Benim biraz garip, hayır bir hayli garip bir oğlum vardır. Hepinizin oğlu ya da kızı gibi...
Garipliği de, pat diye soruverdiği garip sorulardan ötürüdür. Geçen akşam masum bir yüzle karşıma oturup,
‘‘Baba ben kimim?’’ diye sordu. O sırada yudumladığım rakının tadı sirkeye döndü. Başıma gelecekleri anlamıştım.
‘‘Bu da soru mu be? Sen bir erkeksin.’’
‘‘Babacığım dünyada en az 3 milyar erkek var. Onların içinde ben kimim?’’
‘‘Sen bir Türk erkeğisin. Malazgirt'te Romen Diyojen'in yüz bin kişilik ordusunu perişan etmiş, Hıristiyan dünyasının doğudaki kalesi olan İstanbul'u manavdan elma alır gibi almış, serhat boylarında at oynatıp Viyana'ya dayanmış bedeni üstünde küffar askeri kellesi bırakmamış olan Türk atalarının torunu olan bir Türk erkeğisin.’’
* * *
Oğlum Seyit, yine mahçupça önüne baktı.
‘‘Babacığım kusura bakma ama, ben 30'uma geldim daha doğru dürüst bir kavga bile etmedim. Ben evdeki sineği bile öldürmeden yakalayıp pencereden dışarı atıyorum. Türklüğümden biraz şüphem var.’’
‘‘O nasıl laf lan!.. Kavga etmedinse bu senin suçun değil. Kalıbına bakıp herifler seninle kavgayı göze alamamışlardır.’’
‘‘Zaten benim 2 metreye yakın olan kalıbım da standart Türk kalıbına pek uymuyor.’’
‘‘Uymuyor, çünkü baba tarafın sarışın Rumelili pehlivan sülalesinden geliyor.’’
‘‘Peki, kara kıvırcık saçlarım nereden geliyor?’’
‘‘Ana tarafın da Osmanlı İmparatorluğu'nun Mısır'ından gelme.’’
‘‘Anlıyorum babacığım, bende biraz karışıklık var. Türkçe benim ana dilim ama ben kimim?’’
‘‘Hálá anlamadın mı? Sen bir Türk vatandaşısın.’’
‘‘Vatandaş ne demek?’’
‘‘Yani, Türkiye hudutları içinde özgürce yaşama hakkına sahip olan kişilere Türk vatandaşı denir. Size ortaokulda öğretmediler mi?’’
* * *
‘‘O zaman gece yarısı evime dönerken polis benim gibi bir sürü vatandaşı niye gözaltına aldı? Hani özgür vatandaştık?’’
‘‘Mutlaka bir halt etmişsinizdir. Yoksa sizi niye gözaltına alsınlarmış?’’
‘‘Siyah renk yüzünden.’’
‘‘Ne rengi be?’’
‘‘Hani bana armağan ettiğin siyah mont yüzünden. Üstelik renk uyumu olsun diye içine bir de siyah kazak giymiştim.’’
‘‘Aferin, ben de gençliğimde siyahlar giyinirdim. Methetmek gibi olmasın ama pek de yakışırdı.’’
‘‘Ama şimdi siyah suç delili oluyormuş.’’
‘‘Ne suçu be?’’
‘‘Satanist suçu!.. Benim haberim yok ama polisin dediğine göre satanistler siyah giyermiş. Bir de vücutlarına dövme yaptırırlarmış. Beni sabaha karşı bıraktılar, çünkü ben dövme konusundan yırttım. Sol mememin üstündeki et benimin dövme olmadığı uzun tettikler sonucu anlaşıldı çok şükür. Baba ben yoksa gizli bir satanist miyim?’’
‘‘Höst, o nasıl söz!..’’
‘‘O zaman ben kimim?’’
Herifin niyeti içtiğim rakıyı boğazımda düğüm etmek olduğu ayan beyandı. Ama bende daha dün ekmeğe mama diyen sübyanlara pabuç bırakacak göz yoktu. Sola eskiv yapıp en sert sağ aparkat vuruşumu yaptım.
‘‘Sen kim misin? İlkokuldan sonra Devlet Konservatuvarı'nda üniversiteyi bitirene kadar klasik gitar ve müzik öğrenen bir adamsın. Mezuniyet parçaların hálá aklımda... Vivaldi, Bach, Villa Lobos, Santas Solo, Fernando Sor ve daha bir türü bestecinin eserlerini çalmıştın. Bu da yetmedi, 2 yıl kompozisyon bölümüne devam ettin. Sonra 2 yıl da Berlin'deki ustalardan özel dersler aldın. Demek ki sen bir müzikçisin oğlum.’’
* * *
‘‘Peki ben bir müzikçiyim de, şu anda niye aşçılık yapıyorum babacığım?’’
‘‘Ne halt etmeye aşçılık yapıyorsun?’’
‘‘Arkadaşlarla işsiz kalınca, aşevi-kahve karışımı bir yer açtık. Nota bildiğim için aşçılık işi bana düştü.’’
‘‘Notayla aşçılığın ne ilişkisi var?’’
‘‘İkisi de bir kompozitörlük... Ha sekizlik bir Fa notası, ha çeyrek karışık karabiber armonisi... Birini duyuyorsun, birini yiyorsun.’’
‘‘Yani sen artık bir aşçısın?‘‘
‘‘Hayır değilim, ben kimim?’’
‘‘Sen uluslararası dalgıç öğretmeni değil misin? Amerika'dan gelme nah kapı gibi diploman var. Hatta bir ara bizim SAT komandolarımıza bile ders vermedin mi? Ben senin adını Osmanlı'nın büyük kaptanı Seyit Ali Reis'e özenip koymadım mı?’’
‘‘Ben iki yıldır ayak parmağımı denize bile sokmadım. Bu balıkadamlık yüzünden balık bile yiyemiyorum. Herkes istavritleri, palamutları hapur hupur götürürken, ben onlara dönüp bakamıyorum bile... Denizin dibini öğrenince o güzelim balıklara kıyamazsın.’’
‘‘Seyit sen bu gece içtiğim rakıyı bana haram etmeye mi geldin?’’
‘‘Vallahi değil babacığım, ben kim olduğumu öğrenmeye geldim.’’
Artık tiyatro yönetmenliği deneyimlerimden gayrısından umulacak başka bir medet kalmamıştı. Müzik setine bir Bach koyup ışıkları azalttım. Yüzüme becerebildiğimce şefkat dolu bir ifade yerleştirdim. Tadı iyice kaçmış rakımdan bir yudum alıp hicranlı bir nefes koyverdim.
‘‘Sen kim misin, sen benim oğlumsun. Üstelik de tek oğlumsun!..’’ dedim. Kroşe yerini bulmuştu. Çünkü ben oğlumun duygusallık IQ'suna her zaman güvenmişimdir.
‘‘Peki öteki oğulların kim oluyor?’’
‘‘Hangi öteki oğullarım?’’
‘‘Yüzlercesi. Sayayım mı? Nuri Kurtcebe'ler, Çağçağ'lar, Gani'ler, İlban'lar, Galip'ler, Latif'ler ve daha yüzlercesi... Ben onların içinde seni en az gören, en az beraber olan oğlun. Yani bu oğlum lafı da tutmadı babacığım. Şimdi söyle ben kimim?’’
15-20 yıl önce olsa herifi paspas gibi çiğneyeceğim. Ama askerlik dönüşü son tutuştuğumuz güreşten sonra üç gün yataktan kalkamamıştım.
* * *
‘‘Kim olduğunu çok merak ediyorsan söyleyeyim. Sen bir hıyarsın.’’
‘‘Nasıl bir hıyarım? Acur mu, Çengelköy hıyarı mı, turşuluk hıyar mı, yoksa ithal hıyarlardan biri mi? Hıyarın bile bir kişiliği var. Ben hangisiyim?’’ dedi ve önümdeki rakı kadehini aldı. Bana gelirken çaktırmadığı bir kutudan çıkardığı Armanyak konyağını balon bir bardağa koyup önüme koydu. Sonra da elimi öpüp gitti. Yalnız kapının önünde biraz duraklayıp her zamanki mahçup ifadesiyle sordu:
‘‘Peki hiç düşündün mü, sen kimsin baba?’’
İçindeki Armanyak konyağına acımadan kadehimi herife fırlattım. Ama o çıkıp kapıyı kapatmıştı bile!..