Ofoooff!.. Tarifsiz kederler içindeyim. Gecenin bir yarısı ahlar, oflar içinde televizyonda seçim sonuçlarını izlemekteyim. Tayyip, gümbür gümbür ya da paldır küldür geliyor.
‘‘Doğurabildiğiniz kadar doğurun. Siz bakamazsanız ben bakarım!’’ diye fetva üfürüp de kendi çocuklarının okul parasını bile başkasından alan, şiir okuyan adamın milyonlarca aç bilaç çocuğa nasıl bakacağını düşünüyorum. İçimi karalar basıyor. Şeytan diyor ki, sokaklardan topla birkaç bin sokak çocuğu, dayan Tayyip Bey'in kapısına...
‘‘Haydi bakmaya bunlardan başla. Artık gözlükle mi bakarsın, dürbünle mi bakarsın paşa gönlün bilir. Ekmek paralarını veremezsen hiç olmazsa tiner paralarını ver’’ deyiver.
Ofoff!.. Gayet efkárlıyım açmasın güller.
Hele hele,
‘‘Gim geliise gelsin, emme guvvetli bir igdidar ossun!’’ diye televizyonlarda şakıyan Sabancı tipi işadamlarının, trilyonluk ihaleleri Müsiad'lı dinle-ticaret kokteyli yapan işadamlarına kaptırınca salya-sümük nasıl feryat edeceklerini düşünüp kahırla mutfağın yolunu tuttum. (Üff yahu, amma uzun cümle oldu. Tam 36 sözcük!..) Buzdolabının kapağını açıp 6 ay önceden kalmış yarım şişe rakıya iç çekerek baktım. Ama efkárım rakı içirtecek kadar koyu bir efkár değildi. Muhalefetteyken zort zort öten partilerin iktidara gelince dillerinin kulaklarına nasıl kaçtığını çok görmüştüm. Hatta tek ayak üstünde 40 yalan üfüren Amerikalı iş kadını Çiller'in efkárını düşününce keyiflendim bile. Tekrar televizyona döndüm. Hay dönmez olaydım. Dedemin ve babamın partisi olan CHP yine tarihi bir fırsat kaçırmıştı. Bu barajlı, garajlı, avantalı seçimde batan geminin mallarından ancak 180 milletvekilliğini kapabilmişti. 1983 seçimlerinde kimsenin tanımadığı, kendi halinde bir devlet memuru olan Necdet Calp bile sol adına yüzde 35 oy almıştı. Yani şimdi AKP'yi tek başına iktidar yapan oy sayısı kadar... Hem de Turgut Özal'a karşı... Yıllardır Halk Partisi niye sürüm sürüm sürünmekteydi? İlk nedeni, partinin miskin ve halktan kopuk memurin yapısıydı. Birbirlerinin gırtlağını sıkıp amip misali bölünmek için sarfettikleri enerjinin yarısını halkla bütünleşmek için sarfedebilseler şimdi iktidardaydılar. Parti belki de hak ettiğinden fazlasını almıştı. Deniz Baykal'a rağmen meclise girebilmişti. Baykal başarısızlığın simgesiydi. Solun genel başkanlığına hababam soyundu durdu. Ama Ecevit'ten de Erdal İnönü'den de şaplak yedi. Gitti kendi partisini kurup seçimlere girdi. Yüzde iki oy alabildi. Murat Karayalçın'ın bitik halinde solun başına geçebildi. Halk Partisi'ni tarihinde ilk kez meclis dışında bırakmayı becerdi. Sonra, bir afur ve tafurla,
‘‘Politikayı bıraktım, evime gidiyorum’’ dedi. Adam, evine gidince ne yapar? Kitap okur, bahçe sular, hanımıyla iki çift laf eder değil mi? Değil işte... Tam Halk Partisi derlenip toparlanacakken uzaktan kumandayla kendine yer açıp ‘‘Partim ve halkım beni çağırıyor!’’ naraları atarak Halk Partisi'nin tepesine yine hopladı.
Deniz Baykal'a baktıkça hep eski müzikli, danslı Amerikan filmlerini anımsarım nedense... Gözümde Baykal, hoplayıp, zıplayıp Fred Aster gibi dans ediyor... Bing Krosbi gibi gönül tellerine dokunan şarkılar söylüyor... Politikacı olacağına yerli film jönü olsaydı hem sol, hem de kendi daha mutlu olurdu. Gel de efkárlanma...
O efkárla yine buzdolabına yollandım. Yarım şişe rakının kapağını açtım. Halk Partisi, dedemin ve babamın partisiydi, ama benim partim değildi ki... Öyleyse bu efkár niye? Rakının kapağını kapatıp tekrar yerine koydum. Ben bu rakıyı içeceğim! İçeceğim ama bana güçlü kuvvetli bir efkár gerek. Şöyle ciğerim yanmalı, of çekince ağzımdan Aşık Kerem misali alevler fışkırmalı...
Derhal açlık sınırının altındaki halkımın perişan hallerini düşündüm. Üstelik düşünmekle de kalmayıp gövdesinin tozunu silerek bağlamayı elime aldım.
‘‘Pencereden kuş uçtu... Yandı yürek tutuştu.’’
‘‘A istanbul sen bir han mısın? Varan yiğitleri yutan hep sen misin?’’
‘‘Nettin Kızılırmak allı gelini? Dalga vurdu göremedim boyunu...’’
‘‘Şu kanlı zalimin ettiği işler... Garip bülbül gibi zareler beni...’’
‘‘İskilip üstünde bir kara bulut... Ana ben gidiyom sen beni unut...’’
‘‘Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm...’’ gibisinden hicranı bol türküleri yanık yanık çığırmaya başladım. Aklım rakı şişesinde, halkımın çilesi yüreğimde hem çalıyorum, hem söylüyorum hem de ağlıyorum. Kederim tam kıvamına gelince dolabı açıp şişeyi çıkardım. Bu çileli halk uğruna içmeyip de ne halt edeceksin?
Tam rakıyı bardağa boşaltıyordum ki, kara kaderli halkımın kaçak yaptığı gecekonduları eciş bücüş apartmanlara çevirip benim ömür boyu çalışa, didine kazanacağım parayı çalışmadan üç-beş yılda kazanıverdiği, kentleri mezbeleye çevirdiği, bisiklete binmesini bilmeden araba kullanıp yılda 15 bin kişiyi telef ettiği, 15 çocuk doğurup sokağa salıverdiği ve hırsız, kapkaççı, tinerci, telekız sayısında patlama yaptığı, vatandaş olmayı reddedip aşiret ağasının kulu olmayı yeğlediği filan aklıma geliverdi. Hele Jet Fadıl'ı bile milletvekili seçtiğini de anımsayınca efkárım geri kaçtı. Şişeyi yerine koydum. Ben içeceğim ama yeterince efkárlanmadan nasıl içeceğim?
Allah'tan imdadıma Fener-Galatasaray maçı yetişti. Amanın, Türkiye'de liglerin, Avrupa'da kupaların canavarı, milli medarı iftiharımız Nobel ödüllü Fatih Terim'in takımı sigara külü gibi dökülüyor. Gelen vuruyor, gol oluyor... Giden vuruyor gol oluyor. Her golde içim titriyor, yüreğimi kahır basıyor. Koca Cimbom çoluk çocuğun deneme tahtası olmuş. Diyarbakır'a, Kocaeli'ne bile gol atamayanlar ilk gollerini Galatasaray'a atıyorlar. Bir ara gözüm kaleci Rüştü'ye takılıyor. Kendi ceza sahasının dışına çıkıp duruyor. ‘‘Gidip bir tane de ben atsam mı acaba?’’ diye düşünüyor olmalı. Altıncı golden sonra dayanamayıp fırladım. Dooğru rakı şişesine... Galatasaray 6 tane yemiş, kederden içilmez de ne yapılır?
Şişeyi boşaltacakken ne yazık ki Galatasaraylı olmadığım aklıma geldi. Üstelik ülkemizin en birinciye meselesi futboldan da pek hoşlanmıyorum. Keçi boynuzu çiğnemek gibi bir iş... Bir gol için bir alay itiş kakış seyredip durmak benim gibi tezcanlı adam işi değil.,,
‘‘Ah be, Fenerli olmak varmış... Şimdi keyiften amma içilirdi’’ diye homurdanırken zınk edip durdum. Tabii yahu, rakı keyiften içilir. Yalvar yakar olup kapıcı Yusuf'a kaloriferi yaktırmışım. Erman Toroğlu'na hazırladığım kız gibi mezeler dolapta durup duruyor. Ötemi berimi yokladım fazla bir ağrım sızım yok. Elim ayağım tutuyor ve bu yaşta hálá bir işe yarıyorum. Ben keyiflenmeyeyim de kim keyiflensin? Üstelik yarın Ramazan. Zaten ben 6 aydır rakı orucu tutmakta değil miyim? Yüce Mevlam bütün günahlarımı affetmiştir. Hatta, yeni günahlara yer bile açılmıştır.
En kristal kadehimi çıkarıp şırıl şırıl doldurdum. Sonra rakıyı sulu içtiğimi anımsayıp yarısını şişeye geri döktüm.
Kıssadan hisse: Rakı, kederden değil keyiften içilir.