Yolculukta

Uzun zaman önceydi. Ne kadar uzun olabilirse işte. Anladım ki, doğumuyla insan yola düşermiş.

Sonra bir süre daha geçti. Gördüm ki, bu yolculuk, bizden bağımsız ilerleyen bir vasıtayla gerçekleşiyor. Bu hem içime su serpti hem de hoşuma gitmedi. Kadercilik, pasiflik gibi geldi. Ne yani, direksiyonu sağa sola kıramaz mıyım? Ne yani, dört yol ağızlarında ya da yol ikiye ayrıldığında, ben değil miyim birine sapan? Ya da seçmeyip, orada kalan (ki, bir terazi burcu olarak, kimselere tavsiye etmeyeceğim favori pozisyonumdur)?

Sonbahar yaprakları nihayet İstanbul’a vardığına göre, bir süre, teslimiyeti kabullenebiliriz bence. Hani değiştirmek ve seçmek zorunda olduklarımızı rüzgara bıraksak? Hani ne bilelim değil mi, bir yere gider tohum olur, ya da kurur kalır heba olur... Hayatla ilgili emin olduğum bir şey varsa, o da hiçbir şeyin olduğu gibi kalmadığı. Bu da onu heyecanlı kılan şey. İnsan da komik varlık, her şeyi sabitlemek ister. Ya da yok etmek. Hiçbir şey yok olmuyor desem, fazla mı ileri giderim. Görmediğim yerlere giderim evet, ama his diye bir şey var. Tuzlu hisler var insanın içinde. Hayatına lezzeti katan baharatlar var. Fark etmeden salınmaya başladığın şarkılar gibi, çoğu şey kendiliğinden. Dur işareti, geç işareti, yok bekleler falan var mı sanıyorsunuz? Kendi üzerinize fazla çullanıyorsunuz bence. Bana ne kadar benziyorsunuz.

Bu aralar, şehrin sokaklarında yeni şarkılarımı gezdirmeye başladım. Biraz alışsınlar istiyorum dışarıya. Hep stüdyoda olmaz değil mi?... Gece yarıları arkadaşlarımı evlerinden alıp, bedava boğaz turu ve bir şarkı. Şermin’i aldım iki gün önce, şarkı bitince ağlamaya başladı. O ağlayınca, ben de ağlamaya başladım... "Ne kadar değiştin, büyüdün, kalbi ortada oldun" dedi bana. Xl’i radyolar ilk çaldığında da ağlamıştı. O güne benzedi. Bazı insanlarla kurulan bağ, etten, sütten, kömürden, ateşten. Kopmayan bir şeyden. Ne güzel. Onlar senin, sen onların yolculuğuna şahit. Yoksa da orda, ordayken de yok gibi. Yani tamamıyla var.

Londra’da Damien Hirst’ün sergisine gitmiştim. Adam güzel hayvanları bir maddenin içine koyup, sonsuza dek aynı kalmalarını sağlıyor. Zebraya bakmaya gitmiştim aslında. Kafasındaki tüyler birer birer uçuşuyor gibiydi. Capcanlı, dipdiri duruyordu. Koca bir akvaryumda, bir sonsuzlaştırıcı sıvının içinde. Ölüme gülüyordu kıs kıs. Etrafında dolandım. Gözüme doladım her ayrıntısını. Ama en güzel şey, adamın bu hayvanlara taktığı isimdi: Beautiful inside my head forever. (Aklımda sonsuza kadar güzel)... Biriyle yolculuğa çıkarken aklımızda bulunsun, bence ilk yola çıkışta ne varsa, o saklı kalsın. O maddenin içinde korunsun. Aşık olduğumuzda, onda ne bulduğumuzu soranlara, ’aklımda sonsuza kadar güzel’ diyelim.

Aklımızda sonsuza kadar güzel kalsın bu yolculuk, şahitlerimiz olsun şahitleri olalım, direksiyonu bırakalım. Nasılsa kendi kendine gidiyor...

İşte ellerimi bırakmış, el sallıyorum size.
Yazarın Tüm Yazıları