Sinan’a 10 saniye kıpırdamadan dur dedim ancak 2 saniye dayanabildi
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Tamam, oğlan iyi durumda. Denize giriyor, koşuyor, zıplıyor, kumla oynuyor. Hatta dağ havası yaradı, epey azgınlaştı. Son olarak bir deneme yapayım dedim ve 10 saniye kıpırdamadan durmasını istedim. En fazla iki saniye durdu. Keyfi yerinde...
Peki ya anası nasıl?.. Bunu da Sinan anlatsın (!!!):
Annem bildiğim kadarıyla hayatında ilk defa İstanbul'dan bu kadar uzun süre uzak kalıyor. Ben bir bahane bulur, beni de alır, arada bir İstanbul'a kaçar sanıyordum ama öyle olmadı. Daha ağzından ‘‘İstanbul, İstanbul'a dönmek, İstanbul'u özlemek’’ sözlerini duymadım. Öyle hissetseydi en azından bana söylerdi. Ama buradaki ev çok güzel. Her taraf cayır cayır yanarken burası esiyor. Evin içi de serin. Gerçi ben çok yaramazlık yapıp annemi çığırdan çıkarabiliyorum. Ama sanırım bu sıcaklar onun sabır limitini düşürürken sinir limitini yükseltiyor. Eskiden yaptığım pek çok şeye şimdilerde tahammül edemiyor.
BABAMI NASIL ÇILDIRTIYORUM
Yine de babam daha vahim! Çok evhamlı, ben de onu çıldırtmaya bayılıyorum. Güle güle yapıyorum, yapma dediği her şeyi. Babam da anneme sarınca iyice eğleniyorum. Annem böyle durumlarda sakin kalıyor. Yok, yok, bir İstanbul gülü olarak beklediğimden çok daha iyi gidiyor.
Gündüzleri deniz kenarında taşlar, midyeler falan topluyoruz. Babam onlarla çerçeve, kutu yapıyor. Asıl kazığı anneme attı. Annem, tespih ağacı tohumlarından 2,5 metre boyunda sineklik diziyor. Hem de 65 sıra dizecek. Benden sıkıldığı zaman ona sarıyor. Sonra da şaşı bakmaya başlıyor, farkında değil...
Börtü böcek takılıyoruz burada. Böcek-sinek-her tür haşarat fobisi olan annem yazlık muhabbetinde gayet iyi idare ediyor, beni korumak için arıların önüne bile atıyor kendini. Ama geçen gece çok komikti. Ayağında bir kıpırtı hissetmiş, bir de bakmış ki bir çekirge. Çekirgeden daha uzağa zıpladı annem. Yeni bir rekor kırılmıştır sanırım. Hem uzun atlamada, hem yüksek atlamada...
Devamlı gelen giden var. Ev boş kalmıyor. Şimdilerde de annemin anneannesi Dudu burada. O da sıcağı sevmez, annemle bir oldular, beni eve kapattılar, oflayıp pofluyorlar.
Annemin hálá yemek pişirme konusunda bir ilerleme kaydettiğini söyleyemeyeceğim. Sadece yemek yeme eyleminde... Oysa ki ‘‘babaanne’’mden bir şeyler öğrenir sanıyordum. Esas yemekleri ya o ya da babam pişiriyor; hatta reçel, marmelat, meyve suları bile babamın elinden çıkıyor... Annem de bir tas zeytinyağına sarmısak, biber falan koyarak güzel bir kıvam tutturmuş, bana onu gazlayıp duruyor, ‘‘Bak ben yaptım, ne güzel olmuş di mi?’’ diye...
Deniz kenarına gittiğimizde ise güzel güzel oynuyoruz. Annem benimle oturup kumlarda oynuyor, hatta başka çocukları bile alıyor yanımıza. Geçen gün Cunda'da Ortunç diye bir yere gittik. (Güzel yer, kötü işletme: Sofrada bana servis bile açmadılar. Masada ayran içenlere su bardağı getirmeyi uygun bulmadılar.) Neyse orada iki arkadaş edindim. Annem beraber oynayalım diye kendisini feda etti ve bir anda biz üç çocuk, kendimizi anneme kumlar atarken bulduk. Sonra bu kumlar taşa dönünce babam yetişti de annemi kurtardı.
Anlayacağınız şehir dilberi annem yeni ortamına geçici bile olsa çok iyi ayak uydurdu. Ama İstanbul'a dönüş sonrası için çok sıkı planları olduğundan bahsedip duruyor. Bakalım...
Anneler zaaflarını itiraf ediyor Gündüz iş gece bebek imdaaat!
DOĞUMDAN SONRA KÜTÜK GİBİ TAKVİYELİ SUTYEN KULLANMAKTAN USANDIM
Bayan arkadaşlara seslenmek istiyorum... Doğum yapmak vücudu sanıldığı kadar deforme etmiyor. İki kez anne oldum. Karnımda hiç çatlak yok. Hálá da kızlık kilomdayım. Hamileyken her akşam karnıma vazelini yedire yedire ovardım. Cinsel organım da ne darlığını ne de sıcaklığını kaybetti. Derim elastiki olduğundan fazla dikiş de atılmamıştı. Tabii ki zamanla vücutta birtakım değişiklikler oluyor ama doğum yapmasaydım yine de aşırı fark olmazdı. Yemin ederim, bekar arkadaşlarımdan daha diri ve genç duruyorum. Ama hazır hissetmiyorsanız tabii bekleyin. (Lizacık, 31)
Doğum yapmadan önce vücut ölçülerim (yeminle) 90-60-90'dı. Şimdi ise 80-65-95. Fazlalık olan ölçüler hiç umurumda değil fakat 90 olan göğüslerimi çok özledim. Kütük gibi takviyeli sutyen kullanmaktan bıktım. Dantellileri geri istiyorum. Bu ufaklıkları doğal yolla büyütmenin yolu yok mu? Herhalde bir bebek daha istesem tamamen yok olacaklar. (Biji, 29)
Yaklaşık bir yıl önce doğum yaptım. Çok zevkli bir hamilelik geçirmiştim, bebeğimi de çok istiyordum. Her türlü yayını takip ettim, ayaklı ansiklopedi gibi bir hale gelmiştim sonuna doğru. Şu her yerde bahsedilen, loğusalık sendromuna da asla yakalanmayacağıma inandırmıştım kendimi. Sonuçta ne oldu? Doğumdan sonra bebeğimin sağlıklı olduğunu da öğrendikten sonra tek derdim kendimdi. Her yerim ağrıyordu. Günlerce karnımın o haline bakıp bakıp ağladım. (Hiç düzelmeyeceğini zannettim.) Uzun bir süre bebeğimi benimseyemedim. Sanki benim değildi; ödünçtü, biri bir süre sonra götürecekti ve her şey eskisi gibi olacaktı. Şimdi her şeye değdi diyorum. Dünya güzeli bir bebeğim var. Yine de bebeksiz günlerimi sık sık özlüyorum. Sanırım anneler beni anlar. (Siyu, 30)
Anne olduğuma pişmanım. Ama bunu söylemek toplumda son derece ters etki yapıyor. Çünkü annelik kutsal. Çünkü anne olan bundan pişman olamaz. Bu kadar zor olacağını sanmıyordum. Anneliğe ulaşmakla kaybettiklerime bakıyorum. Pişmanım. Çirkin bir vücut, her dakika ağlayan bi bebek, onsuz bir yere gidemeyişim, göğüslerimin ağrısı ve yaraları, sızlayan dikişler, geceleri her saat başı uyanış, saçım başım darmadağın, dışarı çıkamıyorum, müziğin sesini istediğim kadar açamıyorum... Çok yorgunum! Ağlama sesi duymaktan bıktım. Bakamıyorum işte. Sabahları altını temizleyerek uyanmaktan midem bulanıyor artık. Bana bağlılığı ne zaman bitecek? Evden kaçmak istiyorum. Gündüz iş, gece bebek. İmdaaat! (Ankastre, 38)
Bir gece oğlumun bebek bezini test etmiştim. İşte sonuçlar: 1) Hiç ıslaklık hissetmedim. 2) Gevşeyip idrarı bırakmak çok zor oldu. 3) Suçluluk duygusuna kapıldım. Eşim fark eder korkusuyla bayağı adrenalin salgıladım. 4) ‘‘Cildimi tahriş edecek mi?’’ diye uyumayı denedim. Ama sonra koku yapar endişesiyle vazgeçtim. 5) Bezin kapasitesi bebeklere göre olduğundan çiş belimden taşmıştı. (Zayıfhoppala, 30)
Kızım üç aylıktı. Bir gün annemi kızımı emzirmeye çalışırken görmüştüm. İçim bir tuhaf olmuştu. Nedense hem kızmış hem de üzülmüştüm. O neydi sizce? Annelik özlemi mi? (Bestmouse, 33)
BİR İKİ KERE KENDİMİ KAYBEDİP ÇİMDİK ATTIM
Sevgili kızım; bazen sana karşı yeterince sabırlı olamıyorum ve hırpalıyorum (Asla dayak değil!). Ama her şeye itiraz etmenden, önemsiz şeylere, dünyanın en kötü şeyi olmuş gibi ağlamandan (Mesela dün akşam boyama kitabını yuvada unuttuğun için güzelim gözyaşlarını akıttın durdun. Üstelik aynısından evde de vardı.) ve sürekli ‘‘ama anne’’lerinden bıktım usandım. Sadece dört yaşındasın ve bu kadar bağımsız ruhlu olman beni korkutuyor. Büyüyünce seninle ne yapacağım ben? Başka çocuklar annelerine yapışık yaşıyor, otur deyince oturuyorlar, kalk deyince kalkıyorlar. Ben sana bişey yap dediğimde ya ‘‘Neden?’’diyorsun, ya da ‘‘Ama anne’’ler başlıyor. Sanırım ben; ‘‘Kızım ne zaman kendi kanatlarıyla uçacak?’’ diye hiç düşünemeyeceğim çünkü bebeklikten çıktığından beri zaten kendi kanatlarını kullanıyorsun. Sadece yorgun olduğumda ya da kan şekerim düşükken sabırlı olamıyorum. Affet beni meleğim... (Rita, 32)
Bebeğim bir yaşını doldurmak üzere. Bu süre zarfında ona birkaç kez ‘‘kötü’’ davrandım. Hayır, tokat vb. atmadım, yani ‘‘ciddi’’ şekilde dövmedim ama çok bağırdım. Bazen bir-iki kere eline, ya da (altını değiştirirken beni tekmelediği zaman) ayaklarına şaplak attım. En kötüsü, onu sarsaladım ve bir-iki kere de kendimi kaybedip çimdikledim. Bebecik sana söz veriyorum: 1) Bir daha asla, senin suçun olmayan şeylerden ötürü oluşan hırsımı senden çıkarmayacağım. 2) Asla sana kızdığım için canını yakmayacağım. 3) Sana bağırmamak için her türlü çabayı sarf edeceğim. Tüm yaşadıklarını -yanında edilen iğrenç kavgalar, taşınma, boşanma, o hayvan baban- bu kadar iyi atlattığın, bu kadar sağlıklı, tatlı bir bebek olduğun için sana teşekkür ederim. Seni her şeyden daha çok seviyorum. (Anakara, 26)
ANNEMİN KÖŞESİ
Kayıp aranıyor
Geçen hafta sanırım Salı akşamıydı. Babam bir toplantıdan eve 22:30 civarında gelmiş ve annemi evde bulamayınca beni aramıştı: ‘‘Annen nerede? Cebi de cevap vermiyor!’’
Başta kardeşimle yemek yiyor olabileceğini düşündük. Ama öyle olmadığını görünce epey meraklanmaya başladık.
Benim annem 33 senelik analık, 37 senelik evlilik hayatında bir kere bile ortadan kaybolmamış bir kadındı.
Neyse ki bir saat sonra ortaya çıktı; arkadaşıyla yemek yemiş, telefon da çantada olduğu için duymamış.
Normaldir, olabilir. Benim derdim bundan çıkarılacak sonuçlar...
1) Nasıl alıştırırsanız öyle gider. Kimse bir saat bile sakin sakin beklemeyi bilmiyor.
2) Aslında sizi ne kadar çok seviyorlarmış. Millette bir panik bir panik...
3) Arada bir ortadan kaybolmak gerekiyor ki heyecan artsın. Ama bu kaybolma eylemini mümkünse gündüz saatleri içinde yapmalı.
4) Devir o kadar değişti ki aklınıza ister istemez kötü şeyler geliyor, özellikle de cep telefonu çalıyor ama açılmıyorsa. Gasplar, şunlar bunlar...