Çocuklarını boşandığı eşlerine karşı koz olarak kullanan ya da çeşitli nedenlerden dolayı göstermeyen ünlü ya da ünsüz on binler var. Hemen hepsinin ortak sorunu velayet mağduru olmaları.
Velayet mağduru bir baba geçen haftaki yazım üzerine bana bir çağrıda bulundu: "Velayet mağduru babalardan çevremde o kadar çok var ki! Bizler sesimizi; erkeklik gururumuzdan, hislerimizi açığa vurmaya utandığımızdan, kanunların yarattığı ayırımcılıktan sonuç alamadığımızdan, yılgınlığımızdan, çocuklarımıza kötü bir baba imajı bırakmak korkusundan duyuramadık. Hep sessiz kaldık. Yastığa rahat başımızı koyamadık, aynayla konuştuk, duvarlara yakardık, birbirimizden destek aldık, birbirimizin omzunda ağladık. Biz belki de binleriz, on binleriz... Sessiz, yılgın, mutsuz on binler...
Eski eşlerimizin gözünde veya gerçekte ne olursak olalım birer baba olduğumuzu, çocuklarımızı en az anneleri kadar sevdiğimizi anlatamadık. Tüm boşanmışlara kendi aralarında her ne yaşanmışsa yaşanmış olduğunu; babaları veya anneleri aleyhine çocuklara bir şey anlatılmaması gerektiğini iletir misiniz? Tüm bunları bizim için, toplum için, çocuklar için yapar mısınız?"
Mutsuz ebeveynlerin ve mutsuz çocukların sayısını azaltmak için velayet mağduru bir babanın kızına yazdığı ama gönderemediği mektubunu sizinle paylaşmak istedim.
Kim derseniz, adı bende saklı...
Dörtdörtlük bir Çerkez’in evladı olarak dünyaya geldiğimden midir, babama doyasıya sarılmak kısmet olmadı bana. İçim giderdi sokakta babalarının kucağındaki bebeleri, baba-oğul, baba-kız el ele gezen çocukları görünce. Oysa bırakın babamın elini tutmayı, bana sarılmasını, başımı okşamasını, bayramlar harici bir öpücük dahi alamadım hayatımda. 18’ime basmadan kaybettim babamı. Ağız dolusu "babacığım" diye sarılamadan, içime çekemeden kokusunu. Kısmet tabutuna ve kefen içerisinde mezarına indirirken sarılmakmış babacığıma. O acı anımda bile bunu düşünmüştüm.
Bir sene sonra Türkiye 38.’si olarak İTÜ Gemi İnşaatı Fakültesi’ne girdim. Ama artık sevinecek, benimle gurur duyacak bir babam yoktu! Nafile ve kısık bir ses ile okudum mezar taşına sınav sonuç belgemi. İlk kez ama haykırarak söyledim onu ne kadar çok sevdiğimi: "Seni seviyorum baba..." Hep hayal ettim. Eğer bir gün çocuklarım olursa onlarla arkadaş olacaktım. Uzaktan ve gözlerimle değil, sarılarak, öperek, kucaklayarak, konuşarak, sevecektim.
Doğmadan ona aşık oldum
Eşimin hamile kaldığı müjdesini aldığımdaki sevincimi anlatamam, hele bir kızım olacağını öğrendiğimde kendimi Allah’ıma çok daha yakın hissettim. Efsanevi ’baba-kız aşkı’na daha kızım doğmadan düştüm. Kendimi hazırlamaya başladım. Kızımı 9 ay ben mi taşıdım, anası mı Allah bilir. Günü çattı, saati geldi. Nihayet kızımı elime aldım.
Şirketimi yeni kurmuşum. Ne cumartesi var ne de pazar. Uyumak üzere eve geldiğim 3-5 saatte de kızıma doymaya çalışır, her uyandığında başında ben olurdum. Altını değiştirir, sütünü verirdim kızımın.
Ancak eski eşim taksidini ödediğim evi annesinin üzerine yapmaya, bankadaki ortak hesabımızı sıfırlamaya kadar ileriye gidince bana iki don bir gömlek ile evi terk etmek kaldı. Ve o, ilk bir-iki aydan sonra biricik prensesimi göstermemeye başladı. Bana en büyük eziyetin bu olacağını biliyordu.
Yalanlarla büyüyor
Şaka değil, boşanmadan sonra 7 yıl boyunca kızımı ancak haciz ile görebildim. Tam yüz küsur kez... Bunun için yapmanız gereken işlem haciz için borçluya yapılan işlemden daha zor. Her cuma adliyeye gidilir, ücret yatırılır. Sonra çalışan memurlara pazar günü sizinle gelsin diye yalvarılır. Her konuda anlaştığınız memur pazar günü gidilip evinden alınır, adliyeye getirilir, dosya alınır. Daha sonra karakola gidilir, polis alınır. Kızımın evine gidilir. "Sağlam aldım-sağlam verdim" diye teslim-tesellüm tutanağı polis ve memur gözetiminde karşılıklı imzalanır. Sonra sırası ile polis karakola ve memur evine bırakılır.
15 yaşına kadar anne-teyze-anneanne üçgeninde yalanlarla doldu kafası prensesimin. Son 5 senedir, yani yeni evliliğim boyunca kızımı hacze gitmiyorum. Evliliğimin ilk yıllarında kızımı gösteren annesi son iki senedir yine eski silahını kullanır oldu. Kızımı okulu dışında yine göremiyorum. Yakında yeni bir bayram var. Prensesime sarılamayacağım, onu koklayamayacağım bir başka bayram. Tıpkı bundan 35-40 sene önce babacığıma sarılamadığım bayramlar gibi.
Hálá içim gider sokakta baba-kız gezen çocukları görünce. Bu nedenle bayram sabahları ben aynı kábusla uyanırım. Kızım mezar taşıma haykırır; "Bayramın kutlu olsun. Seni çok seviyor(d)um baba...