BUGÜN size Paşabahçe Devlet Hastanesi’nde Temizlik işçisi olarak çalışırken işten atılan Türkan Albayrak’tan söz etmek istiyordum.
Türkan Albayrak, aslında sendikalı olduğu için atıldığını söylüyor ve uğradığı haksızlığa karşı mücadele vermeye çalışıyor. Bu çabası çerçevesinde bana ulaştı. Onun ve onun gibilerin, daha doğrusu emek dünyasının içinde bulunduğu feci durumunu yazmak istiyordum. Derdini, onun gibilerin derdini size iletmek için elimden geleni yapacağım ama şimdilik beni mazur görsün, zira yine Türkiye’nin krizleri buna izin vermedi. Aslında son YAŞ toplantısı ile yaşanan kriz üzerine söylenecek fazla şey kalmadı, ama bu garip ülkede, her olay üzerine hemen yorum yapmazsanız her türlü yanlış anlamaya aday oluyorsunuz. O nedenle, bu olay üzerine ne düşündüğümü sizlerle paylaşmayı vazife bildim. HEPİMİZ ÖDÜYORUZ Ben YAŞ krizinin içinde bulunduğumuz siyasi sürecin doğal sonuçlarından biri olduğunu düşünüyorum. Yok, olayı hafife aldığım için değil! Ama ona bakarsanız, epeyce bir zamandır yaşadığımız hiçbir olayın hafife alınır yanı yok. Ama artık, ‘öyle olmasaydı da böyle olsaydı’ denilecek yanı da yok. Bu ülkede siyaset, daha makul yollardan sivilleşemedi, demokratikleşemedi. Siyasal partiler, ordu, yargı, tüm kurum ve çevreler, zor ve maliyetli olanı seçti! Daha doğrusu, akılcı olanı beceremediği için, hep birlikte zor olana, maliyetli olana mahkum olduk! Böylece, herkesin, tüm çevre ve kurumların birbiri ile düzeysiz bir kavga çerçevesinde hesaplaştığı bir sürece girdik. Zor ve maliyetli dediğim bu! Tüm bu olanların, ‘askere karşı bir tertip olduğu’nu sananlar, daldıkları uzun uykudan ne zaman uyanırlar bilemiyorum, ancak uyanmadıkları sürece, ödeyeceğimiz maliyetler artacak. Bunca güvendikleri, büyük güç atfettikleri ve bazılarının sırtını dayamak istediği kurumun dünyanın ve Türkiye’nin dinamiklerini kavramak konusunda gösterdikleri direnç veya düpedüz dar kafalılığın maliyetini sadece kendileri değil, hepimiz ödemek durumunda kalıyoruz. Benzer bir durum, laik Cumhuriyetçiler için de geçerli. Doksan yıla yakın bir zamanın sonunda, laiklikten anladıkları, neredeyse başörtüsü dedektifliğinden ibaret olan bir Cumhuriyet tasavvurunun gideceği yol çoktan tükenmişti. Kavganın diğer tarafı da uzun hikaye. Özetle, o cenahta da, kendini dar bir kafese sıkıştırmış Cumhuriyet projesi ile demokratik bir hesaplaşma adına geliştirilip, olgunlaşmış pek bir şey olmadığı ortaya çıktı. Öfke, kavga, yüksek gerilim, bireysel düzeyde de, siyasal düzeyde de ‘yetersizlik’ belirtisidir. Bence, tanık olduğumuz bu öfkeli hesaplaşmanın özeti budur. ÇİLEMİZ VARMIŞ Ancak, geçmişi değiştiremeyeceğimize, geldiğimiz noktadan geri dönülemeyeceğine göre, bari kendimizi kandırmaya devam etmesek diyorum. Bu arada, her şeye rağmen geri dönülemez bir noktada olmamıza vahlanmadığımı özellikle belirtmek isterim. Zira, geri dönmek mümkün olsa, mevcut üslup ve kafalarından anlıyoruz ki, taraflar farklı davranma yolunu tutmayacaklardı. Yani, bu kafalarla çekecek çilemiz varmış, ‘dar kapı’dan geçecekmişiz. Ne diyeyim, inşallah sonu hayırlı olur.