Eric Clapton’ın otobiyografisini okuyorum. Bir sayfaya geldim ki, ayağa fırlayıp inanamıyorum demeye başladım.
Geceydi ama herkesi uyandırıp, anlatmam gerekti. Eric Clapton, henüz meşhur olmadan, Beatles’ın alt grubu olarak konserlere çıkıyor. Kendisi, benim olduğum sayfalarda, kendi sound’unu yeni yeni bulan bir beatles-sevmez. Popüler olana duyulan nefret, özellikle, entellerine dantel geçirenlerin pek kimlik kazandığı bir şey malumunuz.
O da onları fazla pop, folk cart curt buluyor. Derken, birgün Paul Mc Cartney geliyor kulise. Yeni yazdığı bir şarkıyı, müzisyen arkadaşlarıyla paylaşmak istiyor. Ve, şu hepimizi nesiller boyu teslim alacak olan "Yesterday"in ilk küçük melodiciğini çalıyor. Henüz o kadarını yazmış. Fakat sözleri bildiğiniz gibi değil, şöyle: Scrambled eggs/ everybody calls me scrambled eggs... (çırpılmış yumurta/ herkes bana çırpılmış yumurta der) Sizden ricam, şu haliyle bir söyleyip, şarkının ilk halini hissetmeniz.
Evet, ben olsaydım, onu öyle bırakırdım. Nesiller boyu olamamasını da, sağlamış olurdum böylece. Şarkıların ilk hallerine dair, batıl bir inancım var. Dı. Tabi, yıktım onu. Çünkü, "Yesterday" gibi bir şarkı sözü, çırpılmış yumurtanın yerine geçebiliyorsa, bunu ben de yapmalıyım. Şarkı yazarları, ne derlerse desinler, tek istekleri daha çok dinlenmektir. Ve o şarkı, yumurtayla başlasaydı böyle büyük bir çarpana ulaşamazdı.
Hmmmm, yumurtayla başlayan bir diğer şarkı da, ’Kek’ şarkısı! "Üç yumurtayı kırdım önce" diye başlıyor. Ve öyle kalıyor. O artık hep, öyle başlayacak. Çünkü kulis mırıldanmasından, halka sunulmasına kadar olan süreçte, rafine edilmedi. Acaba edilse, şansı daha mı çok olurdu? Mesela... "Daha dün bütün dertlerim ne uzaktı" olsaydı. Sizden tekrar rica etsem, bu halini test eder misiniz? Öteki gibi bir teslimiyet yaratıyor mu sizde?
Çoğu genç insan, (gençlik çok şapsal bir zaman aynı zamanda. Çünkü bir sürü yanılgıyı, gururla ve büyük bir enerjiyle taşıyorsun.) en güzel şarkıların, uzun zamanda acı çekilerek yazıldığını sanır. Bu oldukça romantik görüş, aslında doğru değil. Tam tersi, insan kendini en bıraktığı zamanda, ani bir tulum düşüyor tepeden. Sansürsüz, çoğu zaman saçma, kaba. İşte o çok kısa zamanda gelen şeye, sahip çıkma sanatı bu. Onu bu denli güzel yakalayıp, bir güzel demleyenlere hayranım. Çünkü ben, tembelim. Akbaba kelimesinin yerine bile bir şey bakmadım. Onu öyle sokağa saldım.
Şunu da öğrenmiş oldum: En olgun duran şey bile, bebekti. Daha dün, her şey yumurtaydı.