Paylaş
Hani vardır, aslında bir şeye benzemeyen şarkılar, sırf çocukken duydun diye ilk notalarıyla gözlerini doldurur. Belki öyle bir şey.
Bir dakika. Aslında bir şeye benzemediğini falan söylemiyorum. Aslında söylüyorum da. Çünkü kendinden başka hiçbir şeye benzemiyor. Onun için arkadaşım oldu. Belki onu senede sadece bir hafta görebildiğim için bilmiyorum.
Her defasında karışık bir kafayla, uzun bir yoldan geliyor. Ta Avustralya’dan. Sanki dünyada başka yaşayacak yer bulamamış gibi. Gitti en uzağa oturdu.
Gelir gelmez kocaman saçlarını sallayıp, içindeki bütün tozu dumanı ayaklarıma döküyor. Elektrik süpürgesinin torbasını boşaltırsınız ya, öyle kafasının içi.
Bir ara herkes ne güzel derin derin konuşuyordu. Sonra ‘kafa açmak’ diye saçma sapan bir deyim peydah oldu. Komik bulundu. Kim biraz ciddi ciddi soru sorsa, bunalsa, bu laf ortaya atıldı, duyan herkes kahkahalarla güldü.
Sonra kaçtı derin düşünceler. Küstüler. Ben de bir süre bu kelimenin etkisinde kaldım. Düşüncelerini toparlamaya çalışmaktan başka şeye vakit ayıramayan ben bile, “Amaan be gezelim tozalım, gülelim, oynayalım” demeye başladım.
Neyse ki etrafımda bu deyimi kullanan kimse yoktu. Duman üfleyerek boşverenler kulübünün hiçbir zaman üyesi olmadım. Evet bununla gurur duyuyorum.
Eğer kafan çalışıyorsa, açacaksın. Tıkalı kafadan kim ne fayda görmüş?
Ama işte bazen bir deyim gelip her şeyi berbat edebiliyor.
Ha, bu arada, Ceren de hiçbir zaman o kulübün üyesi olmadı.
“Seninle ya derin derin konuşuluyor ya da susuluyor” demiş ona biri. “E, doğru” dedim. Hazır o gelmişken bir sürü temizlik yaptım. İnsan yanında arkadaşı olunca daha bir canlanıyor, pencerelerini açıyor.
Hayatımın ritmini duydum, hikayemin ana fikrini hatırladım, gereksiz diyalogları sildim.
Bazen kim bilir nasıl bir yolda, kim bilir saat kaçta arabasını sağa çekip telefon eder. Ağlayarak “Seni çok özlüyorum” der. Ben telefonu ondan tamamen farklı bir ışıkta ve kalabalıkta açarım. Ama mutlaka “Ben de seni” derim. Çünkü nerede olursam olayım, ben de onu çok özlüyorumdur.
Her insanın, hiç çekinmeden “Salak salak konuşma” diyeceği bir arkadaşa ihtiyacı vardır. Ve eğer onu bulursa şayet, kaybetmemek iyi olur.
Dünyanın öbür ucunda da olsa, nefes alıp veren ruhunun rüzgarı dünya döndükçe sana vurur. Nasıl oluyor sormayın. Ama oluyor işte.
“İnsanlara amma soru soruyorsun” dedi bana. Ben de ona “Kafan sürekli sisli, bir netleşemiyorsun” dedim.
“Haklısın” dedim, o da bana “Haklısın” dedi.
Arkadaş dediğin, diğerlerinin hakkında düşünüp de yuttuğu cümleleri ağzından kaçıracak. Kalpten kopan her şey duyulur. Ve asla yaralamaz. Kesse bile kanatmaz.
“Sürekli erteliyorsun ama ben de erteliyorum, o yüzden seni anlıyorum” dedi. “Sen kimlere öfkelenip bağırıyorsun? Bence insan en çok bağırabildiklerine yakın” dedi. Ama kendimce çürüttüm onun bu teorisini.
Yine yokuş aşağı yürürken “Şanslıyız” dedik. Yine birbirimizin oğullarını öpüp kokladık.
Bu sefer geçen sene olduğu gibi birer defter alıp, içinde herhangi bir sayfaya, sıra geldiğinde okunacak gizli bir cümle yazmadık. Geçen senekileri okuyan olmadı çünkü.
Yine Beşiktaş’tan gidip birbirinin aynı iki pijamadan aldık. Eskiden beraber kaldığımız zamanları unutmamak için belki bilmiyorum. Ama herhalde giyen olmaz bunları. Pembe ve çirkinler.
Giderken yine diyete girmeye karar verdi. Oğlanın küçülenlerini oğluma bıraktı.
Sarıldı, bir daha sarıldı. Bir daha sarıldım. “Yine gelin” dedim. 21 yıldır neden onun yanına gitmediğime hüzünlendim. İçimden bir ses iyi bir arkadaş olmadığımı söyledi.
“Sen sus” dedim, “Ona Ceren karar verir”.
Paylaş