteci milletinin fiyakası bol ama parası kıttır. Düğün dernek de istemem, kızıma iyi bak yeter.’’ dedi. Cavidan çıtı pıtı güzel ve akıllı bir kızdı. Babasından da tatlıydı. Bizim Zafer'e üniversite yıllarından beri yanıkmış be. Herifi yıllarca gık demeden beklemişmiş meğer. Oldukça varlıklı bir aileydiler. Gümüşsuyu'ndaki apartmanın bütünü kendilerindi. 250 metrekarelik bir katını zaten Cavidan'a ayırmışlarmış ve kiraya vermemişlermiş. Zafer,
‘‘Balayında Floransa'ya gideriz.’’ deyince Cavidan mutlulukla cıvıldadı.
‘‘Ah, çok sevinirim... Dünyanın sanat merkezi!.. Botiçelli'nin resimlerini dünya gözüyle görürüz... Hem sen İtalyan yemeklerini de çok seversin.’’
‘‘Ama Apo olayından sonra İtalya'ya gitmemiz yakışık almaz. Paris'e gidelim daha iyi.’’
‘‘Paris'e de bayılırım. Seninle Kafe de Bar'da bir kahve içip Sen Nehri'ni ve Notr Dam kilisesini seyretmek ne büyük mutluluk olur Zafer!..’’
‘‘Fakat bu mevsimde Paris yağmurludur. En iyisi Madrid...’’
‘‘Sen ne bulunmaz bir adamsın Zafer!.. Madrid kavlarında elele flemenko dinleyip Pasedoble dansı seyretmek ancak senin aklına gelir sevgilim!..’’
‘‘Biz, ne batı budalası insanlarız!.. Cennet vatanımızın Bodrum ve Antalya gibi cennet köşeleri dururken balayımız için gavurlara niye avuç dolusu para verelim?’’
‘‘Vermeyelim sevgilim. Zaten bizim Bodrum'da deniz kıyısında havuzlu bir villamız var.’’
Daha fazla dayanamayıp araya girdim ve balayı muhabbetini kesip vakit geç oldu bahanesiyle Zafer'i ite kaka Cavidan'ların evinden çıkardım. Ama Zafer'in bu güzel geceyi bir iki kadehle kutlamak ısrarı yüzünden eve hemen dönmeyi beceremedim. Oysa Portakal gözümde tütüyordu.
Gittiğimiz barın tezgáhında ikinci dublemizi içerken Zafer homurdandı:
‘‘Sence Cavidan seçimi yanlış değil mi ağabey?’’
‘‘Niye be? Dostlar başına bir kız... Böylesi ancak sayısal lotodan çıkar.’’
‘‘Cavidan'la evlenirsem yaşamım şimdiden tayin edilmiş olur. Mutlu ve üç çocuk sahibi bir ev erkeği olarak ömrümü tamamlarım. Kişisel özgürlüğümü bu mutluluğa feda etmiş olacağım.’’
‘‘O zaman Ayşe'yle evlen.’’
‘‘Ayşe'yle beraberliğimiz altı ay sürmez. Hayatımıza sağ sol kavgası girecek!..’’
‘‘Ee, ne halt edeceksin?’’
‘‘Katya ile evleneceğim.’’
‘‘Katya da kim?’’
Zafer yanımdaki taburede deminden beri lafladığı sarışın kadının omuzuna kolunu sardı.
‘‘Katya ile şimdi tanıştık ama onu yıllardır beklediğimi hemen anladım. Katya, bir Rus balerini ve benim renksiz yaşantımın tek macerası!..’’
Önce Zafer'in sol gözünün üstüne bir yumruk vurmak istedim. Ama kendimi tutup daha kötüsünü yaptım.
‘‘AIDS'li olmadığından eminsin değil mi?’’
Zafer derin hesaplara, düşüncelere daldı ve,
‘‘Peki, Selma'ya ne dersin ağabey?’’ dedi.
Paylaş