Çok yakın bir kız arkadaşım vardı. Her şeyimizi her zaman konuşabilir, tartışabilirdik.
Fakat ne zaman bahar olsa, belli dönemlerde 3-5 gün yok olurdu ortadan. Bilirim, kendini eve kapardı. Arardım, açmazdı. Benimle bile konuşmak istemezdi. Bu bahsettiğim 15 sene önceydi. Anlamazdım, bu güzel havalarda neden kötü olduğunu. Ne var ki, sanırım artık anlıyorum. Son birkaç senedir bahar beni de, çevremdeki bütün anneleri de çarpmaya başladı. Aslına bakarsanız bunda değişen mevsimin etkisinden daha fazla, değişen hayatların, artan yaşın, görülemeyen geleceğin, ödemesi sarkan faturaların, karmaşası artan seçimlerin etkisi daha büyük. Ben de daralıyorum. Ara ara korkuyorum. Sinirlerim gerilmiş durumda. Farklı karakterlerde pek çok anne ile hasbelkader bir araya gelip konuştuğumuzda, hepimiz aynı ortak şikayetlerden bahseder olduk. Bazılarının ekstradan sağlık sorunları da var üstelik. Kendilerinin olmasa da annelerinin ya da başka bir yakınlarının. Geçen gün onlardan biri ile mutfakta takılırken bana döndü ve “Nora ya! İki sene öncemizi bir düşünsene. Sadece 2 sene önce nasıldık! Ne kadar keyifli ve eğlenceliydik, böyle sıkıntılarımız yoktu. Ne iyiydik!” dedi. Kalakaldım. Doğru söylüyordu. Evet, biliyoruz bunlar da geçecek. Güzel günler de gelecek. Ama bu sırada insanlar birbirlerini hırpalıyor. Daha da önemlisi, biz anneler, lafımız ve gücümüz en çok çocuklarımıza geçtiği için onları hırpalıyoruz. Geçen cumartesi tersimden kalkmıştım. Oysa ki akşama çok sevdiğim iki misafirim gelecekti ve bundan dolayı gerçekten heyecanlı ve mutluydum. Bilirsiniz her misafir insanı mutlu etmez! Buna rağmen güne aksi ve Sinan’a bağırarak başladım. Nasıl bir gün geçirmişsek, akşamki fırçadan sonra çocuk koptu artık ve onu sevmediğime inandığını söyledi. Bir an durdum. Pek çok sebepte haklı olsam bile ona karşı tepkilerim abartılıydı sanırım. Yanına gittim ve onunla konuştum. Bu aralar canımın sıkkın olduğunu, gergin ve tatsız olduğumu, bu yüzden de güçsüz kalıp çabuk sinirlendiğimi söyledim. “Beni idare et” dedim. Hatta “Beni uyar” dedim. “Ben bağırdığımda sen de karşılığında hep yaptığın gibi bağırma bana” dedim (Bana bağırmak ve ters cevap vermek de onun en naif huyudur da!). Ben kendimi sakinleştirecek arayışlar içindeyim. Film arşivimi baştan aşağı yeniledim. Gerçek hikaye ve dönem filmlerini, bir de en sevdiklerimi işaretledim. Sonra müzik işine el attım ama farklı bir şekilde. Hayatımda benim için yeri olmuş insanların büyük çoğunluğunun kafamda belli bir fotoğrafı vardır. O insan deyince, aklıma ilk o görüntü gelir; onu hatırlamak istediğim görüntü olur bu genelde. Dolayısıyla da güzeldir. Yine bu insanların şarkıları da vardır kafamda. O şarkı ne zaman çalarsa çalsın, o kişi gelir aklıma. Mesela annemle şarkım Paul Voudouris’den “It Takes Two To Tango”dur. Bu romantik parça ne zaman çalsa annem gelir aklıma (Sanırım harcadım şarkıyı!!!). Arkadaşım Elif’le de New Order’dan “Subculture”. Ve Pupo’dan “Su di noi!”. Kocamla, sıkı durun: “İkimiz Bir Fidanın Güller Açan Dalıyız!” Oturup bu listeyi çıkarıyorum bu aralar. Artık görüşmediğim ama zamanında benim için değerli olan insanların da şarkıları duruyor kafamda. Bir de daha şarkı veremediğim birkaç kişi var. Onlar için de şarkı arıyorum. Bu arada bir tek Sinan’ın şarkıları hızla değişiyor. Onun için bir süre ara vermem ve büyümesini beklemem gerekiyor sanırım. Bazı geceler müziği sonuna kadar açıp karşımızda insanlar varmış gibi dans edebildiğimize, kendi çapımızda şovlar yapabildiğimize göre, onunla sıkı bir listemiz olacak. Deşarj olmaya çalışıyoruz işte. Biz annelerin kendilerini rahatlatmaları için böyle birkaç yol bulması lazım sanırım. Yoksa çocuklar yandı!