Paylaş
Bütün oklar kendimize döndü. Çocuklar rahat bırakıldı.
Onlar sevgiden gelmiş küçük merak toplarıydı ve kendi yollarını bulurlardı.
Bizim yollarımızda gezinmeleri gerekmezdi.
Herkes kendine çekidüzen vermeli ve Gandhi’nin dediği gibi ‘dünyada görmek istediğin değişimin kendisi ol’malıydı. Ol.
Aslında çok şey gizli bu iki harfte.
Ol, nezaket istiyorsan, nazik ol. Sana güvensinler istiyorsan, güvenen ol.
Sevilmek istiyorsan, seven ol.
Çocuğun çalışkan olsun istiyorsan,
çalışkan ol.
Teşekkür etsin istiyorsan, teşekkür eden ol.
Sen ol ki, o da olsun. Oldurmanın tek yolu olmak.
Demek, söylemek, dilinde tüy bitirmek, tehdit etmek, ödül vermek boş.
Tek yolu, o şey olmak.
Neyse ben bizi ziyarete gelen Waldorf danışmanımız Ulla’ya bunu sormuştum: Yani sen bize çocuğunuzda görmek istediğiniz şeyin kendisi olun, ya da ne yapın edin, ona dönüşün mü diyorsun? Evet dedi.
Vay be, insan onca niyet ediyor kendini değiştirmeye, bir çocuğun olunca mecbur kalıyorsun.
Bir bundan etkilendim.
Yani, sen evini, odanı, dağıttığını toplamıyorsan, o niye toplasın?
Sen teşekkür etmiyorsan o niye etsin?
Seni yalan söylerken duyuyorsa, o niye dürüst olsun?
Sen bağırıyorsan, o niye bağırmasın?
Oklar, spotlar ve tüm mikrofonlar döndü mü yine anneye babaya öğretmene? Döndü.
Sonra, güzel bir soru sordu Ömer, “Neden Waldorf’ta yavaş hareket etmek önemli” diye.
Ulla’nın cevabı yine çok güzeldi: “Hem sen, hem de küçücük bir çocuk senin ne yaptığını net görebilsin diye!”
Hızlı hareket edersen, ne sen ne yaptığını anlarsın, ne de o seni takip edebilir.
O günden sonra, kendime bir ‘slowmo’ (yavaş çekim) düğmesi taktım.
Su mu dolduruyorum? Yavaş yavaş dolduruyorum.
Kitabı alıp yerine mi koyuyorum?
Yavaş yavaş koyuyorum.
İki ayağım bir pabuçta gezerken, yıllarca kendimi pek pratik addederdim.
Fakat şimdi görüyorum ki, pasaklı bir hızlı çekimde her şeyi hallettim sanırken, etrafı da rahatsız etmek çoğu zaman yapılan.
Ocağın altı kapalı mı bile, kapıdan çıkar ayak daha yavaş yapılabiliyor. İyi de oluyor bir şeyi gerçekten yapmak.
Şimdi ayakkabımı bile yavaş yavaş bağlıyorum.
Bağ hangi delikten geçiyor, neden bir tarafı kısa kalmış bunun, dur düzelteyim diyorum.
Bakın diyorum, bir şeyi yavaş yapmak onu gerçekten yapmakmış.
Yapmayı sevdiğiniz bir şeyi, azıcık daha yavaş yapsanız bile, tadı çıkıyor.
Hayatın tamamına bunu yayınca da bambaşka.
Aceleye lüzum yok.
Çocukların kafalarının tepelerinde içine zarf atıp duracağımız bir delik yok.
Oraya hedefler yazıp, Hıdırellez ağacı gibi dileklerimizi asmayalım saçlarının tellerine.
Elbette, dileyelim, hadi buradan hep beraber ve hepsi için: Sağlıkları iyi, neşeleri, şansları bol olsun.
Sonra biz de yavaş yavaş ‘olma’ya koyulalım.
Sağlıklı olmaya, neşeli olmaya, şansa inanan olmaya.
Nasıl olacak başka?
Paylaş