Televizyonda bir reklam var, muhtemelen siz de denk gelmişsinizdir. Sokakta oynayan çocukların topu, perili köşk gibi görünen viran bir konağa kaçar. Birkaçı cesaret edip içeri girer ve o güne kadar o eve kaçmış onlarca top bulup arkadaşlarına dağıtırlar.
Son zamanlarda seyretmekten en keyif aldığım ve hakkında düşündüğüm reklamlardan biri. Mesaj belli: Çocuklarınıza cesur olma hakkı verin.
Ben Sinan’ı biraz korkak bulurum. Babası ise temkinli... Bilmediği şeyleri denemekten, ürkütücü görünen şeylere yaklaşmaktan yapı itibarıyla çekinir. Ama önemli olan onun karakteri değil, bir anne-baba olarak bu konuda bizim neler yapabileceğimiz bana kalırsa.
Prof. Dr. Yankı Yazgan’la yediğimiz bir öğle yemeğinde, bize büyük görevler düştüğünü öğrendim. Çünkü Yazgan’ın söylediğine göre kaygı bulaşıcı. Kaygılı anne-babanın yüz ifadesi, ses tonu ve vücut duruşu çocuğuna da kolayca bulaşarak, onun da aynı ya da benzer kaygıları taşımasına neden oluyor. Üstelik sürekli kaygılanıp durmaktan, gelişiminde nelerin daha önemli olduğunu unutup oyun oynamasını engellediğiniz çocuğumuzun özgüveni yüksek, hayata karşı cesur, ayakları yere sağlam basan birisi olmasını bekleyebilir misiniz?
2008 yılında 12 ülkede bir araştırma yapılmış. Buna göre, Türkiye’deki annelerin, çocuklarının ev dışında yaşayarak öğrenme olanaklarından kazanmalarını en çok bekledikleri kavram, kendine güven. Oranı yüzde 59, aynı beklenti oranı Amerikalılar için yüzde 20. Sosyal anlamdaki gelişim, yardımlaşma, işbirliği ve arkadaşlık gibi beklentiler ise (Türkiye’de yüzde 38, Amerika’da yüzde 60, Fransa’da 31) daha arka planda kalıyor. Ayrıca, Türkiye’deki annelerin büyük bir bölümü çocuklarının dışarıda, parkta ya da bahçede oynarken daha mutlu göründüğünü, bu faaliyetlerin çocukların sağlıklı gelişimini olumlu yönde desteklediğini düşünüyor. Ancak, bu düşüncelerine rağmen annelerin yüzde 83’ü güvenlik kaygısı taşıyor.
Araştırma sonuçlarına göre Türk annelerinde belirgin biçimde görülen otomatik düşünce akışı şöyle:
“Çocuğum sokakta oynasın, ama benim gözümün önünde olsun.” “Dışarıda olsun, ama dışarısı bence emniyetli değil.” “Kendine güvensin, cesur olsun ve korkmasın, ama dizimin dibinden ayrılmasın.” Kendimiz korkak olmasak bile çocuklarımız için abartılı tepkiler gösterdiğimiz bir gerçek. Neyin ne zaman doğru olduğunu tam bilememekten de kaynaklanıyor bazı durumlar. Mesela Sinan iki sokak ötedeki okula yürüyerek tek başına gidebilir mi? Veya Zeynep evde bir saat yalnız kalabilir mi? Bunun için doğru yaş ne zaman başlar? Bizler rahat ve cesur olarak ilk adımı atabiliriz. Ve tabii onları da cesaretlendirmek lazım. Çünkü Yankı Bey’in de dediği gibi çocuk, özgürce bir deneyimle, korkuyu aşarak kazanabileceği cesareti geliştirme fırsatını kaçırdığında, hem korkusu derinleşir, hem de anne-babaların çok arzu ettiği güven duygusundan çok uzaklara düşer. Korkusuna kaynaklık eden durumlarda, anne ve babanın tam desteğini hissettiği ölçüde rahatlayabilir. Anne ve babalar yersiz korkuları ile (düşersin, giysilerin kirlenir) çocuğa destek olmak yerine, onun hayatını gereksiz yere kısıtladıklarında, çocuğun deneyerek, yaşayarak öğrenmesini, korkuyu tanımasını engellemiş olurlar. Çocuğuna “Cesur ol” ya da “Özgüvenli ol” diyen anne ve baba, davranışları ile bunun tam tersi sonuçlara yol açabilir.
Çok sevdiğim bir laf vardır, yazımı onunla bitirmek istiyorum: Korkakların heykeli dikilmez!