Paylaş
Onda var, bende yok
Bu hafta, sizlere bir kadının öyküsünü anlatmak istiyorum. Üstelik, hayatımda hiç görmediğim bir kadının... Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen hatırladıkça hala sinirim oynar, sonra da beni bir gülme tutar.
O gazeteye girdiğim zaman Cahit, ilk sevdiğim kişilerden biri olmuştu. (Tabii, arkadaşımın adını değiştirdim, ama tanıyanlar şıp diye hatırlayacaktır) Sevimli gülüşü, uyumlu ve alçakgönüllü kişiliğiyle yalnız benim değil, herkesin sevdiği bir arkadaştı. İşi, ajans haberlerini tarayıp önemlilerini gazete diliyle yeniden yazmaktı. Haber içinde yaşadığı için bizim ayaklı kütüphanemiz gibiydi.
‘‘Cahit, Diyanet'ten Sorumlu Devlet Bakanı'nın adı neydi?’’
‘‘Cahit, benzine yüzde kaç zam geldi?’’
‘‘Cahit, Gönül Yazar halen evli mi yoksa yine boşandı mı?’’
gibi sorularımıza, hemen cevap verir bizi arşivde gazete karıştırmaktan kurtarırdı. 30'unu geçmesine rağmen evlenmemişti. Anacığıyla beraber Üsküdar'da eski ve küçük bir İstanbul evinde otururdu. Bizim sallapati giyinmemize karşın o her zaman temiz, ütülü ve kravatlı gezerdi. Anacığı ona bebek gibi bakardı. Ama benim gazeteye girdiğimin ikinci yılında Cahit, annesini kaybetti. Çok sarsılmasına rağmen belli etmemeye, güleçliğini korumaya çalıştı.
Ne olduysa, Cahit'i üzüntüsünü unutur diye ite kaka, hatta döve döve gönderdiğimiz yıllık izin sırasında oldu. Cahit gazeteye gözlerinin altında mor halkalarla döndü. Yazı yazarken birden duruyor, gözlerini karşısındaki duvara daldırıyor, söylenenleri duymuyordu. Gülücüklerine de hasret kalmıştık. Bir akşam işten sonra Cahit'i zorla bir meyhaneye götürüp sıkıştırdım. Önce hık mık etti, sonra da bir döküldü ki o suskun adam yarım saat noktasız virgülsüz konuştu. Cahit aşık olmuştu. Hem de çok fena aşık olmuştu. Sevdadan yanıp tutuşuyor, sabahlara dek gözüne uyku girmiyordu.
‘‘Bana bak, kaleme aldığın haberlerde Demirel yerine Menderes, Ecevit yerine futbolcu Lefter yazmaya başladın. Yazıişleri'nde farkına varmasalar, geçen günkü haberin gazetede 'Zeki Müren Milli Takım antrenörlüğüne getirildi' diye çıkacaktı. Bir an önce evlenmezsen, bu gidişle işten atılacaksın!..’’
*
Önce, aralarında çok yaş farkı varmış, gazetecilik sağlam meslek değilmiş diye babası kızı vermedi. Ama Cahit araya hatırlı kişiler sokup yalvar yakar kızı aldı. Zaten, kızın da Cahit'te gönlü varmış. Böylece Cahit eskisinden daha güleç biri oldu. Bir güldü mü yüzünde güller açıyordu.
*
Cahit, bir gün gazeteye kocaman bir televizyon ambalajıyla geldi.
‘‘Yahu, evlenirken sen yeni bir televizyon almamış mıydın?’’
‘‘Almıştım ama o 57 ekranmış. Perihan'lar 60 ekran televizyon alınca, biz de 67 ekran almak zorunda kaldık.’’
‘‘Perihan da kim?’’
‘‘Benim hanımın çocukluktan beri arkadaşı... Yedikleri içtikleri ayrı gitmiyor. Aynı sokakta oturuyoruz. O da yeni evlendi, her gece beraberiz.’’
Bir gün benden borç isteyince şaşaladım. Çünkü Cahit, sigara ve içki dahil masrafsız bir hayat sürerdi. Ay sonunda çoğumuza borç bile verirdi. Üstelik, istediği para da az buz değildi. Benim boyumu aşardı. Avans istemesini önerdim.
‘‘Gazeteye o kadar borçlandım ki, artık bir kuruş bile vermezler.’’
‘‘Bu kadar parayı ne yapacaksın?’’
‘‘Araba alacağım.’’
‘‘Yahu, senin araban daha yeni.’’
‘‘Yeni ama Murat marka... Perihan'lar bir Avrupa Volkswagen aldı. Ben, şimdi bir Opel almak zorundayım.’’
‘‘Allah Allah!.. Niye zorundasın?’’
‘‘Almazsam aile saadetim mahvolur. Tülin, şimdiden 'Perihan Volkswagen'de gezerken ben yerli arabalarda sürünüyorum!..' diye söylenmeye başladı.’’
‘‘Ne olmuş yani, bir iki söylenir susar. Durduk yerde bunca borca girilir mi?’’
‘‘Susmuyor abi, sonra ağlama faslı başlıyor. Sonra da hastalanıp yataklara düşüyor. Benim de yüreğim parçalanıyor. Canımdan çok sevdiğim karıma beceriksizliğim yüzünden bunca acıyı çektirdiğim için kahroluyorum!..’’
*
Cahit, anasından kalan evi müteahhite kat karşılığı verdi. Katlarını da inşaattan önce üçotuz paraya satıp, Perihan'ların oturduğu apartmanın bir dairesine kiracı olarak taşındı. Ama Opel marka arabayı da aldı. Ardından da Cahit'te birtakım tuhaflıklar başladı. Hep kısacık kestirdiği saçlarını uzatıp tepesine topladı. Yandaki saçlarını manda yalamış gibi tarayıp tepedekileri ondüle yaptırıp kabarttı. Yeni saç modeli yüzünden üst üste konmuş iki adet kafası varmış gibi görünüyordu. Allah'ın yaz gününde bile tabanı üç santim kalınlığında yüksek topuklu pabuçlar giymeye başladı. Filmlerdeki mafya babaları gibi parmak kalınlığında düz çizgili elbiseler içinde dolaşıyordu. Bir gün, Cahit'e bakıp gülmemi saklamaya çalışırken,
‘‘Haklısın abi, çok komik göründüğümü biliyorum. Ama böyle dolaşmak zorundayım artık!..’’
Meğer Perihan'ın kocası Cahit'ten uzunmuş. Karısı Tülin de kocasının Perihan'ınkinden kısa olmasına dayanamayıp ağlaya ağlaya yataklara düşmüş.
*
Bir akşam üstü, elinde bir ajans haberiyle bir koşu odama geldi.
‘‘Çok rica etsem şu haberi rirayt yapıp dizgiye gönderir misin abicim. Dil kursuna geç kaldım!..’’
‘‘Sen ajansları okuyacak kadar İngilizce biliyorsun. Neyin kursuymuş bu?’’
‘‘Almanca'nın kursu... İngilizce'yi Perihan'ın kocası da biliyor. Bizimki, eğer Almanca'yı üç ayda söktüremezsem....’’
‘‘Tamam, tamam anlaşıldı... Ver bakayım şu haberi.’’
Cahit, ‘‘İh kome... Du komst... Er komt...’’ diye Almanca fiil çekerek gitti.
*
Ama hepimizi şaşırtan, Cahit'in yağcılığa başlaması oldu. Yazıişleri müdürüne, ‘‘Bugün yaptığın sayfa basın tarihine geçecek abii!.. Hele, 'Dolar oldu 40 lira!.. Artık ucuzluk ara!..' diye attığın manşet atasözü olup halkın dilinden düşmeyecek!’’ gibisinden iltifatlar yağdırıyor, ‘‘Doğum gününüz kutlu olsun’’ diye, her ay armağanlar götürüyordu. İç sayfalardaki hataların listesini de tutmaya, sayfa sekreterlerini kollayıp yazıişleri müdürünün yanında eleştirmeye de başladı. Arkadaşlar Cahit'ten nefret etti ama o, sonunda şehir haberleri sayfasının sekreteri oldu. Artık bir sayfa sekreteri olarak patronun da yanına çıkabiliyordu. Eline bir fotoğraf ya da bir yazı alıyor, patronun odasına gidip en az yarım saat kalıyordu. Derken, dosyalar ve sayfa maketleriyle gidip gelmeye başladı. Gazetenin tiraj kaybettiği bir sırada da yazıişleri müdürlüğüne getirildi. Cahit'in müthiş buluşu sayesinde tiraj üçe katlandı. Gazete, 90 kupon karşılığı herkese bir evlik arsayı bedava veriyordu. Ama arsaların kuş uçmaz bir dağbaşında ve metrekaresinin 1 lira oluşu kimseyi ilgilendirmiyordu. Bedava arsa, Nişantaşı'ndaki apartmandan tatlıydı. Tabii 90 kupon tamamlanana kadar gazete, fiyatına 4 kere zam yaptı.
Artık gazetede Cahit'in iki çift laf edecek dostu kalmamıştı. Herkes, vebadan kaçar gibi Cahit'ten kaçıyordu. Gazete basıldıktan sonra bir gece, yarı sarhoş odama geldi.
‘‘Ne halt edebilirdim ki, Perihan'ın kocası çalıştığı bankanın müdürü olmuştu!..’’
dedi.
‘‘Boşver, aşk insana her şey yaptırır!..’’
‘‘Yaptırır abi, yazıişleri müdürü bile oldurur!..’’
‘‘Karın, Perihan'a fark attığı için mutludur herhalde. Artık, ağlayıp hastalanmıyordur.’’
‘‘Bilmem...’’
‘‘Bilmem de ne demek?’’
‘‘Bilmem, çünkü bir aydır eve uğramıyorum. Şeyda Şener'in evinde kalıyorum. Deliler gibi sevişiyoruz!.. Belki, evleniriz bile!..’’
Gerçekten şaşırmıştım. Şeyda Şener o yılların en güzel ve en ünlü assolistiydi.
‘‘Yahu, sen karına kör kütük aşık değil miydin? Bu Şeyda işi de nereden çıktı?’’
‘‘Karım Tülin'den çıktı. Bir gece eve gidince Tülin'i yine kahırlar içinde buldum. Perihan'ın kocası zamparalığa başlamışmış. Gazinolarda üvertüre çıkan bir kızı metres tutmuşmuş!..’’
Daha sonra, ben o gazeteden ayrıldım. Zaten, gazete de kapandı. Yıllar sonra, Cahit'in özel bir okulda Almanca dersi verdiğini duydum. Karısından ayrılıp Perihan'la da evlenmiş.
Paylaş