Yeni anormal

Bu üç ay her şey o kadar tepetaklak oldu ki, her şeye tepesinden taklağından bakmak gerekti.

Haberin Devamı

Sanki Truman Show gibi bir filmde, alan memnun satan memnun bir hayat yaşıyorduk da, o sahte güneş söndü, kısa devre yaptı.
Biz de bazı gerçeklerle sırılsıklam olmak zorunda kaldık.
Sıçan gibi ıslandığımız yetmiyormuş gibi, korkudan da tir tir titriyorduk.
Evimize, içimize, birbirimize kapandık. Çıkamadık. Çıkmadık da.
Sonra işte, ‘başka şekilde yapın artık ne yapacaksanız’ gibi bir şey oldu.
Mecburen onlar denendi.
Sağlığını, işini, sevdiğini kaybedenler oldu.
Bir savaşı evinden izleyenler gibi tedirgin, izledik olanları. Hâlâ da izliyoruz. İnsan alışıyor denir ya, insan alışırmış gerçekten.
Dün üç aydır ilk defa bir restorana gittik.
Garsonlar eldivenli, maskeli, biz ise “Biz neredeyiz” gibi bir ruh haliyle, içimizi sakinleştirmeye çalışıyoruz.
Normalleşme böyle bir şey mi acaba?
Ağlayan bir çocuğun, kendi kendine yavaş yavaş susması gibi...
Belki kendimize de bunu yapacağız.
İçimizdeki korkudan ciyak ciyak ağlayan çocuk susana kadar, yanında durup elimizi tutacağız. Normalleşme bu belki.
Dışarda, bir bardaktan korkmadan su içmek yine ya da yolda biraz yakın geçmek birine.
Bilmiyorum aslında normalleşmek ne. Belki de bir daha hiç o eski normal, yeni normal olmayacak.
Yani normal de olmayacak belki, konuşulmayan bir anormallik olacak belki salgın sonrası hayat.
İçimizi karartmak da istemiyorum ama, bu ağlayan çocuğun geleceği ne olacak?
Tamam, ağlamasına izin verelim sadece yanında olalım, duygusu dışarı çıksın.
Peki gitgide ısınıp, bütün ayarlarını bozduğumuz bu gezegende nefes almasını nasıl sağlayacağız?
Stephen Hawking, ölmeden önce, “İnsanlık ya 30 sene içinde Ay’ı ya da Mars’ı kolonileştirir ya da yok olur” demiş.
Ödümüzü koparmak da istemiyorum ama, insan hayatı gibi bu gezegenin hayatı da pamuk ipliğine bağlı.
Bazen geceleri, yıldızlara bakarken, çoğunun sönmüş olduğunu ama zamanda ışığının hâlâ bize doğru geldiğini ve kayan yıldız dediklerimizin, atmosferde yanarak dünyaya düşen küçük meteorlar olduğunu düşündüğümde...
Her şey o kadar gerçeküstü geliyor ki.
O yıldız aslında orada yok, kayan yıldız dediğimiz şey aslında yıldız değil...
Her şey masal gibi aslında.
Uzayın karanlığında, içi yanan bir taşın üzerinde çılgınca dönüyoruz.
Üstelik topaç gibi kendi etrafımızda döndüğümüz yetmiyormuş gibi, bir de güneşin etrafında delicesine dönüyoruz.
Biz ona ‘güneşimizsin, yörüngenden çıkmayız’ yemini etmişiz, o da bize mevsimlerle gecelerle gelmiş gibi. Tuhaf bir anlaşma.
Salgın ve evrenle aramızdaki bu tuhaf anlaşmalar yaşanır ve dünya, bütün güzelliğine rağmen, gitgide yaşanmaz bir hale gelirken, nasıl olacak da yine konserler, çekimler, kayıtlar başlayacak?
Bir şekilde, hayatımıza, alıştığımız şeylere geri döneceğiz sokağa çıktığımızda.
Ben de çoğumuz gibi her şeye yeniden baktım, hatta yeniden başladım. Mesela gitara.
Koza zamanımda, bu içe dönüşe en iyi gelen şey o oldu.
Kitaptan, filmden bile iyi pansuman oldu.
Her gün ders alıyorum. Ders tabi ki online.
Online dersin çok güzel yanları var.
İstediğin yerde, istediğin kadar patinaj yapma hakkın oluyor. Tam benlik.
Aynı şeyleri tekrar tekrar çalıyorum.
Anlaşılan benim için bir şeyleri yüzlerce kere tekrar etmenin zamanı.
Salgına karşı bulduğum panzehir, ağlayan çocuğu da sakinleştiren şey bu oldu.
Size de öneririm.

Yazarın Tüm Yazıları