Geçen hafta, yüzümde pis bir gülümsemeyle, elimde parmak arası yaptığım bir kitaptan* herkese pasajlar okudum.
Herkese farklı bir bölüm. Yaşına göre. Kitap, her 10 yaş aralığının fiziken ve ruhen bünyede yarattığı çürükleri anlatıyor. Pek de iç açıcı değil. Ama hayat ’sürükleyici’ o kesin. Gerçi, pek de şaşırtıcı bir durum yok. İnsana dair herşey milim kıpırdamıyor. Shakespeare yazmıştı, 7 perdelik bir oyunda oyuncu olduğumuzu. İçim de rahatlamadı değil aslında. Okuldaki üniformalar gibi, aynı hayattan giymişiz işte. Her on durakta bir, servis şoförü değişiyor gibi düşünün. Biraz daha yavaş giden bir adam, daha da yavaş bir amca, daha da daha da yavaş bir ihtiyar. Kız, kadın, teyze, ihtiyar. Böyle.
Kimi gördüysem, kim aradıysa, kime rastladıysam, onun bölümünü okudum. Büyük bir zevkle. Bir tür bilinç aşısı gibi bir şey. Mesela, 40 ile 50 yaş aralığındaki birine sayfa 54, ikinci paragraf:
’eskiden kendime neden en çok 40 ile 50 yaş arasındaki insanlara karşı antipati duyduğumu sorardım sık sık. Şimdi sebebini biliyorum. (hazır olun komik yer geliyor). Ya kariyerlerinin doruğuna ulaşıp, tahammül edilemez hale gelmiş ya da kariyer yapmayı başaramayıp tahammül edilemez hale gelmiş insanlar bunlar. Ya tamamen kendi çabalarıyla kariyer yapmış ve olağanüstü bir başarıya imza atmış olduklarını düşünürler ya da bunu yapamamışlarsa, kendi çabalarıyla kariyer yapıp olağanüstü işlere imza atamamış olmalarıdan başkalarını sorumlu tutarlar.’
Bunu ve sonrasını okuyup, o suratta gezinmekte şeytanca bir zevk var. Tabi o yaş aralığında değilsen. Sonra 50 ve sonrası var ki, of of, güvensizlik duymalar, güçten düşmeler, artık asla o hedefe ulaşamayacağından emin olmalar... Anlam bulamamak ve anlamın zaten olmayışı. Sonra daha da ilerledikçe, wellness center’lar, tayland ve maldivlere gitmeler, kalojen, aloevera, Çin tıbbı falan. 50’lerinde bir de insan, her şeyi terk etmeye hazır olurmuş. Daha da ileriki yaşlarda gemi seyhatlerine merak salınması da, artık başka bir vasıtayla hareket etmeye mecalimizin olmamasındanmış.
Dünya, biz büyüdükçe daralıyor. Ta ki, yatak odamıza, hatta yatağımıza varana kadar. Küvetten tek başımıza çıkamayacağmız günlere doğru, tam gaz gidiyoruz.
Ha peki, kim iyi durumda? Kimse. Herkes çürümekle meşgul. Özellikle 25’ten sonra, ışık bizi terk etmeye ve yaşlanmanın zor görünür işaretleri belirmeye başlıyor. Hatırlıyorum. 25’inci yaşgünümde, bütün sevdiklerimi bir masanın etrafına toplamış ve kendime o güne özel yazdığım şarkıyı söylemiştim. Şarkının içinde, o sırada masada olan herkese dair birkaç cümle de vardı. İyi ki doğmuştum, ama gördün mü 25 olmuştum. İki sene sonra, o şarkıyı ’çocuk da yaparım kariyer de’ye çevirdim. Kendimi de.
Daha o zamandan fark etmiştim vaziyeti, gidip kendime ilk göz kremimi almıştım. Ki çok acıklı bir hadisedir. Bence akıllıca olan, yaş aralığındaki olası değişimleri bilip, ayak uydurmak. Hayat insana ayak uydurmuyor çünkü. Vites küçültmeyi bilene, bu yolculuk daha kolay. Ayrıca unutmayalım: ’Yaşayan herkesin bir geleceği vardır’.