Paylaş
Gecenin dördünde, çocukluğundan anlattığın hikâyelere gülmekten, sezaryen yaralarım sızlardı.
Yeni anneydim daha, sana da çok ihtiyacım vardı. Sen ne iyi bir hemşireydin.
Bebekler eline doğardı. Hani bir tanesi o kadar büyük doğmuştu ki, çarşafla zapt edememiştin, ona da ne gülmüştük.
İçimi rahatlatırdı başka doğum hikâyeleri dinlemek. Sende çok vardı onlardan.
İki de kedin vardı. Birinin adını Çapul koymuştun. Vicdanın vardı.
Seninle kısa zamanda arkadaş olduk. O yaz, bağıra çağıra Whitney Houston şarkıları söyleyip denizlere baktık.
Dolmalar sardın, saçlarımı boyadın, düğümlerimi taradın.
Oğlumun gazını çıkardın, yanına yattın, üstünü örttün.
İlk karşılaşmamızı hiç unutmuyorum. Ben yürüyüşten gelmiştim. Paniktim.
Bebek süt içmiyordu. Sesim titriyordu. Hastaneyi arıyordum.
Bir bebeğe nasıl bakılıyordu? Aç mı kalıyordu?
Sen gelmişsin, salonda bekliyormuşsun, iyi bir hemşireymişsin, emzirme konusunu iyi biliyormuşsun.
Bebek kucağımda ağlıyordu. Bana baktın ve ilk cümleni kurdun: “Her şeyden önce şu omuzları indirin, derin bir nefes alın, bir rahatlayın.”
Bu cümlenle sana teslim oldum ben. Omuzlardan bahsetmen iyi olmuştu.
Öyle omuzlar kulakta, gergin gergin, bebek mi emzirilirdi canım.
Sonra bitmez, uzun gecelerimiz başladı seninle. Uyumuyorduk, konuşuyorduk. Ben uykusuzluğu, yorgunluğu, sızlayan bakamadığım yaramı, senin hayatına girerek unutuyordum.
“Anlat Zeynep” diyordum, “Çanakkale’nin Yenice köyünde geçen çocukluğunu anlat. Bahçenizde hangi meyve ağaçları vardı?”
Yanında yedi-sekiz fotoğraf taşırdın. Biri erken yaşta kaybettiğin, gül yüzlü annen, kardeşinle seni leğende yıkarken. Bakıp bakıp gülerdik, böyle de yıkanıyor işte diye.
Ama en çok kardeşinin doğumunu anlatmanı severdim. O çok komikti.
Annen kardeşini evde doğurmak üzere, sana diyor ki: “Zeynep koş ebeye haber ver. Annem doğuruyor de.”
Sen de küçücüksün. Ebe ne, ne yapacak onu bile bilmiyorsun. Başlıyorsun aheste aheste yürümeye...
Sonra yolda bir şeftali ağacı görüyorsun, durup bir güzel şeftali yiyorsun.
İşte burası beni mahvediyordu hikâyenin. Doğumdan yeni çıktığım için, benim canım hikâyemdi bu.
3 ay, 24 saatim seninle geçti. Hayatımı biliyordun işte. Ben de seninkini.
Kendimce sana moraller veriyor, “Barış, affet” diyordum kalbini kıranları.
Söylemesi kolaydı. Hep kolaydır söylemek. Ama sen koca yürekliydin. Affettin, barışlar yaptın. Seninle gurur duydum ben.
Sen giderken ağlamayacağım demiştim, öğle vaktiydi, güneş tepemizdeydi. Üç ay dolmuştu işte gidecektin, yüreğinde seni sevebilecek bir erkeğin heyecanı vardı.
İkimiz de ağladık. Ne güzel yazdı. Ne güzel arkadaşlıktı. Ne kolay geçti seninle o günler.
Keşke şu mide küçültme ameliyatını olmasaydın da, aramızda olsaydın, bunu okuyup beni arasaydın, telefonda o günleri anıp ağlaşsaydık.
Ama şimdi tek başıma ağlıyorum ben. Çünkü sen artık yoksun. Olsan da olmasan da ben seni çok seviyorum.
Mekânın cennet olsun canım arkadaşım. Güzel hemşire.
O tatlı annenin omzuna daya başını, huzur bul yeni sonsuzluğunda...
Paylaş