Unutur muyum seni, yorulsam her gece

Biliyorsunuz, biliyorsunuzdur, ben kendi şarkılarını yazıp söyleyen biriyim. Bundan, omuzlarıma payeler dikiyor falan değilim.

Benim de işim bu. Sahneye çıktığımda, kendi şarkılarımı söylüyorum doğal olarak. Bu da doğal olarak şunu getiriyor: Benim konserime gelenler, şarkılarımı dinlemekten hoşlanan kesim. Bir de, senin onlara gittiklerin var. Tabiri caizse, ’extra’ denir ona bizim camiada. Niye öyle denir, pek bilmiyorum. Hani normal normal işini yaparken, extra’dan da böyle bir teklif geldi gibi mi acaba? Bu extra’larda talep genellikle eğlenmek ya da konuklara hoşça vakit geçirtmektir. Ben bu kategoriye iki nedenle zor giriyorum. Birincisi, sadece kendi şarkılarımdan oluşan bir repertuvar, bu beklentiyi kesmeyebiliyor. İkincisi de, şarkılarımla aramdaki aşkı korumak amacıyla, benim ince eleyip sıkı dokumam gerekiyor.

Geçenlerde, extra’dan özel bir geceye davet edildim. Hakikaten şık ve özel bir gece. ’O benim dünyam’ bir gece. Giyindik, kuşandık, çıktık. Çalıyoruz, söylüyoruz. Bu arada bir parantez, ben bir kutunun üzerinde şarkı söylüyorum. Hep öyleydi. Niyesi yok... İşte, ben bu kutunun üzerindeyken, birisi sahneye yaklaşıp, bir peçete bıraktı. Bir yandan şarkımı söylemeye devam ederken, hafifçe eğilip peçeteye uzandım. Bu kısa süreçte de, peçetede yazılı olabilecekleri düşündüm. Şöyle bir şey geçti aklımdan: Sizi çok seviyoruz. Lütfen hep böyle kalın. Gibi bir şey. (Hahaha. Bu benim kendime o sırada gönderdiğim peçete heralde.)

Neyse, peçeteyi okudum. O yazmıyordu. Yazanı, grubumuzun gitaristi Nurkan’a gösterdim. En yakınımda o vardı, o sırada. Okuyup, hayır anlamında başını iki yana salladı. Bu hareketi, gülme krizine girmeme sebep oluyordu az daha. Çünkü, anlatıcam. Grubun diğer elemanları, meraktan çatlıyorlar tabii. İlk başta anlattığım sebeplerle, bize pek peçete gelmez de. Yani, bugüne kadar böyle bir peçete hiç gelmedi. Evine ilk defa telgraf gelen bir aile gibi, doluşmak istedik peçetenin etrafına. Fakat, bu mümkün değil. Çünkü şarkımızı çalıyoruz. Birkaç şarkı sonra da indik sahneden.

Kulise herkes aynı merakla girdi. ’Sahneye gelen peçetede ne yazıyordu?’. Oskar açıklayan bir Hollywood artisti edasıyla, ortalarına geçtim. Peçeteyi açtım ve okudum: Uykusuz her gece! Bir sessizlik oldu. Sonra herkes şaşkınlıkla gülmeye başladı. Bense, Nurkan’a döndüm. ’Niye hayır diyosun ki, herhalde son ki üç dört diyip girelim demek için göstermedim.’ Zaten sözlerini bilmiyorum. Teoman biliyor. Fakat aklıma şu gelmişti. Sahnede, o sırada uykusuz her gece diye bir şarkı yazmak istedim. Arada bir yapıyoruz. Fakat vakit ve tatlı bir şaşkınlık buna engel oldu. Peçete sahibinin, beni pek iyi analiz etmemiş biri olduğuna karar verdik. Yine de üzüldüm. İnsan bir şarkı dinlemesi geldiğinde, dinleyemediğinde, duyguları yarım kalır. Gibi olur. Ben ona yazıcaktım aynı ruhta bir şey. Onu kesmeyebilirdi. Fakat beni anlatırdı. Beni keserdi o kesin.

Eve geldim. Yüzümdeki tebessüm devam ederken, birden aklıma ’uykusuz her gece’den sözler geldi. Değiştirerek söylemeye başladım bildiğim kadarını: Tam ona sarılırkeen, tınt tınt, gördüm pe çe te deeen, tınt tınt... Neydi kopan içimdeeen, yıllar zincirindeeen (hahaha, bu doğru)... Kendimiii buldum ben çalıştığım bu yerdee (hahahaha)... Kaçtım hemen o sahnedeeeen! (HAHAHAHA)

Hayat!
Yazarın Tüm Yazıları