Yaz yaz yaz bi kenara yaz bütün sözlerimi ii

Ağustos böcekleri var ya, hani yazın hep çalıyorlar, çiftleşmek için kendilerini dallara sürerken çıkarıyorlarmış o sesi.

Paralıyorlar yani kendilerini. Onları susturmanın bir yolunu öğrendim. Yanlarında beyaz çarşaf sallayınca susuyorlarmış. Tek görebildikleri renk, beyazmış. Doğa gizemlerle dolu. Beyaz çarşaflar da. Ben de. Siz de. Deneyelim, deneyen kısaca yazsın bana: Oldu ya da olmadı.

Güneş çok zararlıymış. Özellikle UVA ışını. O UVB gibi bronzlaştırmaz, derinin alt katmanlarına iner, hücreleri bozarmış. Hani yaşlandıkça, insanın elinde yüzünde kahverengi lekeler çıkıyor ya, UVA’danmış. Ona karşı doğru düzgün koruma sağlayan bir krem de yok. Bu durumda yapılması gereken tek şey, güneşe bile çaktırmadan, günlük 15 dakikalık D vitaminimizi alıp, gölgelerin dostu olmak. İki yıldır, güneş ışınıyla hiç vurulmadım diyebilirim. Hop, pıt, bıdı bıdı bıdı geçiyorum, yüzüyorum altında, ruhu duymuyor. Gerçi, şimdi Afyon’da film çekiminde, kendim değil de, Mimi (zaten günlük hayatta da canlandırdığım, ama kılığında gezmediğim karakter) olduğumda zor. Çillerim çıktı. Beyazım. Yaza uymadığıma karar verdim. Kuzeyliyim ben, ruhen. Dünya yörüngesinin uçlarındayken ve güneş tepelerde değilken, daha rahat ediyorum ben bu evrende. Ayrıca, dünyanın eğikliği de beni rahatlatıyor.

Yaz demedim, kış demedim, ağır şeyler okudum. 7 günahın anlatıldığı, küçük kitaplar buldum. Nedense elim "Envy"e gitti. Türkçesi "Haset" galiba. Diğerleri oburluk, açgözlülük, tembellik, şehvet, mağruriyet, öfke. Onlarla başedilebilir gibi geldi ama öbürü... Diyor ki, kıskançlık sende olan şeyi başkasından sakınmayı istemek, ama haset! O, başkasında olanı, ondan sakınmak istemek. Yani düpedüz birinin mutsuzluğunu, eksikliğini, yokluğunu istemek. Çok karanlık bir tarafımız çok! Bunları, öfkeden istemek anlaşılabilir belki. Fakat bunu hasetten istediğinde, önce kendini ezmen, en çürük halini alman gerek. Kendini o kadar yetersiz, küçük, hatta yok hissediyorsun ki o var diye, "İkimiz de yanalım varsın" diyorsun. Bunu kendimde görmedim diyen, yalan söyler. Söylesin, 7 günahın arasında yok. Serbest.

Yazıma damgasını vuran iki şarkı: İbrahim Tatlıses’in "Kop gel" coverı ve Cankan’ın içinde "Yaranamadım yavrum yaranamadım" dediği rap’i. Sette, arada bir durup durup, herkes birbirine bunlardan birini mırıldanıyor. Demek ki, Afyon havasında bunlar geziniyor. Gidip, hayatımda ilk defa bir İbrahim Tatlıses albümü aldım. Mimi istedi.

Hah, bir de insanın espiri kaldırabilme gücünün formülünü buldum. Mucit bir yaz bu. :

:)=eg/y

:) : espiri kaldırabilme debisi, kahkahanın samimiyeti. eg: espirinin gücü, y: yara

Şimdi, hiçbir matematik delisi bana haset yapıp, bu böyle işlemiyor falan yazmasın. İnsanın espiri kaldırabilme gücünü, o konudaki yarasının azlığıyla açıklıyorum. Tabii bu espiri türü, o şahsa yönelik dalga geçmelerle sınırlı. Örnek: Birinin seni ince seslerle taklit etmesi. Birinin seni zayıf tarafından gıdıklaması. İnsan, kendine güven duyduğu alanlar aşağıya çekildiğinde, düşmüyor. Örnek: Birinin benim yazılarımla dalga geçmesi. Kendine güven duymadığı konularda düşüyor, samimiyetsizce gülüyor :) gibi. Örnek: Kendimden bir şey aklıma gelmedi. Siz, içinizden düşünün... Ha ha ha... Bu formülden, aynı zamanda yaranın ve espirinin yoğunluğu da hesaplanabilir.

Ne... Kafama güneş mi geçmiş benim? Sanmıyorum. Kesinlikle bu yazdıklarım saçma değil. Hem çiçekten böcekten, hem hasetten neşeden, hem de İbrahim Tatlıses’ten peşpeşe bahsetmek kolay iş değil.
Yazarın Tüm Yazıları