KÖTÜMSER tahminler, yorumlar yapmakla suçlanırım, bir süre geçer, olanların yanında benim zamanında “kötümser” denilen yaklaşımım, (en başta bana) Pollyanna’cılık gibi görünür.
Benim, bir “siyaset gözlemcisi” olarak kabusum budur. Ama, bırakın benim gibi kötümserleri, Pollyanna gerçekten yaşayıp, bugünlerde Türkiye’de olsaydı, depresyona girerdi! Bizim gibi kötümser ve olumsuz bakmakla suçlananlar, kızcağızın yardımına koşmak zorunda kalırdık! Önce “Bugünlerde Türkiye’de neler oluyor?” diye mevcut tabloya bir göz atalım. İktidar partisi ve destekçileri, ülkenin tüm sorunlarını, tartışmaları “İsrail meselesi” üzerinden savuşturmanın dibini bulmuş vaziyette! Konu İsrail olunca, İsrail yanlısı suçlaması korkusu dağları beklediği için, kimse de fazla sesini çıkaramıyor. En cesuru, Fethullah Gülen’e yaslanıp bir şeyler söyleme derdine düşmüş halde! Ben, “Demokrasi üzerinde, sivil otoriterlik tehdidi var” dedim diye kıyamet kopmuştu. Görüyorum ki, eksik söylemişim; iş neredeyse, her belayı İsrail sorunu ile savuşturan “Ortadoğu otoriter rejimleri”ne dönüyor. Diğer taraftan, muhalefet cenahında büyük umutlar bağlanan yeni CHP lideri, yoksulluk dışında hiçbir mesele üzerine, doğru dürüst tek laf edemiyor. Evet, “Kürt” diyemiyor, etnik siyaset yapmaktan kaçınmak ile bunun alakası olmadığını göremiyor, “dili (bu dönemin politik gerçeklerine) bir türlü dönmüyor”! Hâlâ, hiç olmazsa, “Üniversiteye giden öğrencinin başörtüsüne karışmayacağız!” diyemiyor, demiyor ve belli ki demek istemiyor. Gazze faciası, BM Güvenlik Kurulu İran oylaması derken, Anayasa değişikliği paketi konusu bir ölçüde unutulmuştu. Doğal olarak, o tartışma kaldığı yerden yeniden başladı. Hem de ne başlama! İktidarın, Anayasa değişikliği paketini referanduma götürdüğünde, yargıyı kontrol etme ve güç yoğunlaşması amacını gerçekleştirmesinin önünde engel kalmayacağını gören muhalefet, tüm umudunu Anayasa Mahkemesi’nin kararına bağlamış durumda. Buna karşın, iktidar artık bu yüksek mahkemeyi meşru görmediğini açıkça ilan ediyor! “Demokrat” Mahkeme raportörü de, “Sakın takma, yoluna devam et!” diyor. Birileri “Meclis” gerçeğini görmezden gelmek için yolu dolandırmanın bin bir yolunu ararken, diğerleri “çoğunluk otoriterliği”nin taşlarını bir bir döşüyor, döşemecilerin başını bir hukukçu çekiyor. Böyle bir ülkenin yönetilebildiğini ve yönetilebileceğini mi sanıyorsunuz? Veya tabii bir şekilde yönetilir de, onun adına demokrasi denmez! Bırakın, bölgede “oyun kurucu”, “dünyada sözü geçen aktör” olmayı, bu ülkede kimsenin oyun kurma kabiliyeti kalmadı, kimsenin sözü tam olarak geçmiyor. Burası artık hızla “istikrarsızlaşan” bir ülke görüntüsü veriyor. Bundan ister Kürtleri, ister Türkleri, ister iktidarı, ister muhalefeti, ister herkes aklına esen bir başkasını suçlasın, sorumlu tutsun! Bunun kimseye faydası olmayacak, bunu anlamıyor musunuz?