Paylaş
Sınav günü gelip çattığında merkezin öngördüğü sınav salonlarında fotoğraf ve kamera çekimi yapılacağı açıklanırken, İstanbul'daki merkezde kimlerin, neden engellediği bilinmeden bütün gazeteciler İstanbul Üniversitesi'nin dışına çıkarıldı. ÖSYM'ye durum sorulduğunda bütün bunlardan haberi olmadığı söylendi.
Basın kitapçığı böyle zor koşullarda alınıp basıldığında, daha önce öğrencilerin ağzına dolanan "mod medyan" şifresi araştırmalar sonucunda doğrulandı. Matematik testinde şifreye rastlandı. Basınla bir türlü ilişki kurmayan ÖSYM Başkanı bu iddialar doruğa çıkınca gazetecilerle buluştu. Önce toplantı yaptı, ikna turlarına Ankara temsilcileriyle devam etti. Ama skandalların ardı arkası kesilmedi.
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bilumum iktidar mensupları önce ikna oldu, bir süre sonra kafaları karıştı ve nihayetinde ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ali Demir'i kendi haline bıraktı.
Bütün bunların faturası önce METEKSAN'a kesildi. Savcılar matbaaya girdi, araştırmalar sürdü, kamuoyunda "Yok bir şey!" diyen Başkan Demir, savcıya "Sınavı iptal edelim mi?" sorusunu sordu.
Bütün bu skandallar arasında intihal söylentileri ortalığa yayıldı.
Öğrenciler sokağa döküldü. Yurdun her tarafından Ali Demir protestoları yayılıyor. Siyasiler mitinglerinde "beceriksiz" olarak nitelendiriyor. Hükümet bunun üzerinden eleştiriliyor.
Son olarak da "sürpriz"ler dile dolandı ve bir bakanın mail yoluyla ricası gündeme geldi. Son durum YÖK Genel Kurulu geçen hafta yaptığı toplantıda, ÖSYM Başkanı'na soruşturma izni için verilecek kararın 25 Mayıs'ta yapılacak Genel Kurul'da alıncağını açıkladı.
Ancak, bu arada Prof. Dr. Ali Demir, medyadan uzak duruyor, günlerce medya önünden kaçıyor. Şimdi sorarım size hakkınızda bu kadar çok şey söyleniyor ve işi başaramadığınız her adımda ortaya çıkıyorsa o koltukta niye oturmakta ısrar edersiniz?
Aklıma tek şey geliyor. Makam maaşı yüksek. Oysa eski Başkan Prof. Dr. Ünal Yarımağan, 300-400 TL gibi komik rakama o koltukta oturuyordu. Ancak, Yarımağan'ın gitmesinin ardından ÖSYM bütçesi de, yasası da değişti. Herhalde Prof. Dr. Ali Demir çok yüksek maaş alıyor ki bu kadar şaibeye, söylentiye, eleştiriye rağmen o koltuğa sıkı sıkı yapışıyor.
Şimdi buradan soruyorum Sayın Prof. Dr. Ali Demir, ne kadar maaş alıyorsunuz?
***
Boğaziçi Üniversitesi ile YÖK arasında gerginlik
Yaklaşık bir buçuk yıl önce askeri yüksekokul ve polis akademilerinden çeşitli nedenlerle ilişiği kesilen öğrencilerin, af kanunu ile YÖK tarafından üniversitelere yerleştirilme isteği, Boğaziçi Üniversitesi ile YÖK arasında gerginliğe neden oldu. Afla gelen öğrencileri diğer üniversiteler kabul ederken, Boğaziçi Üniversitesi bu karara direnince YÖK'le arasında restleşme yaşandı. Öğrencileri almamakta direnen üniversiteye YÖK söylenenlere göre kadro izni pek vermek istemedi. Kadro izni alamayan akademisyenler, önümüzdeki günlerde üniversite bahçesinde çadır kurarak protestoya başlayacak.
YÖK'le, Boğaziçi Üniversitesi arasındaki gerginlik şöyle başladı:
2009 yılı sonlarında çıkan af kanunu gereği, üniversite öğrencileri, ilişikleri kesilen kurumlara başvurmaya başladı. Ancak, askeri yüksekokullar ile polis akademilerinden çeşitli nedenlerle gönderilen öğrenciler ayrı bir yasaya tabii oldukları için bu afla okullarına dönemedi. YÖK bu kez onlar için özel bir çalışma yaptı, komisyon kurdu. Yürütme Kurulu üyeleri ile bazı profesörlerden oluşan bu komisyon, öğrencileri yerleştirebilecek üniversitelerin planlamasını yaptı. Askeri okullarla ilişiği kesilen öğrencilerin büyük çoğunluğu mühendis kökenliydi. Komisyon, başarılarına göre bu öğrencileri farklı üniversitelere yerleştirdi. 20'ye yakını da Boğaziçi Üniversitesi'ne gönderildi.
Boğaziçi almayınca, YÖK kadrolarda direndi
Boğaziçi Üniversitesi'ne YÖK tarafından 2009 sonbaharında gönderilen yazıda, çoğunluğu endüstri mühendisliğine yerleştirilecek öğreilerin üniversiteye kabul edimeleri istendi. Üniversitenin de YÖK'e, bu öğrencileri alma koşulunu bildirmesi gerekiyordu. Ancak, Boğaziçi Üniversitesi YÖK'e uzun süre bu öğrencileri ne kabul ettiğini, ne de etmediğini bildiren bir cevap yazdı. Boğaziçi'ne yerleştirilen öğrenciler de uzun süre bekledikten sonra YÖK'e gidip, "Bizi yerleştirdiniz, ancak bu üniversite bizi kabul etmiyor" diyerek dilekçe vermeye başladı. Boğaziçi'ne gönderilen öğrencilerin yaklaşık 17'si endüstri mühendisliği bölüme uyuyordu. Bu arada YÖK diretince İngilizce sınavına giren ve not ortalamaları uygun olan ancak 3 öğrenci dil ve diğer başarı koşulları uyduğundan üniversiteye kabul edildi, diğerleri için geri adım atılmadı.
Üniversite ile YÖK arasındaki gerginlik kadro sorununa yansıdı. Öğrencileri almamakta direnen üniversiteye bu kez YÖK, bekleyen kadroları vermedi.
Fen Edebiyat Fakültesi Dekanları bizzat YÖK'e giderek, kendilerine yönelik kadro açılmasını sağladı. Ancak, 22 akademisyen hala kadro bekliyor.
YÖK, öğrencilerin üniversiteye alınması konusunda ısrar edip, üniversitenin kendi kararına karşı çıkmasını hazmedemedi ve üniversitenin akademisyen alması için gerekli kadroyu doldurmasına izin vermedi. Bu durumda da üniversite Maliye ve YÖK tarafından daha önce kendilerine verilen kadronun akademik yükseltme için kullanımını sağlayamayınca en çok doçent ve yardımcı doçentler mağdur oldu.
Şimdi mağdur olan bu akademisyenler seslerini duyurmak için üniversite bahçesine çadır kurmaya hazırlanıyorlar.
İsminin açıklanmasını istemeyen YÖK yetkilisi: Cezalandırmak YÖK'ün yöntemlerinden değildir
Boğaziçi afla gelen bu öğrencileri almamakta direnince bu çocukların bir kısmının telafi edilmez zararı oldu. Bir türlü eğitim öğretime başlayamadılar. Oysa, hemen kayıtlarının alınıp başlatılması lazımdı. Bir yıl boyunca Boğaziçi bu hususta en yumuşak ifade ile isteksizdi, kabullenmedi. Üniversite yönetimi yetkili kurullarında görüşmelerini bilhassa uzattı, işlemlerini yapmadı. Yasamanın getirdiği af karşısında olumlu sonuç üretmedi, bir yıl oyaladı. Biz de bunları başka üniversitelere yönlendirdik.
Bu af, bizim önerimizle olan bir sonuç değildir. YÖK, sadece bu affın en sıhhatli bir şekilde gerçekleşmesine aracılık eden bir kurum olarak vazife aldı. Birçok üniversite olumlu yaklaştı. Ancak, bir üniversite direnç gösterdi, bu işi normal seyrinden dışarı çıkardı.
Kurumsal kimlik önemli, ama bireylerin kendi özlük haklarında tahribat ve mağduriyet de dikkate alınması lazım.
76 kadro verdik
YÖK'ün oluşturduğu uzmanlardan oluşan komisyon afla gelen öğrencileri puanlarına göre dağıttı. Eğer yasama böyle sonuç üretmişse, bu affı hak edenlerin herhangi bir hak kaybına maruz kalmaksızın üstüne düşeni yapması, YÖK'ün sorumluğu idi.
Şu anda 2011 tarihinden itibaren sadece bu yıl içinde profesör, doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisi, okutman olarak biz Boğaziçi'ne 76 kadro vermişiz. Daha bir kısmı da komisyonlarda inceleniyor. Cezalandırma usulü YÖK'ün daha önce de yöntemi olmadı, şimdi de olmaz. Ancak, üniversitelerden bu yönde gelen teklifleri kriterlere göre değerlendiriyoruz. Her teklife olumlu yaklaşılması söz konusu değil. Bu durum bütün üniversiteler için geçerli. Eldeki mevcut potansiyel üniversitedeki potansiyel değerlendirerek planlama yapılıyor. Genelde de YÖK; Boğaziçi gibi Türk yükseköğretimini yurt dışında tanıtan kurumlara öncelik tanıyoruz. Sadece bu üniversiteye 49 araştırma görevlisi izni verilmiş.
YÖK'ün keyfi uygulaması
İsminin açıklanmasını istemeyen profesörlük bekleyen bir öğretim üyesi
Sorun akademisyenlerin mağdur olması değil. Devletin bir kurumunun YÖK'ün keyfi uygulamaları tarafından varolan kadronun izin verlimemesi ve keyfi olarak sürüncemede bırakılmasıdır. Mağduriyet değil, burada problem. Üniversite, YÖK tarafından başka kurumunun keyfi şekilde yazılan yazılarına cevap verilmiyor, sürüncemede bırakılıyor. 15-20 aydır birçok akademisyen kadro bekleniyor. Keyfi ve kasten sorun yaratmasına ilkesel olarak Türkiye'deki demokrasi açısından sorundur bu. Devletin bir kurumu başka kurumu keyfi şekilde zor durumda bırakıyor. Üniversitenin akademik işlevlerini yerine getirmesini engelliyor. Yeni hocaların alınması, varolan hocaların yükseltilmesine izin vermiyor.
Twitter'de örgütlenerek seslerini duyurmaya çalışan öğretim üyeleri
...Benim YÖK yükseltme yazım 12 Mart 2010 tarihi itibarıyla YÖK'e gönderildi. Bekleme süresinin uzunluğu itibarıyla listede başlardayım. Kararım üniversitedeki yükümlülüklerime ilişkin boykota başlamak... Dersleri askıya alıyorum, doktora/master tez jürileri, yeterlilik sınavları vs hiçbirisine girmiyorum. Amacım konunun benim şahsımla ilgili bir sorun olmadığını vurgulamak. Enstitü öğretim üyelerinin bölüm ve üniversitenin geneline ait bu sorunda bir insiyatif göstermelerini sağlamak, bu doğrultuda bir çağrı yapmak. Açıkçası 14 aylık bekleme sonucunda sanki hiçbir sorun yokmuş gibi gündelik akademik hayatıma devam edecek psikoljik enerjim kalmamış durumda. Belki de bölüm ve üniversitelemizin bu sorun konusunda daha açık ve aktif bir tavır alması benim bu enerjiyi yeniden kazanmamızı kolaylaştıracaktır. Bu süre zarfında öğrencilerimin mağdur olmaması için elimden gelen çabayı da sarfetmeye çalışacağım...
..Artık yeter! YÖK keyfi ve demokratik olmayan yönetimi doğrultusunda kadrolarımızı tutarak akademik yaşam ve gelişme hakkımızı engelliyor. oturma ve iş bırakma eylemi yapalım...
Paylaş