Bu dibi yere yapışık alçacık koltukları icat edenin başına koltuk kadar taş düşsün.
Ben boyda biri üstüne oturmak gafletinde bulununca dizleri kulaklarına değiyor. Yani alaturka helada çökmüş pozisyonuna giriyor. Kalkabilmek için adamda Hasan Şaş'ın bacak gücü olması gerekir. Hele benim gibi bacakları gençken bile kürdan misali ince 90 kiloluk biri için hırp diye ayağa dikilmenin mümkünü yok.
Biraz denizi seyran edeyim diye pencerenin önüne çökmüştüm. Issız bir adaya ekmeksiz susuz düşmüş gibi koltukta mahpus kaldım. ‘‘Eliif, gel beni bu cenabetten kurtar!’’ diye feryat ettimse de Elif, elektrik süpürgesiyle halılara girişmiş olduğundan ve aynı zamanda çamaşır makinesi çalıştığından ve de karpuzcu apartmanın önüne park edip hoparlör gücüyle karpuz satmaya çabaladığından bu patırtı avasında feryatlarım hallaç tosuruğu gibi güme gitti. Mahpus damında açlık susuzluk neyse ne de sigarasızlık dayanılmaz bir bela... Masamın üstüne kırıtarak duran sigara paketimle uzun süre bakıştık. Madem yukarı kalkamıyorum ben de aşağı inerim deyip kendimi koltuktan yere bıraktım. Emekleyerek masaya kadar gittim. Allah'tan elim kolum tutuyor. Masanın kenarına tutunup kendimi yukarı çektim. Ayağa dikilince ‘‘Kız şıllık, ben koltukta inilerken adam merhamete gelir, kalkıp gelip bir sigara ikram eder. Seni içmiyorum işte kalleş!’’ deyip masadaki sigara paketine posta koydum. Mutfağa gidip kendime yeni bir paket açtım. Sonra en çiçekli böcekli sarılı morlu gömleğimi giyip ensemde uzayan saçlarımı bir lastikle tutturup kendime at kuyruğu yaptım. Benim at kuyruğu biraz diş fırçasına benzedi ama neyse...
Bu saç konusu bende bir hicran yarasıdır. Yaşlanayım da saçlarım yanlardan beyazlansın, kıranta film artistlerine benzeyeyim diye yıllarca hasretle bekledim. Ama yandan değil tepeden beyazlandı. Üstelik saç beyazı değil et beyazı...
Sonra da bastonuma atlayıp dıgıdık dıgıdık oyuncakçının yolunu tuttum.
*
Bizim Mecidiyeköy'de bir oyuncak mağazası var. İçinde yok yok. Elektrikli trenler, konuşan bebekler, havlayan Japon köpekleri, cikleyen robot kuşlar, bebekler, toplar... Bu robot itler tam Bekir Coşkun'luk. Yemek, su istemiyor. Oraya buraya kakasını çişini yapıp ortalığı kokutmuyor. Terlik, perde altı filan paralamıyor. Sadece hoplayıp havlıyor. Sahici kuşum olduğu için bir robot köpek aldım. Beni yol hasieti bastığı için bir de oyuncak tren aldım. Oyuncak deyip geçmeyin makaslı rayları, lokomotifi, açık kapalı vagonları, ışıkları her şeyi bir tamam. İstasyon binası bile var. Sığabilsem içine binip gezeceğim. Çocuk parkında arkadaşlarla kolasına maç yaparken çektiğim şut karşıdaki apartmanın camını kırmıştı. Camı ödememe rağmen kadın öfkelenip topumuzu geri vermemişti. Arkadaşlarım da beni yine oynatsınlar diye onlara kocaman bir futbol topu aldım. Yüzüme tuhaf tuhaf bakan satıcı kıza,
‘‘Torunlarım çok sevinecek’’ dedimse de pek inandığını sanmıyorum. Çünkü alışverişten önce dükkandaki oyuncaklarla yarım saat kadar oynamıştım.
Mecidiyeköy hep kalabalıktır, insanlar yolda itiş kakış zor yürür. Dönüşte göbeğine kadar açık tişört giymiş bıngıl bir kız,
‘‘Ne o birşey mi düşürdün beybaba?’’ diye sordu.
‘‘Galiba gözlüğümü düşürdüm.’’
‘‘Gözlüğünü herhalde göğüslerimin arasına düşürdün ki orada aranıyorsun. Burnunu memelerimin arasından çek!’’
‘‘Hay Allah, ben de bu güzel koku nereden geliyor diyordum. Gözlüksüz ben burnumun ucunu bile göremem ki oğlum.’’
‘‘Sen bu numaraları gel de nineme yap. Gözlüğün gözünde bunak moruk!..’’
Bizim sokağa sapınca kasabın önünde durup elimdekileri götürüp evin kapısına bırakması için çırağa verdim. Ben de kasabın karşısındaki gazete bayiinin asılı dergilerini karıştırmaya başladım. Bol memeli, bol kalçalı dergileri iyice tetkik ettikten sonra bir bilim dergisiyle bir tarih dergisi alıp eve döndüm.
*
Odamda trenimle tam Paris'ten kalkmış Manş Tüneli'ni geçip Londra Viktorya İstasyonu'na doğru yol alırken basıldım. Hanım kaşlarını çatmış kapıda duruyordu.
‘‘Ele güne rezil olduğum için artık sokağa çıkamıyorum. Yetmişine geliyorsun, artık yaşına uygun davransana!..’’
‘‘Yine ne yapmışım ki?’’
‘‘Hangi birini sayayım?.. Bitişikteki Osman Beyler'in bahçesinden erik çalarken ağaçtan düşüp başını yarmanı mı? Ağzından fırlayan protez dişlerini gecenin köründe bahçede saatlerce aramamızı mı? Yoksa, iki arkadaşım misafirliğe gelince bir koşu tam ortalarına oturup gözlerini bacaklarına dikmeni mi? Hele anlattığın belden aşağı fıkralar tam bir rezillik!.. Senin yüzünden artık kimseleri çağıramıyorum. Kafelerde buluşup görüşebiliyoruz. Eve bir kız arkadaşını çağırmaya korktuğu için oğlun da senden şikayetçi!..’’
‘‘Arkadaşlarına ne yapabilirim yahu? Onun odası ayrı.’’
‘‘Çocuklar tam iki çift laf edecekken odaya dalıp oğlanla zorla güreş tutuşmana ne demeli? Üstelik güreşirken naralar atıp, küfürler ediyorsun.’’
‘‘Ama herifi hala yeniyorum ya sen ona bak!’’
‘‘Senin eğilip çorabını giymeye mecalin yok. Oğlan, bir tarafını kırmaktan korktuğu için kendini hemen yere atıyor. Hele giyimin tam bir rezillik! Biraz üstüne başına dikkat et, yaşına uygun giyin.’’
‘‘Ne varmış üstümde başımda?’’
‘‘Hiçbir şey yok. Bir dondan başka gerçekten hiçbir şey yok.’’
‘‘Bu sıcakta onu da çıkaracağım ama utanıyorum.’’
‘‘O kılıkta gidip kapıyı açmaya utanmıyorsun ama.’’
‘‘Ne yani kapı çalınınca koşturup smokinlerimi mi giyecektim.’’
‘‘Sokağa çıkarken giyindiğin allı güllü palyaço kıyafetleri yerine smokinle gezmek daha evla... Hiç olmazsa deli yerine garson zannederler. Bundan sonra eve arkadaş getirip oyun oynamak da yok! Ortalığı perişan ediyorsunuz. Döküntülerinizi iki günde zor topluyorum. Artık yaşına uygun arkadaşlar edin.’’
‘‘Arkadaşlarım niye uygun değilmiş?’’
‘‘Çünkü, en büyüğü 8 yaşında.’’
Tolga, daha 15 dakika takaza edip odadan çıktı ama son birşey söylemek için geri dönünce beni arkasından ‘‘Bülü!.. Bülü!..’’ yaparken yakaladı. Bülü bülü şöyle yapılıyor: Başparmaklarınızı kulaklarınıza sokup ellerinizi sallarken dilinizi de dışarı çıkarıp oynatıyorsunuz. Tabii bu sırada gözlerinizi de şaşı yapabilirseniz bülü bülünüz harika olur.
*
İki basamak tırmanınca nefes nefese kalıp tıkanmama, sabahları yarım saat süren öksürük sololarıma, ağrılarıma, sızılarıma, zırt pırt hastanelik olmalarıma rağmen şu ihtiyarlık işini bir türlü beceremedim. O kadar uğraşıyorum da ak sakallı, nur yüzlü, halim selim, ağır başlı, saygın bir ihtiyar olmayı niçin beceremiyorum?.. Acaba ihtiyarlık kursları var mı? Bir bileniniz varsa Allah rızası için bana haber versin.