Paylaş
2010’dan itibaren Arap baharının ilk kıvılcımının çaktığı ülke olan Tunus’ta gelinen bu nokta ne anlama geliyor?
*
ARAP baharını anlamaya çalışırken yapılan en büyük hatalardan biri Mağrip’ten Ortadoğu’ya kadar Arap dünyasını aynı perspektifle anlamaya çalışmak sanırım. Oysa tarihi geçmişleri, gelenekleri, siyasi, etnik ve dini yapıları bu ülkeleri benzeyen yanları olsa da büyük ölçüde birbirinden ayırıyor.
Demem o ki, ‘bahar’ sürecinde birbirleriyle etkileşim içinde olsalar bile Tunus; bir Mısır ya da Libya değil.
*
16-18’inci yüzyıllar arasında Osmanlı’nın bir vilayeti olan Tunus, sonrasında uzun yıllar Fransız işgalinde kaldıktan sonra 1956’da bağımsızlığını kazandı.
Fransa’da hukuk eğitimi almış olan bağımsızlık lideri Habib Burgiba, ülkesinde hem sevilen, hem de nefret edilen bir liderdi. Katı laik bir uygulamadan yanaydı, bu dönemde İslami bir yönetim isteyen akımlar sert bir şekilde bastırılmış, kovuşturmaya ve işkenceye uğramıştı.
Ülkesinin modernleşmesi, sanayide gelişmesi, turizmde ilerlemesi için çalışıyordu. Kadın haklarını önemsiyordu; çok eşlilik yasaklanmış, peçe kalkmıştı. Öte yandan baskıcıydı. Ülkesinin siyasi sistemi sorulduğunda; “Sistem mi? Ne sistemi? Sistemin kendisi benim” diyecek kadar demir yumrukluydu.
Ölene kadar devlet başkanı olmayı planlıyordu. Ekonomik zorluklar, sendikalarla yaşadığı sıkıntı, baskıcı tutumu kendi sonunu hazırladı. 1987 yılında Burgiba, 84 yaşındayken sağlık sorunları öne sürülerek kansız bir darbeyle devrildi.
*
REFORM vaadiyle gelen başta İslami kesimlerle uzlaşmayı deneyen Zeynel Abidin bin Ali’nin dönemi de aslında Burgiba rejiminin devamı gibiydi. Bin Ali, Müslüman Kardeşler bağlantılı Ennahda’yı terörist örgüt olmakla itham ediyor, darbe girişimi planlamakla suçluyordu.
17 Aralık 2010 tarihinde bir zabıtayla tartışan üniversite mezunu Muhammed Buazizi isimli seyyar satıcı gencin kendini diri diri yakması; toplumdaki ekonomik sıkıntılar, ayrımcılık ve dışlanma hissinin yarattığı tepki birikiminin patlaması için bir bahane yarattı. Ve günlerce devam eden protestolar Bin Ali’yi istifaya zorladı.
Tunus, tüm Arap dünyasını (başta Libya, Mısır, Suriye...) sarsacak yeni bir döneme uyanmıştı. Bin Ali yurtdışına kaçtı.
*
YILLARDIR sürgünde olan İslami eğilimli Ennahda lideri Raşid Gannuşi, Tunus’a geri dönmüştü. İlk seçimlerde Ennahda iktidar olmuştu. Güvenliğin sağlanması, ekonomik krizin aşılması gibi Tunus’un çözüm bekleyen acil sorunları vardı.
Şeriatı, demokrasi ve Batılı kurallarla harmanlayacaklarını söyleyen Gannuşi, parti içindeki aşırı dincileri de dengelemek zorundaydı.
Bir yandan da 2011 tarihli Yasemin devriminin artçı şokları devam ediyordu. İki laik siyasetçiye suikast düzenlenmişti. Ennahda’nın hatalı politikaları sorumlu tutuluyor, ülke yine kaynıyordu. İslami parti, kaosa izin vermemek için iktidarı teknokrat bir hükümete devretmeyi kabul etti.
*
VE bu yıl ekim ayında yapılan parlamento seçimleri ve geçen haftaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinden laik Nida Tunus galip geldi. Genel seçimlerden ikinci parti çıkan Ennahda, kazanamayacağı tahminiyle cumhurbaşkanlığı seçimleri için aday göstermemişti.
Eski rejimin kalıntısı gözüyle bakılan eski bakan ve başbakan Baci Kaid es Sibsi, 88 yaşında yeniden ülkenin umudu oldu. Seçime katılımın yüzde 60 olduğu ülkede Sibsi yüzde 55.6, rakibi Munsif el Merzuki ise yüzde 44.3 oranında oy aldı.
Tunus önemli bir dönemeçte…
Yasemin Devrimi’ni tetikleyen unsurlar daha ziyade işsizlik, hayat pahalılığı, ekonomik kriz, devlet kademelerindeki yolsuzluk gibi sorunlardı. Bu problemlerin büyük bir kısmı hâlâ olduğu gibi duruyor.
Şimdi Cumhurbaşkanı seçilen Sibsi, ya bu meselelere çözüm üretir, üstüne üstlük daha demokratik, daha katılımcı, daha kapsayıcı bir siyasi yapı kurarak, devrimi bir üst versiyona taşır. Ve Tunus bu defa gerçekten örnek gösterilmeyi hak eder.
Ya da eski rejimin toplumun kaynaklarını sömüren, ayrımcı, baskıcı, dışlayıcı yöntemlerini benimseyerek Tunus’u başladığı yere geri götürür.
Paylaş